Çin felsefesine göre “farklılık tehdittir.” Kabalıkları ve işkenceleri ise dünyada yeni değil. Bu konuda köklü mazileri mevcut. Bilge Kağan’ın unutulmasın diye Orhun kitâbelerine kazıtılmasını emrettiği, Çin’in tavır ve tutumuna karşı uyarı mahiyetinde yazılmış meşhur öğüt, günümüzde de güncelliğini koruyor.
Gözde ÇİMEN

Evet, yasak. Doğu Türkistan’da Çin zulmü altında ne kadar ağır işkencelere maruz kalırsanız kalın; gözlerinizden yaş akmasına dahi izin yok. Gelin birbirimizle dürüstçe dertleşelim. Uygur Türklerinin uzun yıllardır rejim tarafından ezilmesinden habersizdik. İlk Ramazan ayında, güç bela da olsa yaşadıklarını sosyal medya üzerinden duyurmalarıyla girdiler hayatımıza. Hatta yanlışlıkla Çinli diye Uygur Türklerinin dövülmesiyle bir parça bıyık altı espriler de yaptık. Ramazan ayı baskıcı rejim altında yaşayan Müslüman kardeşlerimiz için daha zordur. Huzur bulacaklarını düşündükleri bu ayda, oruç tutmalarının, iftar ve sahur yapmalarının bedelini huzurlarının daha çok kaçmasıyla öderler. İslam coğrafyasında şu anda tuğyanın altında ezilen ülkeleri saymaya kalksak yazıyı bitirmek zorunda kalırım. Bu yüzden Müslüman coğrafya öyle bir halde ki biz birini üste koymaya kalksak diğeri altta kalıyor. Ve maalesef bir durumun medya görünürlüğü yoksa o duruma karşı ilgi gösterilmiyor, konuşulmuyor.
Peki, 1884’ten beri Müslüman yurdundan “koskoca” Çin devleti ne istiyor? Cevap basit, her şeylerini… Başta topraklarını, sıkı sıkıya tutundukları dinlerini, kimliklerini ne varsa alıp Çinlileştirmek istiyor. Çin devleti bu bölgeyi işgal edilmiş topraklar olarak görüyor. “Sincan” olarak isimlendirdikleri bölgenin adı “yeni elde edilmiş toprak” demek. Tarihe baktığımızda ise uzun sürmese de bizdeki hilafetten sonra bu bölgede İslam devleti kuruldu. Hatta bugün hâlâ aktif olarak kullanılan mavi bayrak da o devletten yadigâr. 1949’a kadar bağımsız olan Doğu Türkistan şu an resmiyette Çin devletine ait. Şapkadan çıkan tavşana şaşırmadığımız asıl mesele ise bölgenin Çin devletinin dünyaya yayılma politikasındaki stratejik önemi. Doğu Türkistan, Türkiye’nin iki katı ve 10 ülkeye sınırı mevcut. Enerji, doğalgaz, altın vs. gibi her alanda kaynak zenginliğine sahip. Ekonomik olarak buraya ihtiyacı yüksek ve Doğu Türkistan’ı önündeki en büyük engellerden biri olarak görüyor. Şayet bu bir engel ise; o zaman devlet de asimile politikalarıyla asimile olamıyorlarsa ezip geçerek bu engeli ortadan kaldırırız diye düşünmekte. Çin felsefesine göre “farklılık tehdittir.” Kabalıkları ve işkenceleri ise dünyada yeni değil. Bu konuda köklü mazileri mevcut. Bilge Kağan’ın unutulmasın diye Orhun kitâbelerine kazıtılmasını emrettiği, Çin’in tavır ve tutumuna karşı uyarı mahiyetinde yazılmış meşhur öğüt, günümüzde de güncelliğini koruyor.
“Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı, yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp, uzak milleti öyle yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş.”
Bu yazıdaki derdim, uzun uzadıya meselenin tarihselliğine inmek değil, bu konuyu uzmanlara bırakıyorum. Bizler ne yapabiliriz bu sorunun cevabını aramak. Ve karşıma çıkan sonuç; hangi Doğu Türkistanlı kardeşimizle konuşursanız konuşun, sizden önce dualarını daha sonra da seslerinin duyurulmasını istemeleri. Ben de bu vesileyle bu isteği canı gönülden kabul edip, ismini paylaşmadan zulmün yakın tanıklarından bir kardeşimize ses olmayı kabul ediyorum. Sözü kendisine bırakalım.
“Özellikle 2014’ten sonra “Aşırılıktan Kurtulma Merkezi” adı altında toplama kampları oluşturuldu. Dünya’ya eğitim kurumu olarak pazarlanan bu kamplar her türlü psikolojik-fiziksel şiddetin merkezi haline gelen beyin yıkama kamplarıydı. İlk yıllarda sesimizi duyuramıyorduk, sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla veya ülkeden kaçabilenlerin dışarıda anlatımlarıyla yavaş yavaş da olsa gündeme girebildi. Eğitim hayatımızda bizlere maymundan geldiğimiz anlatılırdı. Okumak veya bir işe girip çalışmak zorundaydık. Çünkü evde olursak aileden din eğitimi alacağımızı bildikleri için bu ikisinden birini seçmek zorundaydık. Gözünüzün gördüğü her yerde denetim kültürü hâkim. Komşularınız, iş arkadaşlarınız sizin hakkınızda istihbarat toplayıp, namaz kılıp kılmadığınızı, Kur’an okuyup okumadığını raporlayan insanlardı. Bu raporlara göre de evlerimizden alınıp kamplara götürülüyorduk. Süreç içinde tüm evlerden Kur’an, seccadeler her türlü dini temsil eden gereçler toplatılıp evlere zorla domuz eti, alkol sokuldu. Telefonunuz ekranında dahi Kabe fotoğrafı bulunduramazsınız. Ramazan ayı geldiğinde ise kıskaç iyice daralırdı. Kimse görmesin diye evin karanlık koridorlarında sahur, iftar yapar yemeklerimizi Ay ışığının yardımıyla hazırlardık. Çin devleti sizin hassas noktanız neresi ise oradan vurur. Dini hisleriniz var ise din; milli hisleriniz var ise milli duygularınız elinizden alınır, ruhsuz bırakılmak istenirdiniz. En zor ve ağır baskılardan biri ise; “Kardeş Aile Projesi”kapsamında evlerinize, mahrem odalarınıza yabancı Çinli erkekleri sokmaları oldu. Her evde bulunur. Bu da yetmedi Doğu Türkistanlı kızlar istemedikleri Çin erkekleri ile zorla evlendirildiler. Bazen öyle garip uygulamaları olur ki üzülmeyi bırakıp gülmek geçer içinizden. Camii imamlarını her gün zorla dans ettirmelerinden tutun, kasaplarda bulunan bıçaklara belli bir mesafeye kadar gidebilecekleri zincir takmalarına kadar. Eti belli bir mesafeye kadar kesebiliyorlar. Hatta evlerde dahi bıçaklar duvara asılmak zorundadır. Tabi bu zalimin aynı zamanda ne kadar korkak olduğunu da gösterir. “Melekler Okulu” adında güya okul kurup 400 bin çocuk ailelerinden zorla alınarak beyin yıkama faaliyetlerine maruz kaldılar. Tüm bunlar ruhlarımızın yaşarken öldürülmesine çalışılmasından başka bir şey değil.
Rahat bir uyku çekmek nedir bilmeyen devasa bir ümmetin ufacık bir parçasını okudunuz. Ancak hepimizin sürekli hatırlaması gereken önemli bir gerçeğimiz de var. O da zalimin zulmünün de küfrünün de zamanının sınırlı olduğu. Allah’ın yarını ise bugünlerden daha güzeldir. Her birimize farz olarak yüklenmiş bu umut etme gerçeği; tank ve toplara sahip olmak kadar büyük bir güçtür. Benim her türlü suçun işlendiği “Melekler Okulu” değil de “Zebaniler Okulu” olarak nitelendirdiğim toplama kampının duvarına şu notu yazan çocuğun dizeleri ile veda etmek istiyorum.
“Kalbim, burada olanlara lütfen dayanmaya devam et!”