Bir Manipülasyon Aracı Olarak Özgürlük

Dostlar, Filistin davasından yola çıkarak sizlerle asıl özgürlüğe dair biraz konuşmak istiyorum. Zira yaşadığımız çağın algoritmasında kendini bir tercih gibi pazarlayan “META” zorbalığını oturup bir konuşmamız gerekiyor. Yaşam tarzımızdan tutun da düşünsel becerilerimizin yönetilmesine kadar her şey, sözde “bireysel” ve “benlik” tasarısı üzerinden kendini dayatıyor. Bunu da manipülatif metotlarla dört koldan işliyorlar. Günün sonunda tercihlerimiz, beklentilerimiz, sevdiklerimiz, nefret ettiklerimiz ve “benim kararım” dediğimiz hiçbir şeyin aslında kendi şahsiyetimizle alakası olmadığını görüyoruz.

Şehnaz FINDIK İNAN

İslami düşünce ve kültürü tekdüzelikten, faydasız alışkanlıklardan ve zihinsel bunalımlardan kurtarmanın bir yolu var mı? Felç olmuş zihinsel muhafazakârlıktan öte gidemeyişimizin arkasında politik birtakım beklentiler mi söz konusu? Seküler hegemonya kendi ritüellerine evrensellik atfetmişken sözde “özgürlük” dayatmasına karşı tahminen ne zaman direnmeye başlarız?

Bu yazının kaleme alındığı saatlerde HAMAS lideri İsmail Haniye’nin şehit edildiğini öğrendik. Bu şehadet haberi ile Haniye’nin hepimize sahip çıkın dediği Filistin direnişinin bizim günlük kavgalarımızdan çok daha büyük bir kavga olduğunu yakinen idrak ettik.

Peki, bizden görünen, bizim gibi ehl-i kıble olduğuna şahit olduğumuz Müslümanların Filistin davasına bu denli mesafeli durması niye? Bir Müslüman nasıl siyasi yahut ideolojik gerekçelerle Gazze’de yaşananları görmezden gelebilir? Siyonizmle mücadelede Müslümanların birçoğunda var olan bu kayıtsızlığın nedeni ne olabilir? Niçin dindaşlarımızla aynı düşmandan nefret edip aynı dostları sevemiyoruz? Bizi ümmet kılan en önemli ortak özelliklerden biri sevme ve nefret etme nesnelerimizin/öznelerimizin aynılığı değil mi? İsmail Haniye ve onun gibi yaşadığı müddetçe davasına hizmet eden insanların her daim hatırlattığı şey de bu değil mi? Ortak düşmana karşı birlik!

Yaşadığımız çağa gerçek bir miras bırakmak dışında pek bir derdi olmayan bu “delilik” abidesi adamları bir daha ne zaman görürüz bilmiyorum. Hamd olsun onlardan çokça var, diyebilirsiniz. Nitekim vardır da. Ancak sesini milyarlık İslam ümmetine bu denli gür bir şekilde duyurabilmek için epey zamana ihtiyaç var. Zira bir Haniye yetiştirmek için birkaç asırlık intikamın tek bir bedende birleşmesi gerek. Ancak bu direnişi anlayabilmek, dönen oyunları idrak edebilmek özgür bir zihinsel süreçten geçmiş olmayı zorunlu kılıyor. Sahip olduğumuz algı araçları her ne kadar rızamıza dayanan bir sistemle çalışıyor gibi görünse de yetiştirdiğimiz çocuğumuzu dahi ele geçiren ve düşüncelerimizi bambaşka çıkar odaklarının düşünceleriyle aynı kıvama getiren şiddetli bir manipülasyonla karşı karşıyayız. Yani ümmetimizi ortak düşmanlara karşı birlik olmaktan alıkoyan şey bu şer odakların kendi politik ve ideolojik çıkarlarını sözde bizim çıkarlarımız gibi sunabilme konusunda mahir olmaları.

Gelelim bu yazının anlatmak istediği meseleye. Dostlar, Filistin davasından yola çıkarak sizlerle asıl özgürlüğe dair biraz konuşmak istiyorum. Zira yaşadığımız çağın algoritmasında kendini bir tercih gibi pazarlayan “META” zorbalığını oturup bir konuşmamız gerekiyor. Yaşam tarzımızdan tutun da düşünsel becerilerimizin yönetilmesine kadar her şey, sözde “bireysel” ve “benlik” tasarısı üzerinden kendini dayatıyor. Bunu da manipülatif metotlarla dört koldan işliyorlar. Günün sonunda tercihlerimiz, beklentilerimiz, sevdiklerimiz, nefret ettiklerimiz ve “benim kararım” dediğimiz hiçbir şeyin aslında kendi şahsiyetimizle alakası olmadığını görüyoruz.

Bu önemli tespitin ardından özgürlük, esasen “kimi seveceğimize ve kimden nefret edeceğimize” salt, duru, arı bir şekilde, sadece kendi akli ve kalbi melekelerimizle karar vermek olarak karşımıza çıkıyor. Yani özgürlük, insan özünün külli iradeden kopmadan kendi yaşamına dair tercihlerde bulunması ve bu hususta Rahman ile bağını diri tutmasını ihtiva ediniyor. Tabi bunun yanında çağın tüm baskı ve dayatmalarına karşı insana biçilen kaderin insanca tasarrufa açık olmasını da işaret ediyor. Yani tüketim toplumunun bir parçası olan “birey” için oldukça uzak bir ihtimali gözler önüne seriyor.

Çağın insanı hiçbir manipülasyon ve etki altında kalmadan kendi öz bilgi, beceri, mizaç, çevre ve yaşantısıyla tüketim toplumunun bir parçası olamaz. Bu kısım ezber bir şekilde kapitalizm eleştirisi içeriyor, diyebilirsiniz. Fakat dikkat çekmek istediğim nokta, kimleri sevip kimlerden nefret edeceğinize başkalarının karar verdiği bir iktisadi sistemde özlük bilincinizin ve zihinsel özgürlüğünüzün yok edilmesinin çok da zor olmadığı. Çağımız düşünürlerinden Byung Chul Han bu konuda sunduğu çarpıcı tespitlerinden birinde insanlığa verilen mesajlarla, “yapmamalısın” yahut “yapmalısın” toplumu yaratmak için üretenlerin tüketici kitlenin mahrem düşüncelerini dahi pazara çıkardığını ifade ediyor. Bu ticaretin metası ise insanın özgür iradesini koruyan her şey. İnsanın bir hobiyi sevmesini yahut bir ülkeyi ziyaret etmesini tetikleyen dürtü, onun bilincine çeşitli vasıtalarla sürekli olarak işleniyor. Bu ahlaksız girişim, karşılıklı rızaya dayandırılmaktan da geri kalmıyor. Çünkü insan, gerçekten de içine düştüğü manipülasyon sancısı ile neyi ne için sevdiğini ve neyden ne için nefret ettiğini anlayamayacak halde. Öte yandan Chul Han, elbette ki toplumdaki bu aynılaşma sorununun çözümlerine dair çağlar öncesinden sunulan İslami reçeteden bihaber.

Platon’un “her insanın özgür bir birey olduğuna inandırılması” hakkındaki görüşlerini şerh eden İbn Rüşd’e göre özgürlük, insan şahsiyetinde yerine başka bir şeyin konulamayacağı önemli ve hayati bir alan açıyor. Böylelikle yaşam tarzını ve yaşam alanını seçtiğine inanan insan, beşeri zevk ve hırs sahibi başka insanların yönlendirmelerini fark etmeden kanıksamaya başlıyor. Yavaş yavaş zihnine işlenen aynılığı, köleliği ve başkalarının yararına olabilecek her türlü tercihi kendi aleyhine dahi olsa benimsemeye başlayan “toplumun insanı” için kendi kararlarım dediği her kararın altında özgürlüğüne olan inancı yatıyor Ancak İslam, bu noktada kader ve kaza inancı çerçevesinde müntesiplerinin özgürlük anlayışına tabiri caizse bir hikmet gömleği giydiriyor. Yani özgürlük düşüncesi, insanı düşünebilen ve konuşabilen bir hayvan olmanın ötesine taşıyarak onu sevme ve nefret etme nesnesini seçebilen bir canlı olarak yeniden konumlandırıyor.

İslamiyet’in bilhassa tasavvufta çokça zikredilen “Allah için sevmek” ve “Allah için buğzetmek/nefret etmek” desturu, sevme ve nefret etme nesnesini seçebilen insanın özgürlük bilincini teminat altına alıyor. Burada kavramsal olarak “özgürlük bilinci” denilmesi önemli, çünkü özgürlüğü bilinçli bir kavrama ile idrak edebilmek bir insan-ı kâmil mahareti sayılıyor. İnsanın kendi nefis ve hırslarından, arzu ve menfaatlerinden sıyrılarak bir şeyi yahut bir kimseyi Allah için sevmesi veya ondan Allah için yüz çevirmesi/nefret etmesi tasavvuf erbabınca kemâlât belirtisidir. Öğretilerinde sıklıkla eşya ile irtibatı rıza ile irtibattan kopmadan yapmayı vurgulayan arifler için sevmek ve nefret etmek, asli iki duygu olarak kalbin kimin emrinde olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla tarih boyunca kötülük üretenlerin asıl amacının insanın sevme ve nefret etme duygularını manipüle ederek onu fıtratından saptırmak olduğunu söylemek mümkün. Dolayısıyla başkalarının güdümünde sevgi ve nefret nesnesini/öznesini seçen insan, yeri geldiğinde kendisi için iyi olduğuna inandırıldığı için bu uğurda kan döküp savaşarak kötülüğün sürekliliğini sağlamış oluyor. Modern zamanın “köle zihinler”ini de aynı bu yolla teşekkül eden muhterisler, insan topluluklarını özgür, demokratik ve değerli olduklarına ikna etmede hiçbir zaman zorluk çekmiyor.

Şimdi gelelim baştaki sorularımızı hatırlatmaya. Özgür olduğuna inandırılan köle zihinlerden İslam ümmetine mensup olanlar için çağın sunduğu hiçbir şey asıl mutluluk kaynağı olmayacak. Bunu fark etmeyi kendine zulüm sayan demokrasi Müslümanlığı, İslami düşünce ve yaşamı teşekkül eden her bir kaideden hesap sormak istiyor. Birçoğu da şimdilerde “Neden böyle değil, neden seçemiyorum, neden buyrukların bir kısmını sevmediğim halde ona uymak zorundayım, birtakım kaidelerde biraz esneklik payı olmalı, bunlar eskiden uygundu şimdi başka şeyler yapabiliriz” gibi yeni “demokra-din” yollarını aşındırmak için başka bir İslam oluşturmayı bekliyor.

Zihinsel bunalımların insanlığı hapsettiği özgürlük bataklığı, özgürlüğüne tapınan nihilist, hedonist ve egoist toplumları içeriden kemirerek yok ediyor. Seçme özgürlüğünü bir başka insan yahut kurumun kişisel-kurumsal çıkarlarına göre ayarlamış bir Müslüman, dünyada olup biten meselelere tevhit penceresinden bakamıyor. “Allah için desteklemek” ve “Allah için karşısında durmak” eylemlerinin birer itikadi zaruret olduğuna dair güncel hakikati yeterince algılayamıyor. Bu durum uzun vadede sevme ve nefret etme odağında birkaç asrın kaybedilmesine sebep olacak sapmalar meydana getiriyor. Kendinden olana düşman, öz benliğine uzak, hazcı ve nefsani itibarla sevme ve destekleme eyleminde bulunan büyük bir ahmaklık doğuyor. Bu da gençlik çağlarında yeterince bilinç ve aksiyon geliştiremeyen ancak zihinsel muhafazakârlığını hepten kaybetmemiş Müslüman toplumlar için dinin dış dünyada bir karşılık bulamaması sonucunu beraberinde getiriyor.

Kendi dindaşlarıyla bırakın yol yürüme arzusu taşımayı, kendinden olana sevgi ve merhamet beslemeyen, haz duygusu kışkırtılmış, aidiyet duygusu yalnızca haz duyduğu “şey”ler etrafında şekillenmiş, basiretsiz bir Müslüman topluluk türedi. Her ne kadar çoğunluğu oluşturmasa da etki alanı gittikçe artan ve önü alınmazsa kitlesel bir ifsadın habercisi olabilecek bu topluluğun terbiye ve idaresi, güzelliği yaymada mahir insanlara düşüyor. Hoş bir dil, keskin ama sevilesi bir üslup ve hakkaniyetle yaklaşıldığında hemen her topluluğun içerisinde var olan diğerlerine göre nispeten daha sağduyulu insanlara dokunmak mümkün. Aksi halde zihnimizi felç eden haz hegemonyası özgürlük silahıyla bizi kolaylıkla vurmaya devam edecek.