Gazze’yi rüyalarımızda değil, her gün, her an hatırlamazsak, kalbimiz sızlamazsa, direnişi gündemde tutmazsak ölürüz. Kalbimizin Gazze ile canlı kalmaya her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Nitekim şimdi bu halde “yaşıyor” olduğumuzu kim iddia edebilir? Yaşamak denir mi bu ahvale?
Öznur GÖRÜR KISAR

Bu yazıyı kaleme alacağımı bilmezden bir gün evvel bir rüya gördüm. Rüyamda Gazze sokaklarındayım. Zifiri karanlıkta, bakışlarımı nereye çevirsem boğazım düğüm düğüm, gözyaşlarımı tutamadığım bir manzara ile karşılaşıyorum. Ağladığımı birlikte aynı ortamda bulunduğum insanlara aşikâr etmemeye çalışarak, şaşkın ve korku dolu gözlerle etrafı incelemeye, olan biteni anlamaya devam ediyorum. Gazze’yi ajanslardan görmeye benzemiyor o an şahit olduklarım. Korku kol geziyor; şehadetten korkmayan, fakat evladını, sevdiğini şehadet makamına göndermenin de ne kadar acı olduğunu ve bu ağırlığın, kederin yüzlerine nasıl yerleşip derinlik kattığını okuyorum her birinin gözlerinden. Onları dinliyoruz, halleşiyoruz; nasıl olacaksa artık, dertlerine derman olmaya gelmişiz ülkemizden. Beraber olduğumuz hanımlarla birlikte çok kısıtlı şekilde yiyecek birkaç parça ekmeğe ulaşmaya çalışıyoruz. Üst üste birkaç fırına zar zor ulaşıp defalarca sorarak nihayet ufak birer parça ekmek bulabiliyoruz. Karanlığın içinde, birkaç ağaç karaltısı altında ve tehlikenin nereden geleceğini bilmeden öylece tetikte kalbimiz. Her an sokağın başında bulunan Siyonist askerlerin bir fenalık yapmalarından korkuyoruz. İçimizden zalimlerin her birine lanetler yağdırıp beddualara tutunarak gönlümüzü ferahlatıp, yaradana sığınıyoruz.
Rüyamda biliyorum ki kalan binlerce yetimle ilgili bir proje için oradaymışız. Çocukları uzun uzun izliyorum; fakat onlara selam verecek gücü kendimde bir türlü bulamıyorum. Gözleri ışıl ışıl, fakat bakışları adeta buz kesmiş her birinin. Hemen hepsi geçen zaman içerisinde büyümüş, sanki koskoca yetişkin birer insana dönüşmüş. Yüksek sesle ağlıyorum rüyamda ve sonra aniden İstanbul’daki yatağımda, kendi ağlama sesime uyanıyorum.
Bir rüyada bile o çok sınırlı bir vakitte yani, böylesi bir manzaraya şahit olmak gönlüme ç-nasıl ağır geliyor, anlatamam. Neredeyse koca bir yılı bulacak kadar bir zamanda onca tevekkül, sabır, dirayet ve Asr-ı Saadetin bir örneğini canlı canlı bize göstermiş olmalarını büyük bir hayranlıkla düşünüyorum, aklım almıyor.
Gazze’yi rüyalarımızda değil, her gün, her an hatırlamazsak, kalbimiz sızlamazsa, direnişi gündemde tutmazsak ölürüz. Kalbimizin Gazze ile canlı kalmaya her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Nitekim şimdi bu halde “yaşıyor” olduğumuzu kim iddia edebilir? Yaşamak denir mi bu ahvale?
Rüyamda olan biteni arkadaşıma anlatırken, ilginçtir ki Gazze yorgunluğumuzu(!), Gazze’yi eskisi gibi gündemde tutma konusunda çabasız oluşumuzu, çaresiz kabullenişimizi ve zulmü nasıl da kanıksamış olduğumuzu düşünüyorum. Halimizi garipsiyorum, içim ürperiyor. Yorgun olacak birileri varsa Gazze halkının ta kendisi olmalı diyorum. Takat yeter mi bunca gün, bunca hafta, bunca ay, bunca şehit ve bunca yıkıma artık? Sessizliği bozmak istiyorum.
Bu direniş yakın zamanda zaferle nihayetlenecek, buna inancımız tam. Elhamdülillah, Allah’ın yardımı çok yakın. İnanan gönüller için imkânsızın, olmazların bir ehemmiyeti yok elbette. Gönülden iman üzere olsunlar kâfi. Mevla onları çok yakında zaferle şereflendirecek, inşallah.
Peki, nasıl toparlanacak o koca yürekli insanlar? Minicik çocukların gözlerinin önünde oldu olan biten. Bir gecede uyudukları yatak kendilerine mezar oldu. Kahkahaları ile çınlattıkları odaları, evleri harabeye döndü. Gençlerin geleceğe dönük hayalleri vardı; nasıl toparlanır, nasıl yeniden tutunurlar hayata? Binlerce çocuk yetim kaldı. Binlerce ana evlatsız. Gün görmesin size kıyan zalim zihniyet! Hesap sorsun yaradan zenginliğin içindeki güya inanmış bedenlere. Zira inanmak bir yürekle gerçekleşir; yüreği olmayanları inanmış var sayabilir miyiz?

Gazze halkının savaşı ümmetin topyekûn giriştiği kutlu bir savaş, biliyoruz. Fakat heyhat, hiç de üzerine alınmadı dünya! Onlar zaferle müjdelendi ve en yakın zamanda olacaktır, inanıyoruz, amenna ve saddakna. Yeniden bir inşa süreci gerekecek topraklarına. Yaralar sarılacak, camiler, okullar, evler el birliği ile yeniden imar edilecek. Bu halkı yenemeyeceklerini nasıl çabucak toparlandıklarında daha iyi görecek, şahit olacak Siyonist zalimler. Dileriz ki o günü görecek tek bir Siyonist kalmasın.
Fakat ne acı ki bizim kalplerimizin inşa süresi epey uzun, zor ve meşakkatli olacak. Uyanması zor olacak gaflet uykularından. Anlıyoruz ki yalnızca kıymetli topraklarını ve vatanlarını savunmadı kardeşlerimiz, bizi de imara yeltendi, sarsarak, tevekkülle, sabırla, şehadet muştusuyla. Ümmetin uyanışı için de çırpındılar bir taraftan, “Hiç bir şey yapamıyorsanız bari dua edin” denilmedi mi? Ne büyük bir zillet. Allah affetsin. Duamızdır; şimdiye kadar kaybettiğimiz Gazze sınavımızı direnişin zafer sürecine katkı sağlayarak kazanırız inşallah.
Velhasıl-ı kelam, Üstad Sezai Karakoç Şahdamar şiirinin “Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız” dizesini Gazze direnişi için yazmış olsaydı, ancak bu kadar yakışabilirdi.
Gazzeli kardeşlerimiz siz cennet bahçelerine en çok yakışan cennet çiçeklerisiniz. Peygamber (s.a.v.)’e inanan arkadaşlarının, sahabenin imanı, samimiyeti ve güzellikleri nasıl olur canlı şahidisiniz. Ahir zamanın Asr-ı Saadet ehlisiniz. Şahidiz ya Rab; Elhamdülillah.