ÜMMÜ HARAM BİNT-İ MİLHAN (Radıyallahü Anha)
Ümmü Harâm bint Milhan, Hz. Peygamber’in bi’setinden önce Medine’de doğmuştur, Hazrec kabilesinin Neccâroğulları kolundandır. Rasulullah’ın dedesi Abdülmuttalib’in annesi Selmâ, Neccâroğulları’ndan olduğu için Ümmü Harâm ve Ümmü Süleym ile Resûl-i Ekrem arasında süt veya soy bakımından teyze-yeğen ilişkisi vardı.
Ahmet POÇANOĞLU
Emekli Konya İl Müftüsü
36. HADİS
حديث أُمُّ حَرامٍ بنت ملحان رضِيَ اللهُ عنها عن انس ابن مالك رضي الله عنه: كانَ رَسولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عليه وسلَّمَ يَدْخُلُ علَى أُمِّ حَرامٍ بنْتِ مِلْحانَ، وكانَتْ تَحْتَ عُبادَةَ بنِ الصَّامِتِ، فَدَخَلَ عليها يَوْمًا فأطْعَمَتْهُ، وجَعَلَتْ تَفْلِي رَأْسَهُ، فَنامَ رَسولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عليه وسلَّمَ، ثُمَّ اسْتَيْقَظَ وهو يَضْحَكُ، قالَتْ: فَقُلتُ: ما يُضْحِكُكَ يا رَسولَ اللَّهِ؟ قالَ: ناسٌ مِن أُمَّتي عُرِضُوا عَلَيَّ غُزاةً في سَبيلِ اللَّهِ، يَرْكَبُونَ ثَبَجَ هذا البَحْرِ، مُلُوكًا علَى الأسِرَّةِ -أوْ: مِثْلَ المُلُوكِ علَى الأسِرَّةِ، شَكَّ إسْحاقُ- قالَتْ: فَقُلتُ: يا رَسولَ اللَّهِ، ادْعُ اللَّهَ أنْ يَجْعَلَنِي منهمْ، فَدَعا لها رَسولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عليه وسلَّمَ، ثُمَّ وضَعَ رَأْسَهُ، ثُمَّ اسْتَيْقَظَ وهو يَضْحَكُ، فَقُلتُ: ما يُضْحِكُكَ يا رَسولَ اللَّهِ؟ قالَ: ناسٌ مِن أُمَّتي عُرِضُوا عَلَيَّ غُزاةً في سَبيلِ اللَّهِ، كما قالَ في الأُولَى، قالَتْ: فَقُلتُ: يا رَسولَ اللَّهِ، ادْعُ اللَّهَ أنْ يَجْعَلَنِي منهمْ، قالَ: أنْتِ مِنَ الأوَّلِينَ. فَرَكِبَتِ البَحْرَ في زَمانِ مُعاوِيَةَ بنِ أبِي سُفْيانَ، فَصُرِعَتْ عن دابَّتِها حِينَ خَرَجَتْ مِنَ البَحْرِ، فهَلَكَتْ.
Ümmü Haram Bint-i Mihan (R. Anha) hadisi: Enes b. Malik’ten:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ümmü Haram Bînt-i Milhân’ın yanına girer o da kendisine yiyecek takdim eder idi. (Ümmü Haram, Übade b. Sabitin nikâhı altında idi.) Bir gün Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yine onun yanına girmiş o da kendisine yemek ikram etmiş, sonra (Efendimizin) başını taramaya oturmuştu, derken Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) uyumuş. Sonra gülerek uyanmıştı.
Ümmü Haram şöyle anlatır:
“Seni güldüren nedir ya Rasulallah?” dedim.
Rasulullah, “Ümmetimden birtakım insanlar! Bana Allah yolunda gaza ederlerken gösterildiler. Şu denizin enginine tahtlar üzerinde krallar olarak yahut tahtlar üzerinde krallar gibi biniyorlar. (Bu iki cümleden hangisini söylediğinde râvi şekk etmiştir.)” dedi.
Bunun üzerine, “Yâ Rasulallah Allah’a dua et beni onlardan eylesin” dedi. O dua buyurmuş sonra başını (yastığa) koyarak uyumuş. Sonra gülerek uyanmış. Ben yine, ‘Seni güldüren nedir ya Rasulallah?” dedim. O birinci defada dediği gibi “Ümmetimden birtakım insanlar!.. Bana Allah yolunda gaza ederlerken arz olundular…” buyurdu.
Ben “Ya Rasulallah Allah’a dua et beni onlardan eylesin.’ dedim. ‘Sen evvelkilerdensin!” buyurdular.
Sonra Ümmü Haram Binti Milhân Muaviye zamanında (Gemiye) binmiş ve denizden çıktığı anda hayvanından düşerek vefat etmiştir.
(Buhari: 2877,2878,7001,7002. Müslim: 1912)
BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
Bu hadis-i şeriften biz şunu öğreniyoruz ki; ilim aramak, haccetmek, cihat etmek gibi Allah rızasını kazanma niyetiyle yapılan her sefer Allah ve Rasulüne yapılmış bir hicret olduğundan mükafatı da Allah’a (cc) aittir.
İmam Buhari; (باب: فضل من يصرع في سبيل الله فمات فهو منهم) cihat yolculuğu sırasında daha savaşa katılmadan düşüp ölen de şehitlerdendir başlığında bu hadisi şerifi nakletmiş ve bab başlığı olarak Nisa Suresi 100. ayeti zikretmiştir:
وَمَنْ يُهَاجِرْ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ يَجِدْ فِي الْاَرْضِ مُرَاغَماً كَثٖيراً وَسَعَةًؕ وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِهٖ مُهَاجِراً اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِهٖ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِؕ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَحٖيماًࣖ
Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek birçok uygun yer ve imkân bulacaktır. Kim Allah ve Rasulü uğrunda hicret ederek yurdundan çıkar da sonra ölüm onu yolda yakalarsa artık onun mükâfatını vermek Allah’a aittir; Allah daima günahları örtmektedir, engin rahmet sahibidir.
Bu ayet Mekke’de Müslüman olmuş ve hicret farz kılındığı sırada hicret etmemiş olan bazı kişiler hakkında inmiştir.
Bu ayet inince Rasulullah (s.a.v.) bunu Mekke Müslümanlarına göndermiş, çok yaşlı bir zat olan Cündüb b. Damre’de (r.a) oğullarına, “Beni bir binite yükleyiniz. Çünkü ben ne güçsüzlerden ne de yolu bilmeyenlerdenim. Allah’a yemin olsun, bu gece Mekke’de yatmam.” demişti. Oğulları bunu bir sedyeye koyup Medine’ye gitmek üzere binite taşıdılar.
Cündüb b. Damre Medine’ye gelirken yolda Ten’im denilen yerde öleceğini hissederek sağ elini sol eline koymuş, “Allah’ım, şu senin, şu da Rasulünün eli. Rasulün sana ne ile biat ettiyse ben de öyle biat ediyorum.” demiş ve ruhunu teslim etmişti. Bu haber Hazret-i Peygamber’in (s.a.v.) ashabına ulaştığı zaman, “Medine’de vefat etseydi sevabı eksiksiz olurdu.” demişler, bu ayet de bunun üzerine inmiştir.
İlk dönemlerde deniz yolculuğuna çıkma konusu tartışılmış olsa da “Sizi karada ve denizde gezdiren O’dur” (Yunus, 22)ayeti ve bu hadis bize deniz yolculuğuna çıkmanın herhangi bir sakıncasının bulunmadığının delilleridir. Aynı zamanda bu hadis-i şerif kadınların da cihada katılmasının iznidir. Zira cihat, Müslümanın Allah’a kulluk ve onun rızasını temin için İslam esaslarını öğrenme, öğretme, ferdî ve içtimaî planda yaşama, yaşanmasına çalışma, İslam’ı tebliğ ve bu hususlarda içte ve dışta karşılaşacağı engelleri aşma konusunda içinde bulunması gereken şuurlu ve sürekli gayret ve aksiyon halini ifade eder Ancak “Siz kadınların cihadı hacca gitmektir” hadisinden kadınların cihada katılamayacakları hükmü çıkarılamaz; cihat kadınlar için nafile bir ibadet veya ihtiyaç halinde farz-ı kifaye hatta farz-ı ayn olur. Zira “Düşmanın bir memlekete saldırması durumunda seferberlik olursa, cihat farz-ı ayn olur ve savaşmaya gücü yeten her Müslüman için bu farziyet geçerlidir. Çünkü Allah-u Teala, ‘Gerek hafif gerek ağırlıklı olarak sefere çıkın’ (Tevbe, 41) buyurmaktadır. Köle, sahibinden izin almadan, kadın kocasından izin almadan bu savaşa çıkar. Anne babasından izin almadan çocuğun da bu savaşa çıkması mubahtır.” (İmam Kâsânî, Bedaiu’s-Sanai’, 9/4301)
ÜMMÜ HARAM BİNT-İ MİLHAN (Radıyallahü Anha)
Ümmü Harâm bint Milhan, Hz. Peygamber’in bi’setinden önce Medine’de doğmuştur, Hazrec kabilesinin Neccâroğulları kolundandır. Rasulullah’ın dedesi Abdülmuttalib’in annesi Selmâ, Neccâroğulları’ndan olduğu için Ümmü Harâm ve Ümmü Süleym ile Resûl-i Ekrem arasında süt veya soy bakımından teyze-yeğen ilişkisi vardı. Bazı alimlere göre Ümmü Harâm, Hz. Peygamber’in süt teyzelerinden biriydi, bazılarına göre ise aralarında babası veya dedesi yönünden süt teyzeliği bulunmaktaydı. “Hala Sultan” diye tanınması, Arapçada teyze anlamına gelen “Hâle”nin Türk dünyasına “Hala” olarak geçmesi sebebiyle olmuştur. Babasını adı Milhan; annesinin adı Müleyke Hanım’dır.
Enes b. Mâlik’in annesi Ümmü Süleym’in kız kardeşidir, her iki kardeş de Bi’rimaûne hadisesinde şehid düşen Harâm ve Süleym’in de kız kardeşleridir. Resûl-i Ekrem’e biat eden kadınlardan olan Ümmü Harâm, Ubâde b. Sâmit ile evlenmiş ve bu evlilikten Muhammed adında bir çocuğu doğmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.v.), Ümmü Haram validemize “annemden sonraki annem” derdi. Kubâ mescidine gittiği zaman yakınlığı sebebiyle Ümmü Haram’ın evini ziyaret eder, yemek yer ve öğle uykusuna yatardı.Resul-i Ekrem (s.a.v.) Medine’de eşleri dışında hiçbir kadının evine girmezdi Bunun sadece bir istisnası vardı. Ümmü Süleym şöyle der: Resul-i Ekrem (s.a.v.) onun evine giderdi. Kendisine bu konu sorulduğunda şöyle buyurdu: “Ben ona çok acıyorum. Onun kardeşi benimle birlikte iken öldürüldü.”.
Hala Sultan ve kız kardeşi Ümmü Süleym, Medineli hanım sahabiler arasında saygıdeğer bir konumdaydılar. Ümmü Harâm ve Ümmü Süleym kardeşler, hicretten sonra Hz. Muhammed’in (s.a.v.) çalışmalarına samimi destek vermişlerdir. Ümmü Süleym’in oğlu ve Ümmü Harâm’ın yeğeni Enes (r.a.), on yaşından yirmi yaşına kadar Peygamberimize hizmet etmiştir.
Uhud ve Huneyn gibi savaşlarda bulunup yaralı askerlere hizmet eden Ümmü Harâm kocasıyla birlikte Suriye savaşlarına katılmak için Dımaşk’a da gittiği bilinmektedir. Hz. Ömer döneminde Kudüs’te kadılık, Humus’ta valilik yapan büyük sahabi Ubade bin Sâmit (r.a), Akabe biatlarında bulunmuş, Hz. Peygamber’in bütün gazvelerine katılmış, Mekke fethinde Ensar birliğinin kumandanlığını yapmıştır. Karısı Ümmü Haram ilerlemiş yaşına rağmen “Allah Rasulü’nün tebşir ettiği vakit geldi.” diyerek Hz. Osman’ın halifeliği döneminde yapılan ve müslümanların ilk deniz seferi olarak geçen “Kıbrıs seferine” eşiyle birlikte iştirak etmiştir.
Halife Osman döneminde Suriye Valisi Muâviye b. Ebû Süfyân (r.a.), yıllardan beri Bizans’a karşı Anadolu’da karadan yürütülen savaşların yanı sıra denizden de hücuma geçmenin kaçınılmaz olduğunu görerek Kıbrıs’a bir donanma gönderilmesi hususunda halifeyi ikna etti. Halife, sahillerin askerle takviye edilmesi ve hiç kimsenin sefere zorlanmayıp yalnız gönüllülerin alınması şartıyla Kıbrıs’a hareket edilmesine izin verdi. Muâviye’nin 28 (648-49) yılında Kıbrıs üzerine düzenlediği sefere Ebu Zer, Ebu’d-Derda, Şeddad bin Evs (r.anhüm) gibi bir çok gönüllü sahabenin yanında Ubâde b. Sâmit ile hanımı Ümmü Haram da katılmıştır.
Muâviye donanmanın idaresini Abdullah b. Sa’d Ebû Serh ile Abdullah b. Kays’a verdi. Müslümanlar Kıbrıs’ın merkezi Konstantia önünde karaya çıkarak şehri kuşattılar. Karaya çıkıldığı sırada Ümmü Haram bindiği hayvanın ayağı sürçtü, düşüp 86 yaşında (28/648) şehit oldu ve burada defnedildi.
Osmanlılar Kıbrıs’ı fethedince (1571) kabri ihya edilmiş ve 1760’ta üzerine Şeyh Hasan Efendi tarafından türbe inşa edilmiştir. Türbenin çevresinde, 1795’te Kıbrıs muhassılı Silâhdar Kaptanbaşı Mustafa Ağa tarafından şadırvan, 1797’de tekke, 1816’da Kıbrıs muhassılı Seyyid Mehmed Emin Efendi tarafından cami yaptırılmak suretiyle küçük bir külliye teşekkül etmiştir. Türbe, Kıbrıs’ın Rum kesiminde, Larnaka şehri dışında Tuz gölünün yakınında yer almaktadır. Ümmül Haram bint-i Milhan ile Urva bin Sâbit (r.a) Kıbrıs’ta mezarları olduğu bilinen iki sahabedir. Hicri 10. yüzyılda Kıbrıs’a gelen Arap Seyyahı Herevî hem Ummü Haram’ın mezarını hem de bir kilise duvarında bulunan taş kitabede “burası Hicri 29 yılı Ramazan’ında (650 Mayıs) ölen Urva bin Sâbit’in kabridir” ifadesini okuduğunu yazmıştır.
Ümmü Haram’ın Kıbrıs’ta Hala Sultan Tekkesi adıyla bilinen, Larnaka civarında Tuzla’daki kabri bugün de ziyaret edilmektedir. Kaynaklarda kabrinin “sâliha bir kadının kabri” diye bilindiği ve orayı gayrimüslimlerin de ziyaret ettiği belirtilmektedir.
“Donanmanın piri” olarak kabul edilen Hala Sultan I. Dünya Savaşı’na kadar buradan geçen Osmanlı gemilerince top atışı ile selâmlanmış, türbe padişahlar ve devlet ricâli tarafından sunulan kıymetli hediyelerle donatılmıştır. 1959’da onarım geçiren ve Kıbrıs Evkaf Dairesince içinde bir kütüphane tesis edilen tekke 1963’te Rumlar tarafından tahrip edilmiş ve bir süre askeri karargâh olarak kullanılmıştır. 1974 Barış Harekâtı sırasında, adanın tamamının alınması, hiç değilse Hala Sultan’ın kabrinin bulunduğu bölgenin alınması çabaları, ABD tarafından engellenmiştir.
Hala Sultan’ın İslam tarihinin teşkilatlı ilk deniz seferine katılması, zor zamanlarda inancını ve yurdunu korumakta büyük cesaret gösteren İslam hanımları içinde ilk ve güzel örnekler arasında yer almış; böylece istiklâlimizi, dini ve millî varlığımızı korumak için omuzunda mermi taşıyan fedakâr annelerimizin müjdecisi, habercisi, öncüsü olmuştur.
Ümmü Harâm, Resûl-i Ekrem’den beş hadis rivayet etmiş olup bunlardan biri Buhârî ve Müslim’in ṣaḥîḥ’lerinde, müttfekun aleyh, diğerleri de Tirmizî’nin Sünen’i dışında Kütüb-i Sitte’de bulunmaktadır.
Allah O’ndan Razı Olsun.