Namibya ve 20. Yüzyılın İlk Soykırımı

19. yüzyılın sonlarına doğru tüccar, yerleşimci, misyoner ve askerlerden oluşan Alman sömürgecilerin Namibya topraklarına ayak basmasıyla bu topraklarda yaşayan yerli halkın kaderini değişmeye başlamıştır. Toprakların istilası ile başlayan bu yeni süreç karşısında yerli halk direnmeye çalışmış ancak Almanların yoğun şiddet içeren bastırma girişimleri karşısında büyük bir yok oluş ve parçalanma yaşamışlardır.   

Serhat ORAKÇI

Dr., Araştırmacı, İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (İNSAMER)

Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı soykırım davasına İsrail lehine Almanya’nın müdahil olmak istemesi üzerine Namibya devleti Almanya’ya karşı kibar bir uyarıda bulunarak Almanya’nın öncelikle kendi işlediği soykırım suçları için gereğini yapmasını istedi.

Almanların Namibya’da işledikleri insanlık suçları “20.yy’ın ilk soykırımı” olarak bilinir. İngiliz ve Fransız rakiplerine göre siyasi birliğini geç bir dönemde tesis eden Almanların sömürgecilik yarışına girişi ve Afrika kıtasında sömürgeler elde etme arayışı Alman kolonilerinde karanlık bir dönemi başlatmıştır. Yahudilerin Alman topraklarında soykırıma uğramasından yıllar önce Almanlar ilk soykırımlarını Afrika topraklarında gerçekleştirerek yüz binlerce insanı yok etmişlerdir.

19. yüzyılın sonlarına doğru tüccar, yerleşimci, misyoner ve askerlerden oluşan Alman sömürgecilerin Namibya topraklarına ayak basmasıyla bu topraklarda yaşayan yerli halkın kaderini değişmeye başlamıştır. Toprakların istilası ile başlayan bu yeni süreç karşısında yerli halk direnmeye çalışmış ancak Almanların yoğun şiddet içeren bastırma girişimleri karşısında büyük bir yok oluş ve parçalanma yaşamışlardır.   

Sömürge idaresine direnen güçleri bastırma adına Alman General Lothar von Trotha liderliğinde Ova Herero ve Nama halklarının büyük bir bölümü üzerinde etnik temizlik uygulanarak bu halklar yok edilmişlerdir. Zikredilen rakama göre Ova Herero nüfusunun %80’i Namalar’ın ise %50’si olmak üzere toplamda 100 bin kadar Namibyalı katledilmiştir. İsyan hareketlerinde canını kurtararak kaçabilenler ise önceden zehir dökülmüş su kuyularının bulunduğu Kalahari Çölü’nde açlık ve susuzluktan can vermişlerdir. Alman sömürge idaresi ele geçirdiği tutsaklar için ise Swakopmund, Windhoek, Okahandja, ve Lüderitz’de dönemin yeni İngiliz icadı olan konsantrasyon kampları hazırlamıştır.

Almanların ülkenin güneybatısında Lüderitz açıklarındaki Haifisch (Shark-Köpekbalığı) adasında kurdukları konsantrasyon kampında işledikleri suçlar ise son derece tüyler ürperticidir. Kayalık ve zorlu doğa şartlarına sahip kampta kadınlara yönelik cinsel suçların yanında tutsaklar angarya işlerde çalıştırılmışlar; getirilen tutsakların %80’i burada kötü yaşam koşulları nedeniyle can vermiştir.

Haifisch’te tutulan tutsaklara yaptırılan angarya işlerden biri, ölmüş bedenlerin etlerini kemiklerden sıyırmak ve bunları Almanya’ya gidecek yük gemilerine yüklemektir. Toplanan kafatasları Alman üniversitelerine ırkçı deneylerde kullanılmak üzere gönderilmiştir. Avrupa-merkezci ırkçı teorilerin yaygınlık kazandığı bu dönemde bebeklerden yetişkinlere kadar farklı yaş gruplarındaki insanların kafa ve kemikleri üzerinde ölçüm ve deneyler yapmaya duydukları ihtiyacı Alman üniversiteleri Namibya’dan karşılamışlardır. Binlerce kafatası ve uzuv bu amaçlar için gemilerle Almanya’ya taşınmıştır. Namibyalılar, 1904-1908 yılları arasında işlenen insanlık suçlarının soykırım olarak tanınması, tazminat ödenmesi dışında soykırıma uğrayan atalarının ruhlarının huzur bulabilmesi için götürülen ve hâlâ Berlin ve Freiburg gibi üniversitelerde ve çeşitli müzelerinde tutulan kafataslarının ana yurtlarına döndürülmesini arzulamaktadırlar.  

Davalarını dünyaya anlatmak adına Yahudiler kadar güçlü lobileri olmayan Namibyalıların Almanlar karşısında hak arayışı oldukça yeni sayılır. 2004 yılından sonra ivme kazanan bu tartışma, 2011 yılında Almanya’nın 20 kafatasının sembolik iadesini getirmiş ve 2015 yılında Namibya-Almanya devletler arası diyaloğa dönüşmüştür. Aynı yıl Namibya için özel temsilci atayan ve 2016’da tarihi gerçeklerin araştırılması için teknik bir komite kurulmasını kabul eden Alman devletinin hak arayışındaki Ova Herero ve Nama halklarını temsil eden sivil oluşumları dışarıda bırakma girişimi ve müzakereleri sadece iki devlet arasında kamuoyu ile bilgi paylaşmadan kapalı kapılar arkasında yürütme çabası dikkat çekicidir.

2016 yılında ise gene aynı coğrafyada Ova Herero ve Namalar ile aynı kaderi paylaşan Damara ve San halklarına karşı işlenen insanlık suçları gündeme gelmiştir. Alman yerleşimcilerin sömürgecilik evresinde boş zaman aktivitesi olarak sırf avlanma zevki tatmak için San insanlarını adeta hayvan gibi avladıkları dile getirilmekte ve sırf bu nedenden dolayı Sanların nüfusunda düşüş yaşandığı belirtilmektedir.

2021 yılında imzalanan ortak bir deklarasyonla Almanya, 1904-1908 yıllarında Namibya’da cereyan eden olayların günümüz perspektifiyle soykırım olduğunu ve sorumlu olduğunu kabul etti. Ancak bu sorumluluğun yasal zeminde değil ahlaki düzeyde olduğunu beyan ederek mağdur topluluklara tazminat ödemek yerine Namibya’daki kalkınma projelerine önümüzdeki 30 yıla yayılacak şekilde 1,1 milyar Avroluk bir bütçe sunulacağını bildirdi.

Alman devletinin Namibya’da işlenen insanlık suçlarını oldubittiye getirerek sıyrılmaya çalıştığı çok aşikâr. Elbette Alman devleti son derece farkında ki Namibya’da ve Almanların kıtadaki diğer sömürgeleri Tanzanya, Togo ve Kamerun’da işlenen bütün insanlık suçları eğer yasal bir zemine taşınır ve adil bir yargılama gerçekleşirse Almanya uzun süre kafasını bu tür davalardan kaldıramaz.