Ekranların ancak buğulu verebildiği tahammülü imkânsız görüntüler eşliğinde küçücük bir karada yaşatılan soykırıma, deyim yerindeyse canlı yayında şahit oluyoruz. Onlarca yıldır sürmekte olan işgale karşı topraklarında direnen bir halk ile dünyanın en gelişmiş ülke yönetimlerinin her türlü desteğini arkasına alan nükleer silah sahibi haydut bir devletin orantısız savaşında vahşet çıtası, her geçen gün yeni bir seviyeye çıkıyor.
Kemal Mansur

27 Eylül’de, yani Hamas’ın 7 Ekim’deki Kudüs Tufanı operasyonundan kısa bir süre önce, NATO Askeri Komite Başkanı Hollandalı Amiral Rob Bauer, beraberindeki heyetle birlikte İsrail’i ziyaret etmiş, Gazze sınırındaki güvenlik duvarını gezmişti. İsrailli yetkililer güvenlik duvarını ve kullandıkları yapay zekâ teknolojisini, büyük bir gururla ziyaretçilerine anlatmıştı. NATO’nun resmî sitesinde verilen haberde, İsrail’in Gazze sınırındaki birliği için, “Terörle mücadele konusunda benzersiz bir uzmanlığa sahiptir” ifadesi kullanılıyordu. NATO’nun övmek için kelimeler bulamadığı ‘karizma’nın ömrü, sadece on gün olmuştu(!)
‘İnsan yerine koymadığı’ direnişin çocuklarından tan vakti hiç ummadığı bir tokat yiyerek neye uğradığını şaşıran işgalci/katliamcı/kibirli siyonist devlet, çizilen karizmasını düzeltmek için vahşice/pervasızca saldırıyor şimdi. Keyfi istediği her defasında işgal ettiği Filistin topraklarının her karışında katliamlara imza atan ve her defasında küresel güçlerin zımni onayını alan İsrail, ilk kez ‘bir gece ansızın’ yakalanmıştı. Tabiri caizse, kibir anıtı ortadan ikiye ayrılmıştı. 7 Ekim sabahı Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin Kassam Tugayları’nın Gazze sınırını aşarak işgal edilmiş topraklarda operasyon düzenlediği haberini duyan herkes, bu büyük gelişmenin ciddi yansımaları olacağını hissetmişti.
Ekranların ancak buğulu verebildiği tahammülü imkânsız görüntüler eşliğinde küçücük bir karada yaşatılan soykırıma, deyim yerindeyse canlı yayında şahit oluyoruz. Onlarca yıldır sürmekte olan işgale karşı topraklarında direnen bir halk ile dünyanın en gelişmiş ülke yönetimlerinin her türlü desteğini arkasına alan nükleer silah sahibi haydut bir devletin orantısız savaşında vahşet çıtası, her geçen gün yeni bir seviyeye çıkıyor. İsrail’in saldırıları kadar uyguladığı kuşatma da vahşice ve ölümcül. Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) Genel Komiseri Lazzarini, “(Gazzeliler) Sadece bombalardan ve saldırılardan ölmüyor, yakında çok daha fazlası Gazze Şeridi’ne uygulanan ablukanın sonuçları nedeniyle ölecek” ifadelerini kullanarak dünyanın dikkatini çekmeye çalışıyordu, nafile…
Değinmek istediğim noktaları serdetmeden evvel şunu söylemeliyim ki, bedeli göze almış bir topluluğu hiçbir güç yenemez. Gazze halkı, şehid olarak yaşayan dirençli bir halk. Bunun binlerce örneğini gördük ama burada birini zikretmekle yetinelim. Bir gün önce eşini ve iki çocuğunu İsrail saldırısında kaybeden El Cezire Gazze muhabiri Vail Dahduh, cenazelerini defnettikten sonra kanalın tüm telkinlerine rağmen canlı bağlantılarla olayları aktarmaya devam etti. Dahduh, “Bu çok acı bir bedel, ancak önemli olan bunun sesimizi susturamayacak oluşu. Biz, halkımız ve bu asil insani mesaj karşısında görevimizi yerine getirmeye devam edeceğiz. Allah’tan geldik ona döneceğiz.” diye konuştu…
Gelişmelerin ne yönde ilerleyeceğini yaşayarak göreceğiz ama olan bitenin arka planına dair bir ufuk sahibi olmak ve o ufkun gerektirdiği pratikleri üretmek durumundayız. İsrail ile Hamas’ı neredeyse eşitlemeye çalışan ve geniş bir kitleyi bir şekilde etkilediği görünen propagandanın kuyusuna düşmemek için bir anlam/anlama/yaklaşım haritası sunmaya çalışacağız bu yazımızda.
1- Tarihi sürecinden soyutlanmış her hikâye, mazlumdur.
Meseleleri anlık reflekslerle dar açıdan değil, tüm boyutlarıyla ve süreçleriyle ele almak, adaletin gereğidir. Bu düsturu şahsiyetimizin bir parçası haline getirmedikçe, sadece düşmanlarımız değil dostlarımız tarafından da yanıltılıp, yanlış yönlendirilebiliriz. Önümüze sürülen haber ve anlatıları, sıkı bir süzgeçten geçirerek doğru bilgi ve yaklaşımı inşa edebiliriz.
Hassasiyet göstermediğimiz her durumda, hayali/yalanı gerçek diye temellendiririz.
Hamas’ın da suçlu olduğunu söyleyip duran birçok arkadaş, oylumlu bakamama sebebiyle, Siyonist propagandanın mağduru oluyor.
2- Silahlardan önce kavramlar üretiliyor.
Etrafımızda olup biteni soyutlayıp kavramsal bir çerçeveye oturtarak söylem kurabilme gücüne sahip olmak zorundayız. Birçok nedenden dolayı bu entelektüel işçiliği hakkıyla yerine getiremediğimiz için, kötü niyetli ama kavi kurulmuş anlatılar revaç buluyor. Bu bağlamda ‘Yerleşimci’ kavramıyla Filistin’de yapılan gaspın nasıl normalleştirildiğini örnek olarak zikredelim.
Literatürü de güçlüler yazar. Sadece pazusu değil, entelektüel, bilimsel ve sanatsal tarafı da güçlü olanlar yazar.
3- Siyonizmin (Medya) sihirbazları
Global iletişim ağlarına vaziyet eden ana istasyonlar, şeytani ve insanlığın aleyhine temeller üzerine inşa edilmiş uluslararası sistemin aparatları durumundadır. Dünyanın birçok yerinde olan bitene bunların filtresinden geçmiş olarak muhatap oluyoruz. Attıkları her manşet, firavunun sihirbazlarının yaptığı göz boyama ameliyesinin modern versiyonu. Son yıllarda bu tekeli kırması umulan sosyal medya da sunduğu imkânlara rağmen maalesef mezkûr merkeze bağlı bir patronaj altında çalışıyor. Kendi bağımsız haber ağımızı kurmamız gerekiyor ama ondan önce kişisel anlamda haberin nereden ne maksatla geldiğine dair sorgulama yapmak, en azından zihinsel olarak analize tâbi tutmak zorundayız. Musa (a.s.) asasını atmasaydı, firavun ve avanesinin gösterdiği fotoğrafı doğru kabul etmeye devam edecektik.
Gerçek mi, imaj mı daha güçlü?
4- Birleşmiş Mankurtlar (BM) Sistemi
İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD öncülüğünde oluşturulan dünya düzeni temel itibariyle bir çoban-sürü düzenidir. Koyunlar, esas iki çoban arasında dağıtılmış ve kontrolden çıkmamaları için sıkı tedbirler (BMGK) alınmıştır. Her bir ülkede sistemin işleyişi, ‘büyüklerin’ tezgâhından geçmiş yerel elitler eliyle garanti altına alınmıştır. Son yıllarda mezkûr dünya sisteminin işleyişinde ciddi sıkıntılar olduğu gözlemlenmektedir. Türkiye başta olmak üzere birçok devlet, müesses global yapının sürdürülebilir olmadığını vurgulamaktadır. Fiilen işlevsiz hale geldiği söylense de halihazırda devletler için formel meşruiyet zemini olması bakımından sistemin bir şekilde devam ettiğini görüyoruz. Analizlerimizi bu gerçeğin henüz yok olmadığı gerçeğini de bilerek yapmak durumundayız.
5- Diplomasi… Lanet olası acziyet.
Diplomasi dediğimiz şeyi, silah gücünden bağımsız düşünemeyiz. Güçlü devletlerin diplomatları da güçlüdür, çünkü sözlerini ‘laf’ olmaktan çıkaran enstrümanları da masadadır. Diplomasi anlamında etkin olduğunu var saydığımız bazı küçük ülkeler, aslında detay alanlarda (esir değişimi gibi…) iş gören mezun kılınmış ülkelerdir. Bu gerçeği göz ardı ederek yapmaya giriştiğimiz her analiz, eksik kalacaktır. Konu, zayıf ülkeler olduğunda, süper güçlerin her düzeyde diplomatı, çantasında emir taşımaktadır. Diplomasi yoluyla rötuşlar yapılır ama ana hikâyeyi yazan, hep büyüklerdir.
6- Stüdyo Cengâverleri /Komplonun bini bir para.
Uzmanların yaptığı analizler, herhangi bir konuda meseleyi daha iyi anlamamızı sağlar. Bu anlamda, ekranlarda halkı bilgilendirecek/bilinçlendirecek uzmanlara ihtiyaç duyulmaktadır. Gel gör ki, Gazze’de yaşanan son gelişmelerde de şahit olduğumuz gibi, televizyon ekranlarında gerçeklikten uzak, ayağı yere basmayan yoğun bir laf kalabalığına maruz kaldık. Spor programlarında gördüğümüz ‘kahvehane’ seviyesi, her konuda ekranda laf söylemekten çekinmeyen sözüm ona “uzmanlar” tarafından da yakalanmış durumda! Meseleyi anlamak adına ekranlarda uzun süre boşuna vakit geçirmek yerine konunun uzmanı olduğunu bildiğimiz/güvendiğimiz kişilerin yazıp söylediklerini arayıp bulmalıyız.
Gazze’nin etrafında dönen habercilik tiyatrosunu da bu gözle okumak lazım.
7- Hiçbir özgün çaba, önemsiz değildir.
Yaşadığımız dünyanın seyircileri değil, şahitleri olmak durumundayız. Her birimiz, elimizden gelen çabayı göstermek, gerektiğinde kolektif hareket edebilme kabiliyetine sahip olmak durumundayız. Bunun için her anlamda çok çalışıp, ‘üretmek’ zorundayız. Tükettiğimiz bize ait olmayan her şey, başkalarını beslemekte olduğu gerçeğini, zihnimizde canlı tutarak özgün çabalar içerisinde olmalıyız.
8- Dünyanın vicdanlı insanları
Dünyayı, devletlerden ibaret siyasal haritalar üzerinden okumamalıyız. Kötülerin yanında, sesleri daha az çıksa da daha fazla sayıda vicdanlı insanın varlığını düşünerek söylem ve eylem geliştirmeliyiz. Hangi din, ırk, statüde olursa olsun dünyanın vicdanlı insanlarına doğru bir dil ve üslupla hitap etmeliyiz. Bunun için hem resmi hem de sivil toplum anlamında, uzmanlıklar desteklenmelidir.
9- Aklımızla alay edilmesine müsaade etmemeliyiz.
Özellikle sosyal medyada sık karşılaştığımız bir durum var: Birileri akla mantığa uymayan bir haber ya da davranış kalıbı gündeme getiriyor ve yayılması için teşvik ediyor. Çoğu zaman kötü niyetli manipülasyon hüviyeti taşıyan bu tür paylaşımlar, hoşumuza giden içerikler ihtiva ederek üzerimizden yayılma hedefi taşımaktadır. Bu anlamda, bildiğimiz ve güvendiğimiz yerlerden teyit etmedikçe başkalarıyla paylaşmayalım.
10- Nefsimizi boykot!
Küresel sistemin en önemli yakıtı insanların istek, ihtiyaç ve hayalleridir. Reklam sektörü aracılığıyla yönlendirilen kitlelere biçilen yaşam formları ve bu formların gerektirdiği malzemenin üretim döngüsü içerisinde beslenen bir global sistemden bahsediyoruz. İnsanlar, maalesef moda denen yönlendirmenin kurbanları bugün. Terörün efendilerini en çok korkutan şey, insanların tercihlerini, onların kalıpları dışında şekillendirmeye başlaması olacaktır. Kullandığımız her şey konusunda İslami/insani bir duyarlılık geliştirmek zorundayız. Dolayısıyla ümmet olarak nefsimizin istekleri, keyfimizin, hazlarımızın dayatmaları değil, vicdanımızın yönlendirmelerini esas aldığımızda sömürü sistemi çökecektir.
Dipnot/Başka âlemlerden farkımız bizim.
Hamas’ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın birkaç gün önce Mısır sınırındaki Refah Sınır Kapısı üzerinden serbest bıraktığı iki kadın esirden Lifshitz, Tel Aviv’deki Ichilov Hastanesi’nde basına açıklamalarda bulundu.
Hamas’ın serbest bıraktığı 85 yaşındaki İsrailli kadın esir, yaşadıklarını anlattı:
– “Bize Kur’an’a inanan insanlar olduklarını ve bize zarar vermeyeceklerini söylediler. Tünellerdeki kendi koşullarının aynısını bize de sağladılar. Biz de tıpkı onlar gibi ekmekle beyaz peynir ve salatalık yedik.” (Anadolu Ajansı)