Özgürlük Yatay mı Dikey mi?

Tanrı ile ilişkimiz dikeydir ve O’ndan bağımsızlık söz konusu olamayacağı için dikey özgürlük koca bir yanılsamadır. İnanç sahibi olmayanlar kendilerini bunun dışında görebilirler.

Zeynep YÜCEL

“Özgürlük mümkün müdür? Ne kadar mümkündür? Özgürlüğe mecbur muyuz? Tamamen bir özgür olmama hali olabilir mi? Neden özgür olmak isteriz? Özgürlük bizatihi bir amaç mıdır yoksa bir amaca mı hizmet eder? Özgürlük doğal hal midir? Zaten var olan ama sonradan kısıtlanan bir haslet mi yoksa emek verilerek elde edilen bir kazanım mıdır?” Bu sorular özgürlük deyince benim aklıma ilk gelenler. Kabaca bir tanım yaparsak da “insanın tercih edebilmesi” diyebiliriz. Tercihini eyleme dönüştürebilmesi bunu bitişik bir şekilde takip eden ikinci bir unsur olabilir.

İnsan bebek olarak, yani tam bağımlı bir varlık olarak dünyaya gelir. Konuşmayı, yeme-içmeyi, doğru-yanlış algısını vb. hep bir başkasından öğrenir. Sosyal çevre dediğimiz bu etki alanı da bebek büyüdükçe gün be gün büyür, genişler. Kişinin gelişimi ilerledikçe farkındalığı artarken, maruz kaldığı etki alanı da genişlemeye devam eder. Bu sırada genellikle eskiden beri öğrenile gelenlerin birçoğu farkında bile olmadan yerleşir, kemikleşir. Toplu yaşamak zorunda olan insan, varlığını hep bir başkasına, başka şeye ihtiyaç duyarak geçirir.

Peki, özgürlük bunun neresine düşer? Sadece bir anına… Bir düşünce ya da durum karşısında o anki iradî yargımız bize aittir. Söz bizim ağzımızdan, eylem bizim elimizden çıkmıştır ama öncesindeki yıllar yılı birikimi göz ardı etmek gerçekçi olmaz. Bu açıdan insanın dış etkenlerden tamamen bağımsız olması anlamında bir özgürlük mümkün görünmüyor. İnsan ancak, şahsiyetini güçlendirerek bu etkiyi azaltması oranında özgürleşebilir. Yani özgürlük, dünya üzerinde var olanlara; diğer insanlara, yaşanan olaylara, bunlardan doğan etkilere karşı yatay düzlemde ortaya çıkabilen bir kazanımdır. Bu anlamda özgürlük yatay bir kavramdır.

Kutsala Karşı Dikey Özgürlük Yanılsaması 

Günümüzde, diğer insan tekleri yahut toplum ve onun geleneksel ürünlerinden bağımsızlık, bunlara dönük kayıtsızlık anlamında bir özgürlük anlayışı gözle görülür belirginlikte. Ama bunun dayandığı asıl zeminin -kişilere göre bilinçli yada bilinçsiz bir şekilde- dini otoriteye/kutsala ve bundan neşet eden sınırlara dair bir itiraz olduğu artık gözle görülür değil, elle de tutulur bir gerçekliğe dönüştü. Buna paralel olarak pratik düzlemde nefs-i emmaresine uymakla özdeşleştirilen bir özgürlük anlayışı pekişti. 

Burada birçok temel çelişki var. Birincisi, Tanrı’dan özgürleşilebileceği yanılgısı. Tanrı ile ilişkimiz dikeydir ve O’ndan bağımsızlık söz konusu olamayacağı için dikey özgürlük koca bir yanılsamadır. İnanç sahibi olmayanlar kendilerini bunun dışında görebilirler. Burada çelişki denmesinin nedeni, bizim ülkemiz söz konusu olduğunda, Allah’ın varlığı ve birliğine iman ettiğini söylemekle birlikte özgürlük tanımını dikey boyutla algılayan, kendilerine dönük eleştiri yapılacak olursa da savunma mekanizmasını, “Biz de Müslümanız!” şeklinde, dine referansta bulunarak çalıştıran ciddi bir kitlenin var olması.

İkincisi, özgürlüğün dini değerler karşısına adeta bir antitez gibi yerleştirilmiş olması. Kendisi olarak değil de salt tepkisel bir düzeye indirgenmesi. Örneğin, örtünen bir kadının özgürlüğünden mahrum olduğu yaygın bir yargı. Çoğu zaman dini inancının gereği olan yasakları kabul etmesi, kişiyi özgürlükten mahrum bırakıyor gözüyle bakılıyor. Siz, “ama bu benim tercihim, bilinçli vazgeçişim” demeye kalmadan dindarlık, özgürlüğün kısıtlanmasıyla eşitleniveriyor. Aynı zihin, istemeyerek içki içirilen ya da örtüsünü açmaya zorlanan kişinin de özgür olduğunu düşünebiliyor doğal olarak. Çünkü kutsalın sınırı çiğnendiyse özgürce bir iş yapılmış oluyor. Kişinin düşüncesi, tercihi, iradesi bu özgürlük anlayışına göre geçerli kriter değil. Burada özgürlük, kutsala karşı kutsanan bir olguya, ona karşı açılan bir bayrağa dönüşüyor. Bu iki yaklaşım da millet olarak maalesef büyük bir aşağılık kompleksi ile celladına âşık oluş sonucu, patolojiye dönüşmüş ibretlik bir travma ürünü.

Üçüncüsü, özgürlüğün sorumlulukla ilişkisinin göz ardı edilip, haz ile kayıtlanmış, hedonistçe istediğini yapabilmek tanımı. Bir sabiteden bağımsız, sorumsuzca, “Yapabilirim, çünkü istiyorum” hamlığı ile nefsin semirtilmiş halinden neşet eden anlayış. Oysa özgürlük, nefsin kölesi olmanın değil, iradeli olmanın sonucudur. Dini emir ve yasaklar ise irade terbiyesiyle doğrudan ilişkilidir. Özgür olmak için mücadele vermek gerekir. Mücadele disiplindir, vazgeçiştir. Özgürlük bu anlamda sınır tanımamak değil, sınırları koruyabilmektir. İradeyi zayıflatan, dumura uğratan şeyler iyi ve doğru görülmez, kısıtlanır. Dolayısıyla bu özünde bir kısıtlama değil özgürlük imkanıdır. Mesela din, afyona bundan sebep karşıdır!

Toparlayacak olursak özgürlük, yatay düzlemde; yani insan-insan, insan-toplum ilişkisinde şahsiyetini inşa ederek etki alanını azaltmak, iradesini güçlendirerek nefsinin dizginlerini eline almak ve ona göre davranabilmektir. Dikey düzlemdeki karşılığı sadece Allah’a teslimiyettir. Yatay ve dikey boyutu ayıramadığımız sürece insanla ve onu yaratanla ilişkimizi belirsizliğe mahkûm ederiz. Kutsal’dan özgürleşmeye kalkıp nefsimizin kölesi oluruz.