Gazze hadisesinin açığa çıkardığı, netleştirdiği pek çok gerçekten söz etmek mümkün ama bunlar arasında belki en dikkat çeken husus: Batı’nın vahşi özünün bir kere daha görülmesi olmuştur. Gazze, bize küfrün ve zulmün ne kadar büyük bir karanlık olduğunu olanca açıklığıyla göstermiştir. Hakikati yok sayan, inkâr eden; Firavunlaşan zihniyetin hiçbir insani, ahlaki ilke ile kendisini bağlı hissetmediğini ve canavarlıkta, vahşette sınır tanımadığını ispat etmiştir.
Rıdvan KAYA
Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği (Özgür-Der) Genel Başkanı
Hatırlanacaktır 2001’de 11 Eylül hadisesi üzerine dönemin ABD Başkanı Bush, kameraların karşısına geçip “Neden bizden nefret ediyorlar, anlamıyorum?” diyordu. Bu sözleriyle on yıllardır Müslümanlara yaşattıkları dehşeti görmezden geliyordu.
İşte sadece Müslümanların değil, yeryüzünde vicdan ve adalet duygusu taşıyan her bir insanın küresel egemen güçlerden en derin biçimde nefret etmesini gerektiren yeni bir tablo var karşımızda. Gazze’de sistematik soykırım icra ettiği bir esnada Netanyahu adlı katile destek veren, yaşananlardan ötürü; dün işgal, bugünse katliam mağduru Filistin halkını sorumlu tutan, son derece zor şartlarda işgale direnenleri suçlayan bu canavarlardan nefret etmemek mümkün mü?
Küresel Barbarlık Düzeni
Gazze hadisesinin açığa çıkardığı, netleştirdiği pek çok gerçekten söz etmek mümkün ama bunlar arasında belki en dikkat çeken husus: Batı’nın vahşi özünün bir kere daha görülmesi olmuştur. Gazze, bize küfrün ve zulmün ne kadar büyük bir karanlık olduğunu olanca açıklığıyla göstermiştir. Hakikati yok sayan, inkâr eden; Firavunlaşan zihniyetin hiçbir insani, ahlaki ilke ile kendisini bağlı hissetmediğini ve canavarlıkta, vahşette sınır tanımadığını ispat etmiştir.
Aylardır canlı yayınlarda bir şehir, içindeki tüm canlılarla birlikte vahşice yakılıp yıkılıyor. İnsanlar açlığa, susuzluğa mahkûm ediliyor. Çocuklar katlediliyor, hastaneler bombalanıyor. Daha bir sürü canice eylem sistematik biçimde icra ediliyor. Ama dünyanın güçlü devletleri, kuruluşları, nüfuz sahibi çevreleri tüm bu vahşeti icra eden; zalimleri, azgınları değil, onların kurbanlarını, mazlumları suçluyorlar.
İşgal edilmiş topraklarında bir halk taammüden imha edilirken dünyanın egemenleri tüm bu vahşeti “İsrail’in kendini koruma hakkı” kavramıyla meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Filistin halkının var olma hakkını yok sayanlar, “İsrail’in kendini savunma hakkı” adı altında Siyonist vahşete suç ortaklığı yapıyorlar.
Gelişmeler bir kere daha tüm dünyaya İsrail’in, İsrail’den ibaret olmadığını en net biçimde göstermiş, Ortadoğu’da yaşanan şeyin Filistin halkı ile İsrail arasında bir çatışma olmayıp Müslümanlar ile ABD merkezli sömürgeci koalisyon arasında topyekûn bir savaş olduğu hakikatini bir kere daha haykırmıştır. Net olarak anlaşılması gereken gerçek şudur ki İsrail bazılarının zannettiği gibi birkaç milyonluk Yahudi devleti değildir; ABD’dir, AB’dir, küresel barbarlık düzenidir.
Aksa Tufanı karşısında uğradıkları hezimeti örtmek ve öfkelerini bastırmak için 7 Ekim’den bu yana Siyonist çete binlerce çocuğu katletti. Binlercesinin kolunu, bacağını koparttı; gözünü kör etti. Küçücük bir alana binlerce ton bomba yağdırarak okul, hastane, mescit, kilise ayırmaksızın her yeri vurdu. Doktorları, gazetecileri, BM çalışanlarını, ambulansları hedef aldı. İnsanları tehcire zorladı. Açlığa, susuzluğa mahkûm etti. Ve tüm bu eylemler çok saygın, gayet ileri, insan hakları hususunda alabildiğine hassas, Batılı devletler nezdinde hep Siyonist çetenin “kendini savunma hakkının” tezahürleri olarak algılandı. Ne kadar ilginç değil mi?
Batılı devletler açıkça, doğrudan ve taammüden Siyonist çetenin katliam suçuna ortaklık yaptılar. Siyonist katliam şebekesine verilen bu destek ve açılan sınırsız kredi; Batı’nın ne olduğunu, neyi temsil ettiğini bir kere daha gösterdi. Bunca ilerleme, insan hakları, gelişmişlik, hukuk, özgürlük vb. söylemlere karşın Müslümanlar söz konusu olduğunda hiçbir insani, vicdani ölçü tanımadıklarını bir kere daha ilan etmiş oldular.
Anlaşılan o ki sömürgecilik döneminde yaptıkları zulümlerden, kendilerinden görmedikleri insanlara parya muamelesi yapmaya, Haçlı seferlerinden Kızılderili katliamına, zencilere yönelik ırkçılıktan bugüne çok fazla şey değişmemiş! Hele ki Müslümanlara yönelik düşmanlık ve nefret hisleri her daim zalimleşme, canavarlaşma potansiyelini fazlasıyla beslemekte.
Batı, eylemlerde Filistin bayrağı taşınmasını, “Nehirden Denize Özgür Filistin” sloganı atılmasını, Gazze halkıyla dayanışma yürüyüşlerini yasaklayan ama hukuku, adaleti bir kenara koyalım, sivillerin acımasızca katledildiği bir ortamda ateşkes çağrısı bile yapmaya yanaşmayan illetli bir medeniyet olduğunu ispatlamıştır. Her ne kadar bu manzara insani değerler adına son derece düşündürücü ve utandırıcı olsa da hakikatin anlaşılması açısından gayet hayırlı olmuştur.
Bugün İsrailli birkaç esirin özgürlüğü için adeta dünyayı ateşe vermeye hazır olanlar, 2 milyondan fazla Gazzelinin yıllardır ağır bir esaret altında yaşamasını sorun olarak görmediler. Bugün de vahşice üzerlerine bomba yağdırılmasını umursamıyorlar. Bu sefil yaklaşım tarzı Filistin halkının bu zulmü hak edecek ne suç işlediğini, Hamas’ın neden terörist görüldüğünü asla sorgulamıyor. Holokost’un faturasını Filistin halkına ödetmenin çirkinliğini, hukuksuzluğunu, zalimliğini hiç düşünmüyor. Siyonist çetenin Holokost’tan daha vahşi bir soykırım icra ettiğini görmezden geliyor.
Hamas’ın İsrail vatandaşlarını esir almasının İsrail’in saldırılarını haklı kılacağını düşünüyorlar. Neden? Çünkü İsrailli vatandaşların özgür olma hakları var! Peki ya İsrail’in zindanlarda çürüttüğü binlerce Filistinli? Ya toprakları işgal edildiği için kendi ülkelerinde mülteci durumuna düşmüş ya da başka beldelere tehcir edilmiş milyonlar! Onların hakları yok mu? Bir başka halkın toprağının gasp edilmesiyle kurulmuş İsrail’in, kendini savunma hakkından söz edenler, Filistin halkının var olma hakkını nasıl da çiğniyorlar?
Küresel Barbarlığa Karşı Küresel Vicdan
Öte yandan Siyonist işgal çetesinin Gazze’de başlattığı kıyım tam bir yıldır tüm kuralsızlığıyla, vahşiliğiyle sürerken meydana getirdiği zulmün büyüklüğü ise dünyanın her yerinde geniş kitleleri harekete geçirmiştir. İçine düştüğü zelil durumu perdeleme adına İsrail’in başta hamisi ABD ve Batılı ülkeler olmak üzere, destekçilerinin de onay ve desteğiyle Gazze’de açık, sistematik bir soykırım icra etmesi giderek artan bir tepki dalgasını tetiklemiştir.
Batı dünyasında genel manada iktidarlar, kurumlar, medya ve sermaye tereddütsüz biçimde Siyonistlerle suç ortaklığı içine girerken sokaklar; insani, vicdani bir haykırışa sahne olmuştur. Şüphesiz bu tepkiler henüz statükoyu değiştirecek boyutta değildir. Ama küresel haramilerin tüm baskı, dayatma, perdeleme ve saptırma çabalarına rağmen dünyanın her yanında İsrail ve ortaklarının suçunu haykırmak için sokaklara çıkan kitleler, insanlık vicdanının ölmediğini, öldürülemediğini gösterdiği için çok değerlidir ve adeta karanlık bir tünelden sızan ışık gibi gelecek için umut vaat etmektedir.
Barbarlık Karşısında Direniş İradesi
Siyonist çete bugüne dek izlediği yıkım, katliam ve tehcir siyasetiyle Filistin topraklarını paramparça etmiş ama yaklaşık 100 yıllık sömürgeleştirme çabalarına rağmen neticede Filistin halkına boyun eğdirememiş; Filistin davasını gömmeyi, unutturmayı başaramamıştır. Ödediği ağır bedellere rağmen Filistin halkı davasından vazgeçmemiş, Siyonist çeteye meşruiyet tanımamıştır. Bunca bombardımana, katliama, açlık ve susuzluğa, ilaçsızlığa, küresel vicdansızlığa rağmen Filistin halkının direniş iradesine sımsıkı sahip çıkması Siyonistleri çılgına çevirmekte ve daha fazla vahşileşmesine sebep olmaktadır.
Filistin halkı güç dengesinin tümüyle aleyhine olmasına, sözde dostları tarafından yalnız bırakılmasına ve düşmanlarının çokluğuna, vahşiliğine, hiçbir insani ilke, ahlaki kural tanımazlığına rağmen barbarlık karşısında ortaya koyduğu cesur ve vakur tavrıyla insanlık için bir umut olmuştur. Dünyevi hesaplar, çıkarlar, sahip olmak için peşinde koşulan mal mülk ve tüm bu koşuşturma, her şeyi tüketme anaforuna kapılıp adeta boğulmakta olan insanlığa hayatın anlamını, onurun ve erdemin adresini göstermiştir. Bu soylu, erdemli mesajı idrak edebilen kazanmış, hayatı süfli arzular, hedefler peşinde koşturmaktan ibaret sanan ve Gazze’ye gözlerini kapayanlar aldanmış ve kaybetmişlerdir.
Zulmün gücünün, kapasitesinin tespiti ve mücadele ruhunun korunması, güçlendirilmesi açısından düşmanın gerçek mahiyetiyle kavranması bir zorunluluktur. Zaman zaman yaşanılan acıların büyüklüğü karşısında Müslümanlar arasında acziyet ve zaaf halinin vurgulanması bağlamında dile getirilen: “İsrail ile baş edememek, İsrail karşısında acze düşmek” söylemlerinin haklı ve gerçekçi olmadığının görülmesi gerekiyor.
Düşmanımız, sadece İsrail değil kendisiyle savaştığımız güç İsrail’den ibaret değil. Doğrudan ABD ve Batı ile savaş halindeyiz. Güç dengesi yok bu savaşta. Şartlar alabildiğine aleyhimizde gözüküyor. Bu yüzden her fırsatta eleştiri oklarını içe çevirip kendimizi aciz ve zavallı konumda algılamak; İslam ümmetini değersizleştirmek, kınamak, aşağılamak tutarlı ve anlamlı bir tutum olmuyor.
Askerî, mali, siyasi açıdan çok güçlü bir sömürgeci düzenle, küresel bir sistemle mücadele içindeyiz. Düşmanımız İsrail’den ibaret olmadığı gibi, işgal altındaki coğrafyamız da Filistin’den ibaret değil. Çok boyutlu bir kuşatma altında ve son derece zor şartlarda mücadele ediyoruz. Ve Rabbimize hamd olsun ki direniyoruz, her şeye rağmen, tüm zorluklara, imkânsızlıklara, güç dengesindeki büyük orantısızlığa rağmen, düşmanın vahşiliğine, sınır tanımaz zulmüne rağmen direniyoruz!
İşgalcilere Bu Coğrafyada Bir Gelecek Yok!
Siyonist çete işlediği cürümlerle yayılmacı, yıkıcı bir tümör olduğunu ve kesilip atılmadıkça bu coğrafyada elan yaşayanların da gelecek nesillerin de asla huzur bulamayacaklarını haykırıyor adeta. Şu şahit olduklarımız bir nebze vicdanı olana, bir parça aklı olana Siyonist varlığın bu coğrafyada yerinin olmadığını, onun normalleşemeyeceğini, onunla sıradan bir aktör gibi ilişki kurmanın vahim, ölümcül bir yanlış olduğunu göstermiş olmalıdır. Mesele sadece güç meselesi değildir. Yeterlilik-yetersizlik tartışmasının ötesinde, meşruiyet sorunudur. İnsani, vicdani tavır konusudur. Hassaten de Müminler bu tavrı akidevi ve ahlaki bir mesuliyet bilinciyle taşımak zorundadırlar.
Siyonistlerin askeri ve mali açıdan donanımlı olmaları, küresel egemenlerin desteğini arkalarına sonuna kadar almış olmaları, onları haklı yapmadığı gibi güçlü de yapmıyor. Elhamdülillah. Ne kadar etkili silahları olsa da katliam kapasiteleri ne kadar büyük olsa da onlar güçlü değiller. Bilakis haksız olanın zayıflığı anlamında çaresizler.
Aylardır Gazze’de taş üstünde taş bırakmadılar. Milyonlarca insanın yaşadığı bir beldeyi cehenneme çevirdiler. Bir halka topyekûn işkence ve katliam dehşetini yaşattılar. Ama hiçbir hedeflerine ulaşamadılar. Dönüp kendilerinden bir şey bekleyenlere sunabilecekleri bir zafer, bir başarı tablosu yok ortada. Direniş dimdik ayakta, savaşıyor. Kendileri ise paramparça, sürekli birbirlerini suçluyor, hayal kırıklığı yaşıyorlar. Dostları arasında dahi tepkiler yükselmekte, bıkkınlık had safhada.
Zalimlerin Akıbeti Birbirine Benzeyecek!
Hatırlayalım 24 Temmuz’da Netanyahu adlı katil, Amerikan Kongresindeki iğrenç tiyatro esnasında “Sizin için de savaşıyoruz, ortak düşmanla mücadele ediyoruz. Bu, medeniyetin barbarlıkla savaşıdır!” diyordu değil mi? Bu sözler 11 Eylül 2001 ertesinde birebir ABD Başkanının sözlerini çağrıştırıyor. George Bush da İslam ümmetine açtığı savaşı böyle savunmuş ve koalisyon ortaklarıyla giriştiği Afganistan işgaline böyle güzellemeler düzmüştü.
20 yıl süren bir işgalden Tomahawk füzeleriyle, B2 bombardıman uçaklarıyla, “papatya biçen” adı verilen devasa bombalarla acımasızca işlenen katliamlardan, milyonların tehcirinden Guantanamo barbarlığından geriye kalan nedir diye bugün dönüp baktığımızda ancak zalimlerin zilletini görüyoruz. Evet, çok acı yaşattılar ama sonunda zelil biçimde defolup gittiler.
Siyonistler de gidecek Allah’ın izniyle. Bu coğrafyaya ait değiller. Ne kadar efor sarf etseler, devasa ordular teşkil etseler, büyük yatırımlar yapsalar da iğreti duruyorlar. Nesillerdir Filistin halkına boyun eğdirmeye, onlara Filistin davasını unutturmaya çalıştılar ama başaramadılar. Filistin halkı işgali bitirebilecek bir güce ulaşmadı belki ama 4-5 nesildir dava bilincini korumayı sürdürdü. Şu yaşananlardan sonra kıyamete kadar hiçbir Filistinlinin davasından vazgeçmeyeceği de açıkça anlaşılmış oldu. Şimdilik anlamazlıktan, görmezlikten gelseler de Siyonistler de er geç bunu anlayacak, bu gerçekle yüzleşecekler.