Geçelim, bu maslahatçı muhafazakâr söylemleri. Dünyanın dibine bir dinamit de biz koymayalım. Demem o ki, kamyonunun freni patlayan Karadenizli Temel gibi kediye odaklanmayalım, yoksa pazara girmek mukadder olur.
Derviş Çelebi

Sevgili okuyucular, malum bu sıralar chatGPT ve dolayısıyla yapay zekâ gündemde. Pazarda organik sebzeler makbul lakin sanayide, hizmet sektöründe ve hatta sosyal medyada alabildiğine yapay zekâ. Zekânın yapay olana tam gaz entegre pozisyonundayız, hayır olsun bakalım.
Şimdi ben neden yapay akıl değil de yapay zekâ denildiğine takıldım. O yüzden akademik metinlerde şöyle bir gezineyim dedim ki, yahu bu ne derin mevzu imiş. Saatlerdir metin okuyorum, dibini bulamadım. O vakit anladım ki soyut olan bu kavramların ucu bucağı olmadığından dibine de ulaşmak mümkün değil. Neyse sizi daha fazla yormayayım netice-i kelam kanaatim şudur:
“Akıl ve Zekâ kavramları üzerine yaptığımız felsefi sorgulama açıkça ortaya koymaktadır ki; bu kavramların ayrımı, konumu ve birbiriyle ilişkisi gözden kaçmış ya da hafife alınmıştır. Ancak, her iki kavramın felsefi kökleri insani değerlerin, düşünsel ve davranışsal niteliklerin gelecekteki sonucunu haber vermektedir. Akıl kavramının ortaya çıktığı dönem ile günümüz dünyasında akla yüklediğimiz anlam arasında büyük bir uçurum vardır. Bu boşluk Aristoteles ve birçok İlkçağ düşünürünün akıl hakkında paylaştığı görüşler karşısında modern felsefenin akıl sözcüğünü, zekâ adında yeniden tanımla girişimiyle ortaya çıkmıştır. Aristoteles insanı zihin-beden birliğiyle anlar. Bu bağlamda ne zihin beden karşısında ne de beden zihin karşısında birbirine egemenlik kurar. “Amaç ise; isteğin düşünceyi takip etmesidir. Öyleyse hem akıl yürütme doğru olmalı hem de istek haklı çıkmalıdır. Yani eylemlerimiz tercihlerimizden, tercihlerimiz de isteklerimizden meydana gelir.” (Aristotle 1893: 180-184). Bunun yanı sıra Aristoteles, aklın tarihselliğine yani deneyime vurgu yapar. Bu bağlamda, genç birisinin zorlu matematik sorularını çözebileceği ama aklıselim olabilmenin, yılların meyvesini tatmış tecrübeli kişilere mahsus olduğunu iddia eder. Rönesans’ın buhranlı son dönemlerinde keşfettiği yöntemiyle akıl kavramını derinden etkileyen Descartes, bugün zekâ olarak tabir ettiğimiz terimin doğmasına neden olmuştur. Bu kavram aklın niteliklerini sınırlandırdığı gibi, modern felsefenin coşkulu analizleriyle akıldan daha üstün bir konuma taşınmıştır. Modernliğin ilerleme zannedildiği dünyamızda içten içe gerileyen, daralan zekâ kavramı; insani nitelikleri, toplumsal dinamikleri ve evrensel değerleri derinden sarsmıştır. Bu süreç bir üçgenin tepe noktasındaki dar açıya benzer; daima yüksekte, keskin, sivri ancak dar, sınırlı ve korkutucudur. Bu daralma en yalın haliyle, “Yapay Zekâ” gibi teknolojik ilerlemelere rağmen, insani değerlerin gerilemesi olarak düşünülebilir. Gelişmekte olan bu sürecin sorumlusu; Kartezyen modern felsefe anlayışıdır.” [1]
Üstad Aristoteles’e kısmen katılmakla birlikte bendeniz aklın kalple ve hatta ruhla ilişkili olduğunu düşüyorum. Akılda bir yaratılış kodu ve sezgisel bir derinlik olduğu kanaatindeyim. Bir de meselenin bilinç ve irade kısmı var ki meseleyi çok da dallandırmak istemediğim için detaya girmeyerek özetle, bu kavramların da aynı şekilde akıl ile ilişkili olduğunu düşünüyorum Zekâ konusunda ise yukarıda, makalesinden alıntı yaptığım Ferhat kardeşime katılıyorum. Zekâ, modern zamanların icadı bir kelime. Zekâ aklın yerine ikame edilmeye çalışılan, onun üzerine bina edilen bir şey, modern tabirle zekâya bir “aplikasyon” demek daha münasip olsa gerek. Nitekim son zamanlarda bin bir çeşidi icat edilen sosyal zekâ, duygusal zekâ, görsel zekâ, işitsel zekâ vb. tanımları size de cep telefonu aplikasyonlarını anımsatmıyor mu?
“Ama üstad sen burada felsefe yaparken elin oğlu robot yaptı, yakında sanayide senin oğlun işsiz kalacak. Onu da geçtik keferenin robot askerleri kapına dayandığında ne edeceksin?” dediğinizi duyar gibiyim.
O zaman ben de derim ki, en büyük getiri faizde o halde bankacılık işine girelim, dahası tefeciliğe koşalım. O zaman tez vakit köşeyi döner, İslam’a daha çok hizmet eder, Müslümanların ihtiyaçlarına daha fazla koşarız!
Geçelim, bu maslahatçı muhafazakâr söylemleri. Dünyanın dibine bir dinamit de biz koymayalım. Demem o ki, kamyonunun freni patlayan Karadenizli Temel gibi kediye odaklanmayalım, yoksa pazara girmek mukadder olur.
Yapay zekâya arkamızı dönelim demiyorum ancak bugün yapay zekâ ile başlayan süreç, Tanrı’dan rol çalmaya çalışan Prometeos insanını kaçınılmaz bir şekilde insanı android olarak tasarlamaya götürebilir. İnsan, birçok şeyi emanet edebilir ama bu akıl olmasa gerek. Yapay zekâ bize neyin “doğru”, neyin “yanlış” olduğunu söyleyebilir ama neyin “iyi” neyin “kötü” olduğunu söyleyemez. Soruları doğru sormak, doğru cevabı almak için temel kuraldır. İbn Rüşd’ün dediği gibi, “Benim yolumdan gelen, benim vardığım yere ulaşır”. Dolayısıyla biz Müslümanlar olarak yolun başında düğmemizi doğru iliklemeli, rotamızı doğru belirlemeliyiz diyorum.
“İnsani olanı, ilahi olanı ıskalamadan, yaratılış gayemizi gözden kaçırmadan, yapay zekâ uygulamaları mümkün mü?” sorusuna cevap aramalı, pusulamızı kaybetmemeliyiz. Tıpkı yıllar önce İsmet Özel’in öğrencilik dönemimizde bize yönelttiği “Siz mühendisler, teknolojinin rahiplerisiniz” sarsıcı uyarısında olduğu gibi.
Hikmeti yitirmiş olan modern insan, kâr hırsından gözü dönmüş kapitalist baronlar eliyle kendi kuyusunu kazıyor. Bu gidişe dur diyebilecek tek umut, hâlâ İslam’dır, İslamcı düşüncedir. Yapay zekâ konusuna, endüstri 4.0’da olduğu gibi şehvetle sarıldığımızı görüyorum ve doğrusu bu beni endişelendiriyor.
Yapay zekâ konusundan zinhar uzak duralım demiyorum elbette, sevgili okuyucu. Bu meseleye hangi paradigmayla bakıyoruz, onu diyorum. Bugün, yıllardır yazboz edilen eğitim sistemine ve onun ürettiği nesillere bakınca, endişelenmekte haklı olduğumu görüyorum. Üretim hatası bazı isimleri saymaz isek sanatçılarımızın, mimarlarımızın, mühendislerimizin, bilim adamlarımızın ürettikleri ile onur duymaktan uzağız.
Her şeyin hızla otomasyona geçtiği, akıllı ev, akıllı araba vs. (Burada zeki ev, zeki araba kavramının kullanılmaması da ayrıca ilginç) üretimin süratle hayatımızda yer aldığı bir süreçte, bu akımdan uzak kalmamızın mümkün olmadığını da teslim ediyorum.
Hiç değilse yapay zekâ ile ürettiğimiz ya da üreteceğimiz unsurların, nesnelerin “yapay” olacağı gerçeğini aklımızda tutarak başlayalım diyorum, ne dersiniz?
Derviş Çelebi
[1] Ferhat BAYIK, “Aristoteles ve Descartes Bağlamında Akıl ve Zekâ Kavramlarının Farkları,” Kaygı, 18(1)/2019: 172-187.