Kendini yalnız, arafta kalmış hissetmeyen fertlerin artması, sağlam ailelerin oluşturduğu güçlü toplumlarla mümkündür.
Sevdegül ÇEKİÇ
Afyonkarahisar Müftü Yardımcısı

Bazı duyguları tanımlamak zordur. Anlamlandırıp dile dökmek de… Özellikle hayatımızın zorlandığımız anlarında yaşadığımız duygular bizi bir uçurumun kenarına da götürebilir, hayatta hiç tatmadığımız bir tevekkül deryasına da yelken açmamıza sebep olabilir. Tüm bunların ardından kendimizi arafta kalmış da hissedebiliriz.
Her insanın anlam arayışında bazı dönüm noktaları vardır. Eşsiz güzellikler ve hayretâmiz, insanın ahenk içinde seyrettiği kâinat içinde kendini tanımlama ve bir yere konumlandırma çabasıyla doldurur hayatı.
İnsanın varlık âlemindeki yeri ve anlamına dair kendisine rehber olabilecek parıltıları, bu gayretin en zirvede yaşandığı ve insanlık tarihinde altın sayfalar arasında yer alan Asr-ı Saadette bulması işten bile değildir. Mekke’de zulmün, adaletsizliğin, haksızlığın, kötülüğün ve gücün hüküm sürdüğü düzene mazlumların, kimsesizlerin, hak ve adalet arayışında olanların parlak sesi İslam’ın bir itirazı vardı. Ancak yıllardır hüküm süren şer ve şirk temelli sistem kolay pes etmiyor, adeta Ebû Talip’in mahallesine hapsettiği bir avuç Müslümana, her türlü baskı ve zulmü reva görüyordu. Böyle bir atmosferde anlam arayışını hikmetle taçlandırmış bir şahsiyet olan Hz. Hatice acaba nasıl bir duygu yaşıyordu o boykot yıllarında tüm servetini harcarken? Belki de yıllarca kazandığı tüm mal varlığını, açlıktan kıvranan ve can çekişen Müslüman kardeşlerine infak ederken onu motive eden şey neydi? Eşine olan muhabbeti ve hürmeti miydi tek sebep? Yoksa -sahip olduğu mal varlığının gerçek sahibinin Rabbi olduğu bilinciyle- verme eyleminin ilk önce kendisine iyi gelmesi miydi?
İslam tarihinde çok önemli bir yeri olan hicret hadisesi de başlı başına bir paylaşma ve dayanışma örneğiydi. Yüreği hüzün dolu bir şekilde yıllardır yaşadığı topraklardan çıkmak zorunda kalan Sevgili Peygamberimiz ve ashabı muhacirdi artık. Onları bağrına basıp neyi varsa paylaşan Medineli de Ensar. Paylaşma, dayanışma, birlik ve beraberlik kavramları onların sergiledikleri örnek tutum ve davranışlar ile daha anlamlı hale gelmiş, adeta can bulmuştu.
Her güzel erdemde olduğu gibi paylaşma konusunda da müminlerin anneleri olan Hz. Peygamberin hanımları en nadide örnekler arasında zikredilmeliydi. Hz. Aişe’nin iki çocuğuyla kapısına gelen bir anneye evde sadece hurma bulunması üzerine bu hurmayı onlara vermesi hadisesi dikkat çekiciydi. O annenin, kendisi yemeyip hurmayı iki evladına taksim etmesi yokluk içindeyken dahi paylaşabilmenin zirve noktasıydı.
Hz. Aişe (r.a) anlatıyor: “Bir gün yanıma, iki kız çocuğuyla birlikte bir kadın çıkageldi. Bir şeyler istedi. Aksi gibi yanımda bir hurmadan başka bir şey yoktu. Onu verdim. Kadın aldı ve ikiye bölerek kızlarına taksim etti. Kendine pay ayırmadı. Çıkıp gittiler…”[1] Hz. Aişe, bu hadiseyi dinleyen Sevgili Peygamberimizin duygulandığını ifade ederek o dönemin zorluk içinde barındırdığı güzel hasletleri de bu şekilde günümüze yansıtmaktaydı.
Eli uzun -çok sadaka veren- olarak anılan Hz. Sevde validemizin yine o dönemin hanımları tarafından örnek alınması, üzerine çokça konuşulması gereken bir husustu.
Allah Resûlü ile yedi sefere katılan Ümmü Atiyye el-Ensari’nin her birinde tek tek yaralılarla ilgilenmesi aynı zamanda ordunun yemeğini yapması, bineklerin ve eşyaların gözetimini üstlenmesi bir kadın olarak zor zamanlarda bir duruş sergilemekti. Peki… Resûlüllah’tan ısrarla müsaade isteyip o seferlere gayretle katılan bu hanımefendinin yaşadığı duygu hangi kelimelerle ifade edilirdi?
Uhud savaşında Ümmü Süleym ile Hz. Aişe’nin yine yaralılarla ilgilenmesi, orduya su ve yemek taşımasını ifade eden kavramın adı neydi?
Hayber gazvesine katılıp orduya destek olmak isteyen yaklaşık 20 hanım sahabî, Sevgili Peygamberimize başvurmuştu. Kendilerine savaşlardaki hizmetleri ve katkılarından dolayı “radah” (رضخ) adı altında hediyeler[2] veren Hz. Peygamberin, hanımefendilerin bu dayanışma ruhunu fark edip onlara imkân tanıması ve isteklerine ket vurmaması günümüz beyefendilerine örneklik teşkil eden bir davranış olarak önümüzde durmaktadır.
Kur’an’da “sâatü’l-usre” (güçlük zamanı) tabiriyle geçen Tebük Seferi ise müthiş bir mücadele ve dayanışma örneğiydi. Hakikaten zor zamanlardı. Asker kalabalıktı. Bu sebeple çok sayıda bineğe ihtiyaçları vardı. Sevgili Peygamberimiz ashabından yardım istemişti. Bunun üzerine Hz. Ebûbekir malının tamamını, Hz. Ömer yarısını getirmişti. Ancak bu seferde 300 deve ile 1000 dinar vererek en büyük yardımı yapan Hz. Osman olmuştu[3]. Nebevî çağrıya duyarsız kalmaları beklenmeyen Müslüman kadınlar da ziynet eşyalarıyla katkı sağlamıştı.
93 harbinde (1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı), ahaliyi teşvik ederek Erzurum’a çekilen Osmanlı kuvvetlerinin Aziziye tabyalarında büyük bir mukavemet örneği sergilemesine öncülük eden Nene Hatun ve daha niceleri… Yardımlaşma ve dayanışma ruhunun yaşatılmasında büyük emeği olan daha birçok öncü şahsiyet, zor zamanların aşılmasında kendilerinden sonraki nesillere hep örnek olmuşlardır. Elbette onlar da üzülmüşler ve zaman zaman kendilerini çaresiz hissedebilmişlerdir. Belki de bu duygularla çıktıkları yollar, işte onları uçurumun kenarına değil müthiş bir tevekkül iklimine sevk etmiştir. Kadın erkek, genç yaşlı en zor zamanlarda güçlüklerle baş etme gayretini gösterenlerin oluşturduğu aileler ise o toplumun ne kadar güçlü olduğunun apaçık bir nişanesidir. Kendini yalnız, arafta kalmış hissetmeyen fertlerin artması, sağlam ailelerin oluşturduğu güçlü toplumlarla mümkündür.
Öyleyse aile, bir toplumdan bahsedebilmek için varlığı tartışılmaz unsurdur. Toplumun dinamik kalması ailenin sağlam olmasından geçer. Zira son yıllarda özellikle gençlerin evliliğe sıcak bakmamaları, yuva kurmak istememeleri günümüzde en önemli konulardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Hal böyleyken gençleri evliliğe, aile olmaya, yuva kurmaya teşvik etmek ve onlara iyi örnekler sunmanın yollarını göstermek ilgili, sorumlu kamu kurumları başta olmak üzere toplum olarak öncelikli gayemiz olmalıdır. Çünkü ahlak zemininden ayrılmayan bir toplum için temeli sağlam atılan güçlü aile yapıları gereklidir. Bu hakikati öncelikle gençlere benimsetmek gerekmektedir. Aile kurmayı kolaylaştırmalı, davranışlarımızla onlara her noktada örnek olmaya gayret göstermeliyiz. Yoksa özgürlük kisvesi altında, aile ile olmayı zahmet gören nesillerin artışı kaçınılmaz olacaktır. Öyleyse burada ilk adım evlatlarımıza vakti geldiğinde aile kurmayı özendirmek, yuva kurmayı kolaylaştırmak olmalıdır.
İkinci adım, aile kuran bu gençlerin nasıl sağlıklı bir aile olarak kalabileceklerinin duruşunu ilk önce kendimizde göstermektir. Muhabbeti, birlik ve beraberliği bihakkın kuşanmamız gerekmektedir ailemizde.
Bir sonraki adım gençlerimizin feraset sahibi olması ve tevazuu, vakarı, iyi niyeti kendilerine süs edinmeleridir. “Ne yaparsam ya da ne yapmazsam bu dünyada kapladığım alanın hakkını tam olarak verebilirim?” sorusuna cevap aramalarıdır. Cevapların bir kısmının topluma sevgi, saygı, samimiyet, adalet ve güven duygularını aşılayan ailelerin içinde yer almak olduğunu da unutmamalarıdır. İşte o zaman eksilmeyecek bilakis artacaktır Hz. Hatice ruhlu eşler… Hz. Aişe gibi ilmiyle, kuşandığı ahlaki erdemleriyle şimdi ve her daim gelecek nesillere örnek olacak hanımefendiler… Öncelikle bitip tükenmeyen gönül hazinesinden infak eden Ensar duruşlu fertler. Tüm kötülüklerden hicret ederek iyiliğe yürüyen muhacirler. Zor zamanlarda din kardeşinin yanında, yakınında olan Ebûbekirler, Osmanlar, Ömerler… 93 harbinde, Çanakkale Zaferi’nde, Kurtuluş Savaşı’nda canını hiçe sayıp mukaddesatını koruyan kahramanlar.
Ne diyoruz hep? Fert olmadan aile, aile olmadan toplumdan söz edilemez. O vakit, toplumda var olması ve yaşatılması gereken paylaşma, yardımlaşma ve bir arada yaşama ahlakı gibi erdemleri önce ailede tesis etmek gerekmektedir. Son dönem yaşanan doğal afetleri de düşünürsek, bu hususların önemi izahtan varestedir. İki evi varsa birini afetzede kardeşine veren, bir lokma ekmeğini muhtaçla paylaşan, güler yüzü tatlı dili ile zorda olanın yanında olan o güzel yürekler, postmodern zamanın Ensar’ı değil de nedir?
Çocuğuyla genciyle, kadınıyla erkeğiyle dayanışma örneği sergileyip tüm dünyaya örnek olan milletimizin bu özelliğinin kaynağı hiç şüphesiz, milli ve manevi değerleri ilk defa öğrenmeye başladığımız ailedir. Öyleyse tedbir alalım; aile değerlerimizi aşındıran her türlü zararlı etkenlerden uzak duralım. Sahip çıkalım ailemize. Varlığıyla ailemize güven veren, koruyup kollayan akrabalarımızla bağımızı kuvvetlendirelim. Sevelim, affedebilelim. İşe, aile fertlerinin gözünün içine bakıp onları ne kadar önemsediğimizi hissettirerek başlayalım. Yabancılaşmayalım birbirimize. Sosyal medyanın girdabında kaybolup yanı başımızdakinin varlığını unutmayalım. Unutmayalım ki, aile Allah’ın varlığının delillerinden bir tanesidir.[4]
İncitmeden vermeyi, gerektiğinde alarak iyileşmeyi ve yardımlaşarak dayanışmayı öğrendiğimiz ailelerimizin önce kendi kalbimize şifa olması temennisiyle…
Sevdegül Çekiç
Afyonkarahisar Müftü Yardımcısı
[1] Buhârî, Zekât, 10; Edeb, 18.
[2] Dr. Ahmet Acarlıoğlu, “Hz. Peygamber (s.a.s) Döneminde Kadının Çalışma Hayatındaki Yeri”, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl:2019/1, Sayı: 42, s. 223.
[3] Ahmet b. Hanbel, Müsned, 4:75.
[4] Rûm, 30/21.