Ne diyordum, sıradaki şarkı bana geldi bu kez ama sol çaprazdan gördüğüm o ellerden bahsediyordum evet. Tüm çocukluğumu avucuna sığdırabilecek ve tüm yaşlılığımı okuyabilecek kadar büyük ellerden bahsediyorum. Büyük dediysem, elbette naif, ellerinden belli olur bir kadın! El başka bir metafor, gözümüzle gördüğümüzün ötesinde. Ah Arif ah, yüreği çörek gibi pişen adamsın da sus işte, bil susmayı.
Çörekçizade Arif Efendi

FM bandının 109.1 dalgasından yayın yapmakta olan Âşık Olamayanlar Radyosu’ndayız evet, alıcınızın ayarıyla oynamayınız, evet evet biz burdayız; âşık olamayanlar! Nasıl olalım da olalım? Olamıyoruz işte.
Sizler için yayındayız amaaa sıradaki şarkı bana gelsin; ‘nırınım nırınım nırınırı nırınım’
Efendim, yine bir Gülnihal aldı bu gönlümü diyor da güftekâr, böyle kaş, böyle göz diye de devam ediyor. Aşk görmek midir ya hu? Bilemedim. Oysa güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa. Hadi gel de çık işin içinden. Yok, vazgeçtim, bu şarkı bana gelmesin, sıradaki bana gelsin.
“Nay nara nara na nararam”
“Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime”
Heh bu bana, evet. Efendim âşık olmak başka deeert, olmamak başka, olamamak da nasipsizlik midir? Olamıyorsak bu perde-i zulmet midir? Acıklı fakat bir o kadar gelecek kaygısı güden bu şarkıyı da burada bırakıp yolculuğumuza devam edelim.
Ne diyorduk evet; “Âşık olamayanlar radyosu”, yalnızlıkla mücadele edenlerin yanında olmayı hedefleyen bir radyodur. Bu programda, aşkın güzellikleri ve acıları, sevginin önemi, ve yalnızlığın zorluğu anlatılır. Kendiyle çelişen iki cümle kurmuş olduk fakat ne yapalım, kader. Evlilik kadar evlenememenin de kader olduğunu anladık evet, ama hiç mi aşık olmadık ya hu?! Kalpsiz miyiz? Valideye göre, evet. Burada ağzını eliyle kapatıp kıs kıs gülen emoji.
Oysa aşk ilan edilen bi’ şey midir? Kalbimizin taş olup olmadığını, sevdiğimizi veya sevmediğimizi biz söylemezsek siz bilemezsiniz, hemen yaftalamayın. İnsan sevmeden nefes alabilir mi? Sevmek de nefes kesici, orası ayrı. Kalbinizin ortasına bir hançer, ne klişe bir tabir fakat evet tam da öyle. Sanki kaç kere yaşadıysak, olsun, işte öyle.
Elim kolum bağlanmış sanki, kıpırdatamıyorum bile. Dilimde birkaç eski ezginin tınıları öylece durmuş sadece seyrediyorum. “Âşık Olamayanlar Radyosu” işte bunun için var. Böylesi bir hâletiruhiye ile bir yere varılmaz biliyorum. Zamanın ruhu, ruhuma dokunmadan, yüzüme bir nefeslik ferahlık üflemeden geçip gidiverecek hissediyorum. Nasıl değiştim ve tekrar nasıl değişebilirim sahi?
Sıradaki şarkı benim bu kez, tamam.
“Ne çok oldu, görmedim yüzünü
Demek ki böyle geçermiş ayrılıklarla ömürler
Unutur muyum hiç gülüşlerini?”
Aaa arabesk bu.
Hep bi’ şarkı dinlerken hatırlıyorum bazı şeyleri, unuttuğum da pek söylenemez ama, ah bu şarkıların gözü kör olsun yine de, hatırladım işte.
Ellerini gördüğümde, sadece, bile, daha, sol çaprazdan, çırpınıp dururdu kalbim kafesinin içinde. Hiç mi âşık olmadın Arif? Ne saçma bir soru, oysa yaş kaç oldu! Nasıl istemez ki insan eriyip gitmeyi bir çift gözün içinde. Kalpsiz miyim sahi? Nasıl sevmemiş olabilirim bunca ömür?
Ümitlendirmesiyle ünlüdür bazı yürekler, bazılarıysa hevesinin kursağında kalmasıyla, boğazda düğüm bir çift, kör. Nasip diye bi’ şey var oysa. Bir de korkmak, güvensizlik. İnsan hayatta pek çok şeyi başaramadığına inandırınca kendisini, hayata tutunmayı da başaramıyor belki, bilmiyorum sevgili dinleyici, sizce?
Bunca geçen yıla, yaşanmışlıklara, hissedilenlere bakınca, karıştırınca günlükleri çöpe atmadan önce, hep aynı şeyi isteyip ulaşamamak da hayal kırıklığı olsa gerek. Gerçi, bir takım şeyler eksik olunca ahiretten medet umanlarız biz, çok şükür!
Ne diyordum, sıradaki şarkı bana geldi bu kez ama sol çaprazdan gördüğüm o ellerden bahsediyordum evet. Tüm çocukluğumu avucuna sığdırabilecek ve tüm yaşlılığımı okuyabilecek kadar büyük ellerden bahsediyorum. Büyük dediysem, elbette naif, ellerinden belli olur bir kadın! El başka bir metafor, gözümüzle gördüğümüzün ötesinde. Ah Arif ah, yüreği çörek gibi pişen adamsın da sus işte, bil susmayı.
Az önce kapattım radyoyu. Hiç bir şey yapmak istemiyorum şu an. Bir çocukluk fotoğrafıma takıldı gözüm, ne kadar da başına geleceklerin farkındaymışçasına bir zoraki tebessüm yüzümde, kaygılı. Oysa ne güce ne paraya âşık, zavallı dünyanın hiçbir cazibesi ilgimi çekmiyor, bunu sık sık soruyorum içime. Yine de olmadı, başaramadık yaşamayı işte. Tamam olamadık. Nasip.
Ne düşündüğümden umarsız, hatta habersiz, hem nereden bilsin? Bir kâğıda anlık konuşmaları yazan bir el, sol çaprazdan gördüğüm. Bir aynada gördüm yüzümü sonra, gözlerimin içine baktım kendimin, taa bebeklerine, tüm ömrümü gördüm ağarmış saçlarımda. Ama işte can çıkmadan, çıkmıyor hayal yürekten. Derin bir nefes daha. Kader.
O şeyleri yazarken, buz gibi olmuş çayından bir yudum almak üzere bardağı tutuyor sol çaprazdaki el, ‘içme onu’ demek isterdim, yüreğim kadar sıcağını doldurayım bardağına. Sahi nerde kalmıştık? Radyoyu kapattık ama soluğumuz tükenmedi. Kuşları anladım diyorum, çırpınışları yüreğim kadar hızlı. Bir suyun kenarında durdu biri, sanki havuzdaki bütün suyu içecekmiş gibi, gülüyorum içimden, kimse görmedi evet. Buram buram bahar kokuyor etraf. Tazecik bahar. Heyecanlı.
Sol çaprazdaki o eller, telefonunu kavradı şimdi. Kim bilir kimden hangi önemli mesaj gelmişti? Bilmiyordum ki eskiden, satırlarca yazdığım mektupların yerini anında mesajların alacağını. Anında mesaj gönderenlerin, buna cesaret edenlerin, böylece çarçabuk sonuca ulaşanların çağındayız oysa. Yılları bir dantel inceliğinde yazmak da neyin nesi? Bir de zarfa koyup gizlemek üstelik?!
He bir de “Yazman gurban olayım, sevda sırrınan olur” anlatmayacaktın işte o zaman, saklamayı bilmeli.
Çarçabuk mesajı okuyup telefonu kapatırken, gözlüğünü tuttu sol çaprazdan gördüğüm o el. Çıkardı gözünden, daha iyi görmek istemiyordu artık belki. ‘Zaten yoksun, seni nasıl görsün’ dedim kendime, içim acıdı.
Sevgili dinleyici;
Şimdi; ısırgan otlarına sarılmış bir kalp, acının uyuşukluğu ile hissiz.
Artık; sıradaki şarkı senin.
Aşk, nasip, kısmet, kader!