Endülüs Halkının Sultan Bayezid’e Mektubu

Kültürümüzün taşıyıcı unsurlarından biri, edebiyattır. Hassaten de şiirdir. Zaferler, mutluluklar, yenilgiler, hüzünler şiirle nakşedilmiştir. Endülüs’ün düşüşünü en iyi anlatan metinlerden biri, Ebü’l-Bekâ Salih er-Rundî’nin (ö. 684/1285) Türkçeye “Endülüs Mersiyesi”, “Endülüs’e Ağıt” gibi isimlerle tercüme edilen Risâü’l-Endelüs (el-Kasidetü’n-Nûniyye fî Risâi’l-Endelüs) şiiridir. Bu bağlamda, Endülüs müslümanları Haçlılar karşısında zora düştüklerinde, zamanın Osmanlı padişahı Bâyezîd-i Velî’ye yazdıkları şiir de zikredilmelidir. Türk okuyucusunun ilk defa Diriliş dergisinde (sayı: 107-108, 3-10 Ağustos 1990) merhum Mahmut Kanık çevirisiyle tanıştığı şiir, istiğâse (yardım dileme, feryâdnâme) kasidesidir. Şiir hakkında sonraki yıllarda, Ramazan Meşe tarafından akademik ve ilmî bir inceleme yapılmıştır (Amasya İlahiyat Dergisi, sayı: 14, Haziran 2020, ss. 52-79).

Dergimiz İnsicam’ın Endülüs dosyasını zenginleştireceği düşüncesiyle, Mahmut Kanık’ın çevirisini ekte sunuyoruz. Kanık, şiiri “Endülüs Halkının Sultan Bayezid’e Başvurusu” adıyla yayınlamıştır. Şiiri de “Kadı Iyaz”a (ö. 544/1149) nisbet etmiştir. Kaynağını da, “Kitâbü Ezhar er-Riyaz fi Ahbar’dan” şeklinde belirtmiştir. Ancak şiir, anonim bir şiir olarak bilinmektedir. Mütercimi buna sevk eden şey, şiirin yer aldığı kitabın adı olsa gerektir. Şiire mukaddime gibi yazılan paragraftan, şiirin anonim olduğu anlaşılmaktadır. Yazar burada “ada halkından bazılarının yazdığı” ifadesini kullanmaktadır (syf. 108). Kitabın tam adı, şöyledir: Ezhârü’r-Riyâz fî Ahbâri Iyâz. Eser, Ahmed b. Muhammed Makkarî’nin (ö. 1041/1632), Kâdî İyâz’ın hayatına dair rivayetleri topladığı kitabıdır. Şiir, kitabın birinci cildinin 108-115 sayfaları arasında yer almaktadır. Bizim esas aldığımız baskı, tahkikini Mustafa es-Sekâ, İbrahim el-Ebyârî ve Abdülhafîz Şelebî’nin yaptığı baskıdır (Kahire 1358-1939).

İNSİCAM

Çizgi: Hasan Aycın

Selâm olsun, yine selâm olsun nice bin selâm olsun

Halifelerin en iyisine en güzel selamlar olsun

Halifelerin en iyisine en güzel selâmlar olsun efendim

Selâm olsun sana yüce efendim

Allah mülkünü genişletti efendim, hamdolsun

Seni dört bir yanda güçlendirdi hamdolsun

İstanbul’u kuşatıp ele geçiren efendim, sana selâm olsun

Yardımını esirgeme Tanrım ondan, daim olsun

Ne mutlu sana birliktesin gönül ehli türkleriyle

Allah ülkeni süslemiş, ne güzel! yiğit erleriyle

Selâm olsun size, Allah değerinizi yüceltti

Tüm uluslar üzerinde yetkinizi genişletti

Adaletli yargıçlarınıza, değerli bilginlerinize

Sonsuz selâm olsun daha nicelerinize

Din ve takva ehline selâm olsun

Değerli görüş sahibi meşveret ehline selâm olsun

Gurbet ellerinde, Batıda, Endülüste garip kalmış

Kölelerden size selâm olsun

Kuşattı onları, Romadan gelen dibi derin, dalgalı bir deniz

Karanlık bir deniz, öyle karanlık ki bir bilseniz

Başlarına büyük belalar gelen kölelerden

Selâm olsun size, benzeri yok dertlerinin

Ağaran saçlarını yolan yaşlılardan

Selâm olsun size ululuğu yitiren zavallı perişanlardan

Kâfirlerce örtüleri açılan ay yüzlülerden

Selâm olsun size yaşlı gözlülerden

Zorla tenhalara sürüklenen yavru kızcağızlardan

Selâm olsun size, haydutlarca kaçırılanlardan

Domuz etini yemeye zorlanan zavallı yaşlılardan

Selâm olsun nice bin gözü yaşlılardan

Bastığınız topraklara canımız kurban olsun

Her an iyilikle anıyoruz, size bin can fedâ olsun

Allah mülkünüzü korusun canınızı sağ etsin

Her türlü kötülüğü iyilik, zorluğu kolaylık etsin

Yardımıyla güçlendirsin ki düşmanlarınızı yenesiniz

İyilik ve cömertlik alanlarında eğlenesiniz

Başımıza gelen zarardan, ziyandan, belâlardan

Size şikâyetler getirdik efendimiz, zavallılardan

Değerlerimiz yitirdik, dinimiz değiştirdik, hiristiyanlaştırıldık

Zulme uğratıldık, her türlü çirkinliğe bulaştırıldık

Peygamberimiz Muhammedin dini üzere idik

Haçlı ordularını bir solukta öldürenler idik

Bir zamanlar savaşlarda büyük işler yapardık

Öldürürdük, esir alırdık; açız şimdi, bir avuç kaldık

Her taraftan bölük bölük geldi Romalılar üstümüze

Büyük seller gibi ansızın çullandılar üstümüze

Atlılarla, büyük hazırlıklarla ağdılar

Çekirgeler gibi topluca üstümüze yağdılar

Oysa uzun zaman boyu savaş alanlarında onlarla karşılaştık

Hepsini lime lime ettik, tek tek döğüştük

Her saat başı süvarileri artmakta, çoğalmakta

Bizim süvarilerse an be an yokolmakta

Zayıflığımızdan yararlandılar çöreklendiler üstümüze

Teker teker elimizden alıp yerleştiler kentlerimize

Çok büyük ordularla, silahlarla geldiler

Ülkemize sağlam surlarını yerle bir ettiler

Zorla, büyük güçlerle muhasaraya tuttular

Günlerce, aylarca yılmadan topa tuttular

Gün geldi atlarımız gitti, adamlarımız öldü

Kardeşlerimizden bir yardım gelmedi, yazık oldu

Durumumuz sıkıştı, yiyeceksiz, içeceksiz kaldık

Egemen olmak ne ki, zorla boyun eğmek zorunda kaldık

Oğullarımızın, kızlarımızın tutsak edilmelerinden korktuk

Ya da kötü bir şekilde öldürülmelerinden ürktük

Tarihin karanlıklarına gömülen eski toplumların

Durumuna düşmekten, onlar gibi olmaktan korktuk

Ezanımız, namazımız üzre daim kalalım

Dinimizin ilkelerinden kesinlikle ayrılmayalım

İçimizden kimileri denizi arzuladılar, gittiler emince

Diledikleri kadar mal götürdüler, yüksek yerlere göçtüler.

Daha nice benzeri kötü şartlara katlandılar

Kötü şartların ellisine beş daha ekleyerek

Emirleri ve sultanları şöyle dediler

-Şartunuz şurtunuz bütünüyle sizin olsun-

Bize vesikalı sözleşmeler, yazılar gösterdiler:

‘İşte bunlar benim zimmetim, bunlar da güvencem’

Kalın öyleyse ülkenizde, malınızın başında

Bundan önce nasıl eziyet görmemişseniz öylece

Zimmetleri ve sözleşmeleri altına girdiğimizde

Kurnazca kaderleri başladı, erdemli davranacakları yerde

Sözlerinde durmadılar, hainlik ettiler, bizi aldattılar

Kinle, satvetle zorla bizi hiristiyanlaştırdılar

Mushaf-ı şeriflerimizi yaktırdılar

Gübreyle ya da pislikle kirlettiler.

Dinimizle ilgili ne kadar yazı, ne kadar kitap varsa

Hakaret ederek söğerek dalga geçerek ateşe atıp yaktılar

Tek kitap bırakmadılar müslümanın okuyabileceği

Mushaf komadılar, gizli de olsa, tilavet edebileceği

Kim oruç tutsa, namaz kılsa ve bilinse durumu

Kesinlikle ateşe atıp yaktılar onu

İçimizden kim gitmediyse küfür alanlarına

Tekmeleyerek en ağır işkenceyi reva gördüler ona

Yüzüne tokat indirdiler malını elinden aldılar

En kötü şartlar içinde tutukevi hücrelerine saldılar

Ramazan gelince orucumuzu bozdurdular

Zorla yedirip içirterek canımızdan bezdirdiler

Peygamberimize küfür etmemizi emrettiler

Adını anmamamızı, anarsak da çirkince anmamızı istediler

Onun adıyla ilgilenen bir topluluk görseler

Hemen üşüşdüler çevresine çok zarar verdiler

Hakimler ve valiler türlü cezalar verdiler

Dövdüler, söğdüler, hapsettiler, sürgüne gönderdiler

Hayvan ölüsü saydılar, eşek ölüsü bildiler

Zebil içine fırlattılar, küllüklere savurdular

Bunlara siz daha ekleyin nice bin çirkinlikleri

Kabalıkları, bayağılıkları alçaklıkları

Rızamız olmadan adımızı değiştirdiler

İrademizin dışında yeni adlar koydular

Vah… Muhammedin dini nasıl oldu da değişti?

‘Yeryüzünün en şerli’ Roma köpeklerinin dini nasıl yerleşti?

Eyvah! Cehalet ve küfür ehlinden olan yabancıların

Adlarıyla o güzelim adlarımız değiştirildi

Eyvah! genç oğlanlarımızı kızlarımızı

Sabahla birlikte alıp götürdüler, boğdular acılara bizi.

Öğrettiler onlara küfrü, günahı, dinden dönmeyi

Ah! engel olamadılar onlara, zavallı yavrularımız

Eyvah! o güzelim mescitler mazlum ve mağdur oldu

Kâfirlerce mezbele yerlerine dönüştürüldü, temiz ve pak iken

Eyvah! o güzelim camilerden ezanlar okunmaz oldu

Minareleri yerine kuleler yükseltildi, çanlar çalmakta şimdi.

Eyvah! güzelim kentlerimizin şekli değişti

Küfrün en koyu karanlığı üstüne çöreklendi

Haça tapanlara kale oldu şimdi

Gezip dolaşmadalar içinde hiçbir şey olmamış sanki

Bizce kul köle olduk; esir değiliz ki fidye ile salınsak

Onlarsa müslüman değil ki insanca, doğrulukla konuşsak

Başımıza gelenleri görseydi gözleriniz

Kanlı göz yaşlarıyla ıslanırdı yüzleriniz

Vah bize! zavallılar olduk, alçaklık giysisini giydik

Başımıza ne türlü belalar geldi, ne zararlara uğradık

Alemlerin Rabbi olan ulu Allahımız, yüce Mevlamız!

Yeryüzünün en hayırlısı, en seçkin insan Mustafa hürmetine

Seçkin efendilerimiz olan Muhammed ailesi hürmetine

Keremli sahabesi hürmetine, muhterem arkadaşları hürmetine

Peygamberimizin amcası, efendimiz Abbas hürmetine,

Onun beyaz sakalı hürmetine, ah kar gibi beyaz sakal!

Salih kullar, Rab’lerini bilen arif kullar hürmetine

Keramet sahibi erdemli veliler hürmetine

Umarız ki bize bakarsınız, başımıza geleni görürsünüz

Yine umarız ki arşın sahibi ulu Tanrı acır bize

Ne söylesen sözün dinlenir, ne emretsen derhal yerine gelir

Her hangi bir şey istesen hemen dediğin oluverir

Hiristiyanların dini de sizin hükmünüz altında değil mi?

En azından bundan dolayı utanmaları gerekmez miydi?

Vallahi, Billahi! Ey efendimiz erdeminizle üzerimize yağınız

Düşüncenizle, sözünüzle, dahası sevginizle buralara ağınız

Siz erdem sahibisiniz, yücelik, büyüklük şiarınız

Her afet anında düşkünlerin imdadına koşarsınız

Git kapılarına kadar Romada oturanların sor onlara

Niçin zulme olur verdiler bunca emanetten sonra

Ne oluyor onlara da üzerimize çullandılar zulümleriyle

Oysa biz en ufak eziyet, en küçük ziyan vermedik onlara

Şimdi yenik düşmüş bu millet dinimizi koruyan öncüler idi

İzzetli ve vefalı nice kıralların büyük güvencesi idi

Dinlerini değiştirmeye zorlanmadılar asla, ülkelerinden çıkartılmadılar

Çiğnenmedi namusları hiçbir zaman, zarara uğratılmadılar

Kim akşamdan söz verip de sabah bozarsa ahdini

Bütün milletlerce işlemiş sayılmaz mı en kötü bir işi

Özellikle kıralların yanında buna cevaz verilir mi

Çünkü kaba bir iş, ayıp bir tavır hiç kabul edilir mi

Gerçi gönderdiğiniz mektuplar ulaştı onlara

Ama tek bir kelimesine bile kulak vermediler asla

Her fırsatta üzerimize üzerimize geldiler

Her gelişte cüretleri ve taşkınlıkları ile geldiler

Gün oldu Mısır elçileri geldi yanlarına

En ufak kötülük yapmadılar, dokunmadılar onlara

Bu gelen elçilere utanmadan sıkılmadan

Küfrü kendiliğimizden benimsediğimizi söylediler, zorlanmadan

Kendilerine boyun eğen tanıkları dinlettiler

Vallahi böyle tanık dinlemeye hiç razı değiliz biz

Sözleriyle konuşmalarıyla yalanlar uydurdular

Üzerimize pervasızca çok büyük iftiralar savurdular

Ne ki öldürülme ve ateşte yakılma korkusuyla onayladık

İnanmadığımız halde iftiralarını zorunluca kabullendik

Her şeye rağmen Allah resulünün dinini korumaya çalışıyoruz

Her an Allahın birliğini inancımızda tazeliyoruz

Vallahi dinimizin değiştirilmesine hiç razı değiliz

Hele hele teslis ilkesine kesinlikle bağlanamayız

Eğer hiç eziyet ve işkence görmeksizin özgürce

Dinlerini benimsediğimizi söylerlerse

O zaman Vahraya gidin sakinlerine bir sorun

Zillet ve minnet altında nasıl öldürüldüklerini, esir düştüklerini görün

Gidin Beelefikaya sorun ne durumlar olmuş

Kılıçla paramparça edilmiş yurtlarından koğulmuş

Menyate sakinleri kılıçla doğrandı bir bir

Suşurra kenti ahalisine de aynı şeyi yaptılar

Endrüş ahalisini ise camilere doldurdular

Yaktılar alevli ateşte, hepsini kömüre döndürdüler

İşte durum bu efendimiz, Bizse size şikayetçiyiz

Bunca başımıza gelenler bölük pörçük oluşumuzdan

Umuyoruz ki dinimiz yine bize kalır son güne kadar

Antlaşmaları bozmadıkları dönem gibi bize söz verdikleri üzre olur

Yoksa hepimiz için onların topraklarından dostlar ülkesi Batıya

Çekilmemiz söz konusu malımızla mülkümüzle nemiz varsa

Küfür içinde oturmaktansa rahatça bizim için

Başka bir millete göç etsek iltica etsek daha iyi

İşte sizlerden de dileğimiz budur

Yanınızda her tür gereksinimimiz karşılanır

Sizin yanınızda umuyoruz ki son bulur üzüntümüz

En ufak kötülük dokunmaz bize, alçaklık semtimize uğramaz

Sonra siz Allahın izniyle en hayırlı sultanımızsınız

Her türlü yüceliğin üstüne ulaşmıştır soyluluğunuz

Dileriz Yüce Mevladan yaşamınız uzun olsun

Mülk içinde izzetle, sürur içinde nimetle dolsun

Bize yeni bir vatan vermenizi, düşmanlarımıza karşı yardım etmenizi

Daha nice mal ve mülke servete koymanızı dileriz

Dileriz ki günler ve saatler uzadıkça

Allahın selâmı ve rahmeti daima üzerinize olsun!

(Kitabü Ezhar er-Riyaz fi Ahbar‘dan)