Film üzerine bir şeyler yapmaya gelince… Bu temelde bağımlı bir ilişkidir. Evvelce bahsettiğimiz meşakkate gelemeyenler, film sanatına olan bağlılıklarından ötürü film üzerine bir şeyler yapmaya yönelirler. Kahir ekseriyetin burada cem olduğu zahirdir. İlk akla gelen film eleştirisi yazmaktır.
Mehmet Zahid BAŞAK

Film yapmanın iki şekli mevcut. İlki, halihazırda mevcut bir fikrin filme dönüştürülmesinde yer almak. Kamera önünden kamera arkasına geniş bir yelpazede bir vazife alanıdır burası. İkincisi ise bir fikir ile yola çıkıp filme dönüşmesine öncülük ederek süreci yürütmek. İkinci yol daha meşakkatli lakin daha nitelikli olandır. Bu yolun ilk adımı fikrin zihinden diğer zihinlere geçişini ifade eden senaryo safhasıdır. Film sanatı için masada başlayıp masada biten bir ameliye tabiri kullanılır. Zihinde uçuşan fikirleri zabt etmenin ve başka zihinleri bir mefkûreye ikna etmenin en verimli ve makul yolu onu kağıda dökmekten geçer. Nitelik cihetinden üstünlüğü de burada saklıdır. Boş bir sayfada kelimelerin arka arkaya gelmesiyle anlamlı bir yekûn husule getirmek az sayıda insanın maharetidir. Mensur edebi türlerden farklı olarak burada teknik bir şablona riayetle söz sanatlarından azade, seyircinin ekranda görmesini istediklerimizi tasvir eden, mekân ve zaman bütünlüğünü esas alan ve adına sahne denen anlamlı parçalara ayrılmış bir yazım esastır. Şablon halindeki yapı senaryoyu eline alan herkesin aradığını kolayca bulmasını sağlayacaktır. Ve senaryo filme nispetle nihai ürün olmadığı için bir hayalin taslağıdır. Ve bu taslak üzerinden filmin bütçesi işin ehlince kestirilebilmektedir. Bu teknik metin bize film sanatının kolektif bir sanat olduğunu ve parayla olan sıkı ilişkisini doğrudan aşikâr kılar.
Senaryo filme dönüşene kadar değişime ve dönüşüme uğrar. Bu bazen kevn bazen de fesad şeklinde cereyan eder. Kah kurumsal kah şahsi başka zihinler senaryo üzerinde fikir beyan eder hatta üslubunca dikte de ederler. Film sanatının toplumla kurduğu ekonomik münasebet, fikrin filme olan yolculuğunu tavizlerle döşer. Eskimeyen temalar, seyirciyi zihnindense duygusundan yakalama kolaylığı, sosyal hadiseler fikrin kuluçka yuvasının temelini teşkil ederler. Fikir, kâğıt üzerinde gelişmeye başlar.
Ama kâğıt bir kap vazifesi görür adeta. Zira fikir, filme dönüşmek üzere zihinden kâğıda kadem basmıştır. Fikir kâğıtta durduğu gibi durmaz. Müstakbel film için örnek görseller devreye sokulur. Benzer filmlerden görüntüler teşbih için imdada yetişir. Mekân çekimleri, tanıtım sahneleri devreye girerek fikir kağıttan taşmaya başlar. İnsanlar ikna edilerek fikrin filme dönüşmesi için uygun koşullar sağlanmaya çalışılır. Ferhat’ın dağları delmesini andıran bu süreç fikrin kâğıttan filme geçerek tekrar masaüstüne dönmesi sürecidir ve çokça insan ve alet emeğinin karşılığının verilmesini gerektirir. Film sanatı, İkinci Sanayi Devrimi’nin ruhuna uygun bir biçimde emek ve sermaye odaklı bir sanat olarak doğmuştur.
Film üzerine bir şeyler yapmaya gelince… Bu temelde bağımlı bir ilişkidir. Evvelce bahsettiğimiz meşakkate gelemeyenler, film sanatına olan bağlılıklarından ötürü film üzerine bir şeyler yapmaya yönelirler. Kahir ekseriyetin burada cem olduğu zahirdir. İlk akla gelen film eleştirisi yazmaktır. Onu toplu olarak yapılan film okumaları takip eder. Kadayıfın kaymak tabakasını ise akademik metinler teşkil eder.
Matbuatın ağırlığını koruduğu yıllarda kâh ticari “sinema” yazarlığı kâh daha nitelikli okura hitap eden dergilerde film eleştirileri varlığını sürdürüyordu. Korona öncesi kâğıt zammının ilk vurduğu alan, sinema dergileri oldu. Küllerinden dirilemeyen matbuat yerini daha evvelinde sürgün vermeye başlamış web sitelerine ve youtube kanallarına bıraktı. Bir yönüyle de film sanatının ontolojik imtihanıyla bir bütünleşme de meydana gelmiş oldu. Dijital edevat ile üretilen bir sanatın yazını da tamamen dijital olmuş oldu. Üretiminden sunumuna varoluşunu elektrik enerjisine borçlu olan bir sanat neticede sinema…

Çok eskiden asker ocakları içinde Ali mektebi barındırırmış. Okuma-yazma seferberliği ile literal manada okuryazarlık yaygınlaşınca bu sefer başka okuryazarlık durumları söz konusu oldu. Hatırladığım kadarıyla medya okuryazarlığının Milli Eğitim müfredatına girmesiyle bu türden bir kapı açılmış oldu. Eskinin kitap tahlili topluluklarının yerini film okuma toplulukları aldı. Sivil toplum kuruluşlarının favori etkinlikleri haline gelen film okumaları kimileri için ekmek kapısı haline de geldi. Şu yazıyı okuduğunuz sırada kim bilir kaç kişi film okuması yapıyordur Allah bilir…
Serbest teşebbüs, ekmek kapısını ilginç şekillerde zorlamadı değil. Sektörde usta-çırak usulüyle senarist ve yönetmen olan kimi sanatçılar, mahdud sürelerde ve makul ücretler karşılığında edindikleri birikimi külfeti karşılayabilecek taliplilerine aktarma yolunu da seçtiler. Bir nevi jübilesini yapmış futbolcuların antrenör olmasını andıran bir süreç de yaşanmış oldu korona günlerinde. Geriye usta-çırak münasebetinin epistemik zenginliğinden atölyelerin sertifikalarına tahvil olunan yeni normal kaldı. “Bir şey varsa bile bilinemez, bilinse bile aktarılamaz” diyen sofist Gorgias’ın meydan okumasına nanik yaparcasına her tarafımız online atölye ile doldu ve de taştı. İban numaram…
Film sanatı, hem şaşalı bir sanat olması hem de altyazı marifetiyle kıtaları aşması ile tesirini her kademeden insana ulaştıran bir sanat. Matbuat ile ömrünü geçirmiş, edebiyat alanında ürün, eleştiri hatta fikri eser vermiş isimlerin kendi alanlarındaki yetkinliklerini film alanına taşıdıklarını görmek de mümkün. Yalnız bu yetkinlik intikali daha ziyade yazarların lehine cereyan etti. Film okuma atölyeleri, festival, jüri üyelikleri, internet sitelerinde filmler üzerine yazılar ve nihayetinde yazıların derlenerek kisveyi tab’a bürünmesi. Senaryo hususunda film sanatına katkısı pekâlâ beklenebilecek isimlerin film eleştirisine meyletmeleri üzerinden kafa yormaya değer.
Gelelim kaymak tabakasına. Bir senarist ve yönetmen her film çalışmasında daha önce tekrarladığı bir süreç olmasına rağmen her şeyi sil baştan tecrübe etmek durumundadır. Hamileliğe teşbih edilebilecek bu vetire her aşamasında düşük riskini barındırmaktadır. Bir yönetmen başarı basamaklarında nefesini tüketirken ulaştığı seviyenin altına düşmemeyi nazarı itibara almak durumundadır. Dalgalı bir denizde yaşamak gibi. Akademik metinler, epistemik cemaatlere intisap ile ortaya çıkan ve bir iddiası olması beklenen metinlerdir. Akademik matbuat sahibine yüksek lisans, doktora, doçentlik ve profesörlük gibi ünvan basamaklarını masa başında elde etmesine vesile olur. Film yapmaktan daha kariyerli ve güvenli bir alandır, akademi. Sinema akademisi, film sanatının yüz binlerce örneği içinde bocalamaktan kurtulmak adına meseleyi tarihsel nazarla ele alarak anlamlı parçalara ayırmaya çalışır. Ülke sineması kavramının ortaya atılması, sanatsal akımlar, ideolojik cereyanlar, sosyal ve siyasi iniş çıkışlar, mihenk noktaları addedilerek temelde tarihçilik yapılır. Film sanatının malzemesinin insan olması hasebiyle sosyoloji ve psikoloji de sahaya inince mihver film sanatından insan ve toplum bilimlerine doğru çoktan kayıp gitmiştir bile.
Başlangıçta Kısa Film Vardı
Film sanatı üzerine bir şeyler yapmanın insanı nihayetinde iyi bir seyirci yapacağı muhakkak. Peki ya eser vermek? Tâlî olandan yüz çevirip esas olana yönelmek. Bu beraberinde film sanatı üzerine bir şeyler yapmanın nimetlerini elinin tersiyle itmeyi ve film yapmanın meşakkatini de göğüslemeyi getiriyor. Masa başından kalkıp tekrar lakin bir eserle masaya geri dönmek demek.
Burada bir izdivaç hasıl olur. Film üretmenin emek kısmını kolektif dayanışma ile imece usulünde cereyan ettirmek. Buna mukabil film sanatı üzerine düşünmeyi de birlikte götürmek. Mitostan logosa atılan teğellerle ilerleyen bir süreç. Aristoteles’in Poetika’sından tragedyalara, oradan mitolojiye varan bir irtibat mesaisi. Film sanatının sadece estetik başlığı altında incelenmesinin ne kadar eksik olduğunu fark edecek bir yolculuk bu. Ontolojinin ve epistemolojinin koridorlarından geçerek bir mecra bulma çabası. Sonrasında kendinden evvel gelene eklemlenmeyi içeren bir kendi göbeğini kendi kesme özgüveni. Karagöz ile Nasreddin Hoca’yı, tekke edebiyatıyla divan şiirini, menkıbelerle gündelik hayatı besleyen sufi mayadan nasiplenmek. Nazariyeyi ve fiili birlikte yoğurarak eser vermek. Bu terkib film sanatının parayla olan ontolojik bağını hafifletecek, masa başı çalışmanın epistemik zenginliğini devreye sokacak kısa filmdir.