Batı’da Evlilik

İzdivaç, bir er kişinin ve bir hatun kişinin, bir ömrü birlikte geçirmek, hayatın hem güzel hem de ağır taraflarını ahenk içinde birlikte yaşamak üzere ahitleşmeleridir. Hayatın en önemli ortaklığıdır ve müşterekliğin devamı için karşılıklı anlayış ve idare edebilmek şarttır.

Mucahid YILDIZ

Evlilik, biz ona daha 20-30 yıl öncesine kadar izdivaç diyorduk, hayatımızın en önemli dönüm noktalarından birisidir. Her fırsatta dile getirerek dikkatleri çekmek istediğim en evvel mesele, lisanımızın yozlaştırılmasıdır. İzdivaç mefhumundaki ağırlığın ‘evlilik’ kelimesiyle ifade edilemediği kanaatindeyim. Maalesef hem mana itibariyle hem de günümüzdeki evliliklerin birçoğunun boşanmayla neticelenmesiyle bu ağırlığın giderek azalmakta olduğunu görüyoruz.

İzdivaç, bir er kişinin ve bir hatun kişinin, bir ömrü birlikte geçirmek, hayatın hem güzel hem de ağır taraflarını ahenk içinde birlikte yaşamak üzere ahitleşmeleridir. Hayatın en önemli ortaklığıdır ve müşterekliğin devamı için karşılıklı anlayış ve idare edebilmek şarttır. Bunlar aşktan daha önce gelir. Sevgi, anlayış ve idare edebilme kabiliyeti varsa iki gönül arasında muazzam bir şekilde tekâmül eder.

Batı’da evliliğin durumuna gelince; her geçen gün tüm dünyaya hâkim olan, önceleri sinema ve televizyonla, günümüzde ise internet ile toplumları öz kültürlerinden daha çok uzaklaştıran korkunç bir gidişat mevzu bahistir. Yaklaşık 40 yıl önce Batı’da da evlilikler ve aile yapısı günümüzdekinden çok daha farklı bir durumdaydı. Ahlaki değerlere daha çok önem veriliyor, ebeveyne ve diğer büyüklere karşı ihtiram gösteriliyordu.

İçinde yaşadığım Alman toplumunda onlarca yıl önce babalarına ‘mein Herr’, yani efendim diye hitab eden evlat, bugün ebeveynini ismiyle çağıracak kadar saygısızlaşmıştır. Ve maalesef bugünkü nesil tarafından bu bir saygısızlık olarak da düşünülmeyip, gayet tabii bir durum gibi görülmektedir.

Batı toplumundaki evlilikleri anlatırken iki örnek vermek istiyorum. Bunlardan birincisi, 40 yıl önceki gençlerin yaşadıklarını anlatırken; ikinci örnek, yirmi yıl sonraki durumu daha iyi anlamamıza yardımcı olacak. Evlilik öncesi birlikte olmak bakımından konuyu ele alırsak, 1950’lerden beri, yani II. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan Amerikanlaşma hareketiyle gelen ahlaki çöküntü, zinayı meşru hale getirdi. Böylece nikahsız birlikte olmak konusunda o zamanlardan beri hiçbir sakınca görmeyen bir toplumdan bahis ediyoruz.

Sizlerle paylaşmak istediğim her iki örnekteki şahıslar benim komşularım ve onları uzun bir süreden beri tanıyorum. Birinci örnekteki karı-koca takriben benimle yaşıtlar. Yaklaşık 40 yıl önce yaşları daha henüz 15 veya 16 iken tanışmışlar. Bu iki insan çok genç yaşlarda birbirlerini sevmişler ve Batı standartlarına göre çok genç denilebilecek yaşlarda evlenmişler. Halen bu iki insan karşılıklı sevgi ve anlayışla ahenkli bir karı-koca hayatı yaşamaya devam ediyorlar. İki çocukları var. Biri kız, biri erkek. Yaşları 30’un üzerinde. Fakat maalesef oğulları evlendiği hanımıyla anlaşamadığından bir çocukları da olmasına rağmen boşanmışlar. Çocuk şu anda babasının yanında yaşıyor. İlkokula başladıktan sonra sürekli babasıyla kalıyor. Ondan önce annesiyle birlikteydi. Her iki taraf da kendilerini daha çok sevsin derdine düşerek çocuğu son derece şımarık büyüttükleri kanaatindeyim. Zira şahid olduğum birçok hadisede, çocuğun babasını, dedesini ve ninesini (yani babaannesini) dinlemediğini, başına buyruk hareket ettiğini gördüm.

Kız çocukları ise bir erkek arkadaşıyla birlikte nikahsız yaşıyor. Babasıyla yaptığımız sohbetlerde torun mevzubahis olmuştu. Ben de bu arkadaşıma oğlundan torunu varken, kızından da torunu olmasını istemez mi diye sormuştum. O da bana kızının henüz doğru kişiyi bulamadığını söyledi. Halbuki kızının yaşı da epey ilerlemiş olmasına rağmen halen doğru insanı bulamamış.

İkinci örnekteki karı-koca ise 40 yaşlarının üzerinde bir çift ve iki çocukları var. Daha birkaç ay öncesine kadar gayet normal gibi görünen bir aile idi. Ne var ki hayatın gerçeklerinin çoğu zaman görünenden farklı olduğu bu örnekte de ortaya çıktı. Hanım ayrı bir ev tutarak çocuklarını yanına alıp adamdan ayrıldı. Evini çocuklarıyla birlikte terk etti. Çocuklarının biri 6 bir diğeri 10 yaşında. Çocuklar hafta sonu babalarının yanına geliyorlar. Adam çok hüzünlü bir şekilde ayrılık hikayelerini anlatırken çok çalıştığını, hanımıyla yeterince ilgilenemediğinden kendisini terk ettiğini sandığını söylüyordu.

Sanıyorum, son yıllarda memleketimizde de yukarıdaki örneklere benzer aile hikayelerinin sayısı giderek artıyor. Bu gerçekten üzüntü verici bir durum. Hele hele böyle evlilik krizlerinin Müslüman bir toplum içerisinde de yaşanıyor olması, insanların İslam’dan uzaklaştıkça daha korkunç boyutlarda buhranlara gark olacaklarının birer işaretidir. Bugün Batı toplumu içerisindeki sapkınlıkların, uyuşturucu belasına duçar olmalarının ve her türlü gayri ahlaki fiiliyatın giderek daha çok artmasının ana sebebi, aile yapısının çökmüş olmasıdır.

Gençlerimiz evlenirken nikah dualarında her zaman hoca efendilerimiz, Allah (c.c.)’dan yeni çiftlere Hz. Adem (a.s.) ile Hz. Havva (r.a.) validemiz, Hz. Muhammed (s.a.v.) ile Hz. Hatice (r.a.) validemiz, Hz. Ali (r.a.) ile Hz. Fatıma (r.a.) arasındaki geçim güzelliğini vermesini niyaz ediyorlar. Ancak peygamberlerimiz ve eşlerindeki, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’daki Kur’an ve Sünnet dairesi içinde karşılıklı anlayış, sevgi ve adil muamele olmadan bu dualarımızın bir manası olabilir mi? O halde çocuklarımızı, gençlerimizi bu minval üzere yetiştirmek zorundayız. Aksi halde aileyi ortadan kaldıran krizler, geçimsizlikler giderek artacak, ailenin olmadığı toplumda ise Hafazanallah daha korkunç birçok felaketlerle karşı karşıya kalacağız.