Bera İbn-i Azib (R.A.)
Hz. Peygamber (s.a.v) “Dua ibadetin ta kendisidir.” buyurmuştur. Bu sebeple Kur’an’daki dua ayetleriyle ya da Peygamber Efendimizin öğrettiği dua adabına uyarak, onun dilinden dökülen cümlelerle Allah’a yalvarmak duaların en güzelidir.
Ahmet POÇANOĞLU
Emekli Konya İl Müftüsü

27. HADİS
حديث براء بن عازب بن الحارث بن عدي بن مجدعة بن حارثة بن الحارث بن الخزرج بن عمرو بن مالك بن الأوس إِذَا أتَيْتَ مَضْجَعَكَ، فَتَوَضَّأْ وُضُوءَكَ لِلصَّلَاةِ، ثُمَّ اضْطَجِعْ علَى شِقِّكَ الأيْمَنِ، ثُمَّ قُلْ: اللَّهُمَّ أسْلَمْتُ وجْهِي إلَيْكَ، وفَوَّضْتُ أمْرِي إلَيْكَ، وأَلْجَأْتُ ظَهْرِي إلَيْكَ، رَغْبَةً ورَهْبَةً إلَيْكَ، لا مَلْجَأَ ولَا مَنْجَا مِنْكَ إلَّا إلَيْكَ، اللَّهُمَّ آمَنْتُ بكِتَابِكَ الذي أنْزَلْتَ، وبِنَبِيِّكَ الذي أرْسَلْتَ، فإنْ مُتَّ مِن لَيْلَتِكَ، فأنْتَ علَى الفِطْرَةِ، واجْعَلْهُنَّ آخِرَ ما تَتَكَلَّمُ بهِ.
Bera İbni Âzib (radıyallahu anhümâ) İbn-i El-Haris İbn-iAdiy İbn-i Mecdia’ İbn-i Harise İbn-il Haris İbn-il Hazrec İbn-i Amr İbn-i Malik İbn-il Evs; hadisi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle dedi:
Yatağına yatmak istediğin zaman namaz abdesti gibi abdest al. Sonra sağ yanına yat ve “Allah’ım! Kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana çevirdim. İşimi sana ısmarladım. Rızanı isteyerek, azabından korkarak sırtımı sana dayadım, sana sığındım. Sana karşı yine senden başka sığınak yoktur. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere inandım.” de!Eğer ölürsen iman üzere ölürsün. Bu dua senin o geceki son sözlerin olsun.
(Buhari:247, Müslim :2710)
BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
Hz. Peygamber (s.a.v) “Dua ibadetin ta kendisidir.” buyurmuştur. Bu sebeple Kur’an’daki dua ayetleriyle ya da Peygamber Efendimizin öğrettiği dua adabına uyarak, onun dilinden dökülen cümlelerle Allah’a yalvarmak duaların en güzelidir. İşte bu hadis bize Rasulullah (s.a.v) efendimizin dilinden bir duayı ve Müslümanın bulunduğu her yerde Allah’ı hatırlamak, anmak, O’nun adını zikretmekle mükellef kılındığının şuuru içinde olması gerektiğini öğretiyor. Din-i mübîn-i İslâm, hayatın her alanını kuşatan bir edep dinidir ve insanın bu dünyada da mutlu bir hayat sürdürebilmesi için çok önemli prensipler getirmiştir.
Uyku ve uyumak, yaratılmış varlıklara mahsus bir özelliktir. Uyku, insan hayatında zorunlu bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktadır. Allah (c.c), “Uykuyu dinlenme vesilesi, geceyi ise bir örtü kıldık!” (Nebe Suresi: 9-10) buyurmaktadır. Bu ayetten şunu anlıyoruz ki uyku; insan için bir nimettir, zira uyku sayesinde insan gündüzün yorgunluklarından, stres ve sıkıntılarından kurtulur, uyku bedenin ve ruhun dinlenmesine vesile olur. Nitekim Allah (c.c), “Sizin için geceyi örtü, uykuyu dinlenme vesilesi kılan, gündüzü de dağılıp çalışma (zamanı) yapan, O’dur.” (Furkan Suresi: 47) buyurmaktadır. Uyku, ölümün kardeşi, uyanmak ise tekrar dirilişin bir provasıdır. Çünkü uyuyan insan vücudu âdeta ölen insanın vücudu gibi hareketsiz bir hâl almaktadır. Uyuyan insan çevresinde olup bitenlerden haberdar olamamakta ve olaylara müdahale edememektedir. Bundan dolayı uyku, yarım ölüm; ölüm ise tam uyku sayılmaktadır. “Gece ve gündüz uyumanız, çalışarak Allah’ın lütfundan nasibinizi aramanız da O’nun varlığının, kudretinin delillerindendir. Öğüt ve uyarıya kulak verip dinleyen toplumlar için de bunda yeniden diriltilme ile ilgili deliller vardır.” (Rum Suresi: 23) ayeti uykunun büyük bir mucize olduğunu bize göstermektedir.
Uyku, insanı dinlendirir, ertesi günkü hayata hazırlar; sinir sistemini yatıştırır, kalbin ve diğer birçok organın dinlenmesini sağlar. İnsanın hayatında zaruri bir ihtiyaç olan uyku konusunda da itidalli davranması gerekir. Zira ihtiyaç nispetinde uyumak, insan için bir nimet olduğu gibi uykuda aşırıya kaçmak birtakım zararlara sebep olur. Hz. Peygamber, “Ümmetim hakkında en çok şunlardan korkuyorum. Bunlar; şişmanlık, uykuya düşkünlük, tembellik ve iman zayıflığıdır” buyurmuştur. Nitekim Hz. Süleyman’ın annesinin, oğluna şöyle tavsiyede bulunduğu rivayet edilmiştir: “Evlâdım! Geceleyin fazla uyuma! Zira geceleyin fazla uyku, kişiyi kıyamet günü fakir bırakır.” Sadece kıyamet günü fakir bırakmaz, dünyada da fakir bırakır. Hocalarımız, “Geceyi binek edin ki onunla emeline kavuşasın.” derlerdi. Dünya ve ahiretin nimetleri, geceyi binek edip ufukları aşanlar içindir. Kendilerine geceyi bindirenler karanlıklarda kalırlar. Kur’ân-ı Kerîm’de geceleri az uyuyup da ibadet edenler, Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olan takva sahibi kimseler olarak vasıflandırılıp övülmüştür, “Onlar geceleyin pek az uyurlardı. Ve seher vakitleri hep istiğfar ederlerdi.” (Zariyat Suresi: 17-18). Uyku bütün nimetler gibi, aynı zamanda dünya hayatının imtihanlarından birisidir. Şu bir gerçektir ki insanın hayatını düzene koyması, uyku saatlerini denetim altında tutmasını gerektirir. Bir Müslüman için gecenin sonlarında kılınan sabah namazı, başlı başına bir denetim imkânıdır. Bu bakımdan uyku, tembelliği ve ihmalkârlığı çağrıştıran bir olgu değil, daha verimli ve üretken olmak için güç kazanma fırsatı olarak görülmelidir. Uykunun zamanına da dikkat edilmesi gerekir, mesela Hz. Peygamber yatsıdan önce uyumayı ve sonrasında da oturup konuşmayı hoş karşılamazdı. Allah Rasulü sabah namazından sonra uyumayıp sohbet etmeyi ve ashabıyla beraber vakit geçirmeyi tercih ederdi, üzerine güneş doğmazdı. Bilhassa gece ibadet için uyanmasına yardımcı olduğu için “kaylûle” denilen öğle uykusuna yatardı.
Abdest alarak yatmak, sağ tarafa yönelerek yatmak ve ayakları kıbleye doğru uzatmamak, uyumadan önce İhlas, Felak ve Nas surelerini okuyup vücudumuzu sıvazlamak, daha sonra bir Âyete’l-Kürsi okumak ve otuz üç defa Subhanallah, otuz üç defa Elhamdülillah, otuz üç defa Allahu Ekber diyerek günün son tesbihatını yapıp ondan sonra da günün bir muhasebesini yaptıktan sonra uyumak sünnete uygun olan uykudur. Yüz üstü yatmak ise Allah’ın sevmediği bir yatış tarzıdır. Öyle ki Hz. Peygamber, “Yüz üstü yatmak, Allah’ın kızgınlığına sebep olan bir yatış tarzıdır!” buyurmuştur. Her uyandığında veya sağa ve sola dönerken Allah’ı zikretmek uykuyu bereketlendirmek, uykuyu nimete dönüştürmektir.
BERA İBN-İ AZİB (Radıyallahü anhüma)
Medine’nin Evs kabilesindendir. Babasının ismi Âzib olup Hârise oğullarındandır. Annesi, Habîbe binti Ebû Habîbe’dir. Yaklaşık nübüvvetin üçüncü yılında Medine’de doğmuştur. Abdullah İbn-Ömer (r.a) ile yaşıttır. Bu hususta kendisi, “Rasulullah (s.a.v), ben ve İbn-i Ömer’i küçük yaşta olduğumuz için Bedir Savaşı’na göndermedi” der. Bera İbn-i Âzib, Rasulullah’ın hicretinden önce Medine’de küçük yaşta iken Müslüman oldu. Babası Âzib de sahabi idi. Dini hükümleri peygamberimizden önce hicret eden Ashabı-ı Kiram’dan ve babasından öğrendi. Bera, “Rasulullah’ın ashabından Medine’ye ilk gelenler, Mus’ab bin Umeyr ile Abdullah İbni Ümmi Mektûm idi. Bunlar Medine’deki Müslümanlara Kur’ân-ı Kerîm okutuyorlardı. Sonra Bilâl-i Habeşî, Sa’d bin Ebi Vakkâs, Ammâr bin Yâsir hicret ettiler. Bunlardan sonra Hazreti Ömer yirmi kişi ile geldi. Nihayet Rasulullah efendimiz Medine’ye hicret ettiler. İşte bu anda Medine halkının Rasulullah’ın teşrifine sevindiği kadar, hiçbir şeye sevindiğini görmedim. Ben Peygamberimiz gelmeden az önce uzun sürelerden sayılan surelerle beraber “Sebbihisme Rabbike’l-a’lâ” suresini okumuştum” diyerek Rasulullah’ın ve diğer sahabenin hicretlerine şahitliğini anlatmıştır. Bera, kıblenin Ka’be’ye çevrilmesinin de şahididir. Bu olayı şöyle anlatır:
“Rasulullah Efendimiz Medine’ye teşrif ettikleri zaman on altı veya on yedi ay kadar Mescid-i Aksâ’ya doğru namaz kıldı. Allahu Teâlâ’nın emriyle kıble Ka’be’ye doğru oldu. Peygamberimizin Ka’be-i Muazzama’ya doğru kıldırdığı ilk namaz ikindi namazı idi. Peygamberimizle namaz kılanlardan biri mescitten çıktı. Yolda giderken başka bir mescitte cemaatle namaz kılanlara rastladı ki onlar rükuda idiler. Onlara, Rasulullah efendimizle beraber Mekke’ye doğru namaz kıldığıma Allah için şehadet ederim deyince, onlar namazlarını bozmadan oldukları gibi Ka’be-i Muazzama’ya döndüler.” O, İslam’ı öğrenme ve öğretmede titiz davrandı. İslam’ın hem kendi hayatında hem çocuklarının hayatında yaşanmasına gayret etti. Rasulullah’tan (s.a.v) nasıl öğrendiyse o şekilde tatbik etti ve etrafına göstererek örnek oldu. Bu hususta Bera’nın (r.a.) oğlu Yezid’in nakli şöyledir:
“Bir gün babam bizi topladı. Geliniz oğullarım. Size Rasulullah (s.a.v) nasıl abdest alırdı, onu göstereyim. Bundan sonra sizinle ne kadar kalacağımı bilemiyorum, dedi. Çocuklar toplanınca su getirtti ve abdest aldı. Sonra iki rekât namaz kıldı. Sonunda, işte Resûl-i Ekrem (s.a.v) böyle abdest alır ve böyle namaz kılardı.”
Hz. Peygamber ile on dört (veya on sekiz) savaşa katıldı. Bazı seriyyelerde de görev aldı. Bilhassa Huneyn’de büyük katkı sağladı. Hâlid b. Velîd kumandasında gönderilen ordu ile Yemen taraflarına gitti. Bera İbn- Azib (r.a) Uhud’un kahraman savaşçısı, ölünceye kadar savaşmak ve savaştan kaçmamak üzere Rasulullah’a (s.a.v) Rıdvan bey’at’ında bulunan sözünün eri yiğit delikanlısıdır. O günlerle ilgili değerlendirmeleri ve şahitliği bizim için çok kıymetlidir. Bera İbn-i Âzib (r.a) o günleri şöyle anlatır:
“(Ey gençler!) siz, büyük fethi, Mekke’nin fethi sayarsınız (Mekke’nin fethi, Kur’an’ın şehadet ettiği parlak bir fetih ve zaferdir). Halbuki biz büyük fethi, Hudeybiye günündeki Rıdvan bey’atı’nı addederiz (ki o gün cihad için Rasulullah’a verdiğimiz sözden Allah razı olmuştur). Biz o gün Nebi (s.a.v) maiyetinde 100’er mevcutlu on dört bölük (1400) er idik. Hudeybiye bir kuyudur. Biz oraya varınca kuyunun suyunu tamamen çekmiştik ve içinde bir katre su bırakmamıştık. Bu hal Nebi’ye (s.a.v) arz edildi. Rasulullah kuyunun yanına geldi, kenarına oturdu. Sonra içinde biraz su bulunan bir kap istedi. Getirilen su ile abdest aldı sonra ağzını çalkaladı ve (gizlice) dua etti. Sonra bu abdest ve çalkantı suyunu kuyuya döktü. Bunun üzerine biz az bir zaman kuyuyu bu halde bıraktık. Sonra kuyu bize istediğimiz kadar su verdi. Hem biz hem hayvanlarımız göç edinceye kadar suya kandık.”
Bera İbn-i Azib (r.a), Siyer ve Meğazî’nin öncü sahabilerindendir. Hulefây-i Râşidîn devrinde de cihattan geri durmayan Bera, Rey ve Tüster’in fethine katıldı. Hz. Ali’nin maiyetinde Cemel, Sıffîn ve Nehrevan Savaşı’na iştirak etti. Bu arada Kûfe’ye yerleşen Bera, hayatını cihat etmek, hadis ve fıkıh dersleri vermekle geçirdi. Hicri 71 (690) veya 72 (691) yılında, seksen yaşlarında iken Kûfe’de vefat etti. Rasulullah’tan (s.a.v) tekrarlarıyla 305 hadis rivayet etmiştir. Bu hadislerden 15’i Buhari, 6’sı ise Müslim Sahihlerinde münferiden yer almış, 22 hadiste de Buhari ve Müslim ittifak etmişlerdir.
Allah O’ndan razı olsun.