Toprağımızın Kokusu

Kitapta bölgedeki çoğu aktörü bulmanız mümkün; Filistinli ve evi 3 kez yıkılan Müslüman bir babadan, evleri yıkılan Filistinlilere yardım eden İsrailli Jeff’e; tamamen dini saiklerle “Kutsal Topraklar”ın onlara ait olduğuna inanan yerleşimciden, o topraklarda doğup büyüyen Rahip Bernand’a; savaşmayı reddeden İsrail askerinden, intihar komandolarına; babasının kolları altında katledilen küçük Muhammed ve babasının fotoğrafını çektiği için topa tutulan Fransız asıllı İsrailli gazeteci Charles Erlerlin’den, Filistinli çocuklara kadar… 

Elif ATABAŞ

(Viyana Ekonomi Üniversitesi mezunu. İşine ara vermiş tam zamanlı bir anne ve ev hanımı. Okumayı ve yazmayı seven bir blog yazarı. https://balkandays.blogspot.com/ )

Kenize Mourad’ın bu kıymetli çalışmasının Fransızca orijinalindeki ismi La Parfum De Notre Terre. Türkçeye “Toprağımızın Kokusu” olarak çevrilmiştir. Kitabı bugüne kadar defalarca okudum ve tahlillerine katıldım. Fakat nedendir bilinmez, en son okuyuşumda, kitapta geçen ve boş zamanlarında parfüm yapan imamı ilk defa anımsadım. Paris’ten gelen esansları karıştırıp parfüm yapıyordu. Sonra, acaba yazar da kitabına bu imamdan ilhamla mı “La Parfum De Notre Terre” dedi diye düşünmeye başladım. Yazar, kitabın ismini hangi ilhamla koydu, bilmiyorum; ama benim için “parfüm” yerine “koku” kelimesi çok daha anlamlıydı.

Toprağımızın Kokusu… Yağmurdan sonra içimize işleyen o muhteşem toprak kokusu gibi…

Kitaba ve öncesinde de yazarımızın kitap kadar değerli ve hüzünlü hikâyesine geçmeden, bu kitapta anlatılan hangi hikâye sizi en çok etkiledi, derseniz; öncelikle eğitim için verilen çabalar ilk sıralarda olur. Eğitimin her kademesinde, her yaşta öğrencinin okumak, anlamak ve hikâyesini anlatmak konusundaki azmi, soykırımın devam ettiği şu günlerde beni en çok ayakta ve diri tutan nedenler arasında geliyor. Çocuk bir gece, kendisine yatmadan önce hikâyeler okuyan babasına sorar: “Babacığım, neden bütün masallarda aslanlar tavşanları yer.” Babasının cevabı, soru kadar anlamlıdır: “Tavşanlar da bir gün kendi masallarını yazana dek bu böyle olacak…” Filistin, taşıyla, toprağıyla ve olmayan şartlarda eğitime var gücüyle sarılan gençleriyle tüm dünyaya hikâyesini haykırmaya devam edecek. Bu konuda, kitabın içinde çeşitli yazarlar tarafından kaleme alınmış eserleri ve yine haksızlığa sessiz kalmayan sanatçılar tarafından çekilmiş filmleri bulacaksınız. Örneğin, babasının yanında sessizce cennete uçan Muhammed’in fotoğrafını çeken İsrailli gazetecinin çalışmaları gibi.  

Kenize Mourad, 33. Osmanlı Padişahı V. Murat’ın torunu Selma Sultan’ın kızıdır. Ailenin diğer üyeleri gibi Hatice Hanım Sultan da babasının Çırağan Sarayı’ndaki 28 yıllık sürgün hayatına eşlik eder. Ardından, ailenin makus kaderi bir kez daha devreye girer; tüm Osmanlı hanedanı bir gecede yurtdışına sürgüne gönderilir.  Hatice Hanım Sultan, kısa sürede geri dönme umuduyla Lübnan’a gider. Maalesef işler planladığı gibi olmaz. Bu süreçte, Hatice Hanım Sultan’ın oğlu bu acıya daha fazla dayanamayarak intihar eder. Kızı Selma Hanım Sultan ise Hindistan’a gönderilir. Hindistan’da bir raca ile evlenen Selma Sultan, çeşitli sebeplerden ötürü Paris’e gitmek ister. Sene 1938’dir. Eşi de ardından gitmeyi planlarken, Hindistan’da başlayan bağımsızlık mücadelesi ve ardından patlak veren II. Dünya Savaşı nedeniyle bu mümkün olmaz. Selma Sultan, hâlâ Paris’tedir ve burada Kenize Mourad’ı dünyaya getirir. Eşiyle buluşma ümidi taşırken,  Selma Sultan kızıyla bir müddet rahat bir hayat sürer. Lakin bu hikâye, Kenize Mourad’ın bir, bir buçuk yaşlarında olduğu yıllarda; fakirlik içinde, ucuz bir otel odasında sona erer. Kenize Mourad, önce İsviçre Konsolosluğuna, ardından Katolik bir yetimhaneye verilir ve en son Fransız bir aile tarafından evlat edinilir. Babası, birkaç kez onu bulmak için Paris’e gelse de yetimhane görevlileri tarafından saklanır ve kendisine teslim edilmez.  Yıllar  sonra babasıyla buluşması, kendisinin Hindistan’a gitmesiyle gerçekleşecektir. Yine yıllar sonra çalıştığı işler vesilesiyle Türkiye’ye de gelen Kenize Mourad, nihayetinde gazeteci ve savaş muhabiri olarak hayatına devam eder. Toprağımızın Kokusu kitabını II. İntifada döneminde, 2002 yılında gittiği Filistin’de kaleme almaya başlar. Kitabı ilk okuduğumda beni derinden etkileyen ilk şey, özellikle o dönemlerde birçok gencin gitmek ve hatta orada yaşamak için can attığı Paris’te iyi bir eğitim aldıktan sonra, üstelik  savaş muhabiri olarak Ortadoğu coğrafyasına gitmesiydi. Kitabın özelinde ise oldukça tehlikeli şartlarda (kitabı okuduğunuzda göreceksiniz), söz konusu röportajları gerçekleştirmiş olması beni etkileyen bir diğer unsurdu. Nedenini yazarımızdan dinleyelim:

“Fransa’da, sürgünde doğdum. Ama kendimi hep bir yabancı gibi hissettim. Lisanım, tahsilim, düşünce tarzım tamamıyla Fransız olmasına rağmen; kalbim Türkiye ve Ortadoğu için çarpıyor.”

Yine bir röportajında ise şunları dile getirir: 

“Asıl ailemi, evlatlık verildiğim aileye ve onlar gibi Batılı olanlara anlatmak istiyorum. İki dünya arasındaki köprüde, bir taş olmak istedim.”

 2002 yılında Kudüs’e giden Kenize Mourad, bölgenin sorunlarını anlatmanın ve anlamanın en iyi yolunun, orada yaşayan herkese söz vermekten geçtiğine inanır. Bu düşünceyle, bölgede bulunan tüm gruplarla röportajlar yapar. Bunu da şöyle ifade eder: 

“Ben bu bölgeye, siyasi analizlerden ve yüksek mercilerle yapılan görüşmelerden sakınarak, “sıradan insanlara”, İsrailli ve Filistinli, kadın, erkek ve çocuklara söz vermek için geldim.”

Kitapta bölgedeki çoğu aktörü bulmanız mümkün; Filistinli ve evi 3 kez yıkılan Müslüman bir babadan, evleri yıkılan Filistinlilere yardım eden İsrailli Jeff’e; tamamen dini saiklerle “Kutsal Topraklar” ın onlara ait olduğuna inanan yerleşimciden, o topraklarda doğup büyüyen Rahip Bernand’a; savaşmayı reddeden İsrail askerinden, intihar komandolarına; babasının kolları altında katledilen küçük Muhammed ve babasının fotoğrafını çektiği için topa tutulan Fransız asıllı İsrailli gazeteci Charles Erlerlin’den, Filistinli çocuklara kadar… 

Geçen ayki yazımda Afganistan göçünden bahsederken, “içinde göç edenin olmadığı bir göç hikayesi eksik kalır” demiştim. Burada da Kenize Mourad, olayların merkezinde yer alan ve bizzat Filistin’de yaşayan insanlara söz vererek aslında çok kritik bir boşluğu dolduruyor. Bu nedenle, içinde sosyolojinin ve toplumun olmadığı bir tarih anlatımı eksik kalacaktır demek, yersiz olmaz sanırım. 

“Eğer Filistinli olsaydım yapılanları ben de haksızlık olarak görürdüm. İnsanlar evime geliyor ve benden onlara bir oda kiralama mı istiyorlar;  kiralıyorum. Sonra benden bir oda daha istiyorlar, onu da kiralıyorum. Bu şekilde bütün evi kiraladıktan sonra, sonunda evi elimden alıyorlar ve beni kovuyorlar.”

İsrailli sinemacının bu çok yerinde tespiti, bana Antik Yunan’da anlatılan Theseus’un Gemisi hikayesini hatırlattı. Aidiyet üzerine birçok yorum yapılan bu hikâyede, benim değerlendirmem şöyle: İsrail, Filistin gemisinin her bir parçasını değiştirse bile, o toprakların Filistin halkına ait olduğu gerçeğini değiştiremeyecektir. 

“Filistinlilerle yapağım görüşmelerde, bana hikâyelerini anlatan insanları korumak amacıyla, kişi ve yer adlarının çoğunu değiştirdim. Bazen bunu yaptığımda, bana buna gerek olmadığını, yaşamlarının zaten ölümden farksız denebilecek kadar çekilmez olduğunu söylediler.”

Kenize Mourad’ın bu sözleri, 23 yıl önce yazılmış bir kitaptan alıntı. Ne yazık ki, bugün hâlâ Gazze halkının haykırışlarını dile getiriyor…

Son olarak, yine belirtmek isterim ki bu kitabı defalarca okudum, ama ilk defa Zahide Tuba Hoca’nın Ortadoğu derslerinde, belli makale ve videolar eşliğinde okumuştum.  Bunları meraklılarıyla paylaşmak istiyorum. Kitabı daha iyi anlamanıza ve yorumlamanıza olanak tanıyacak ilk video serisi: Filistinlilerin Gündelik Hayatı.

 Bir diğeri ise kitapta da röportajı bulunan İsrail askerleri hakkında çekilen El-Cezire belgeseli. Bu belgesel, bize satır aralarında İsrail’in kendi halkına da neler yaptığını gösteriyor: İsrail’in Askerleri

“Kenize Mourad, 15 yıl boyunca Ortadoğu muhabirliği yaptı. Gazeteciliğe ara verdiği bir dönemde, annesi Selma Sultan’ın hayatını anlattığı Saray’dan Sürgüne adlı kitabını yazdı. Bu roman Fransa’da milyonlar sattı ve yirmiye yakın ülkede yayımlandı. Daha sonra kendi hikayesini kaleme aldığı eseri deBadalpur’un Bahçeleri olarak Türkçe’ye kazandırılmıştır.”

 Burada yazımı, yazarın kitabın 7 Ekim 2023’ten sonraki baskısına eklediği önsöz ile bitirerek, sizi eserle baş başa bırakıyorum: 

“Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihli eylemi, birilerinin inandırmak istediği gibi, açık havada gökten düşen bir yıldırım gibi gerçekleşmemiştir. Filistin halkı, 1948’den beri, yani 75 yıldır, şiddet kullanılarak yurdundan kovulmuştur ve 1967’den beri, elinde kalan küçücük toprak parçası İsrail tarafından hukuka aykırı olarak işgal edilmiş olup İsrail, 60 kadar Birleşmiş Milletler kararına rağmen bu toprağı geri vermeyi reddetmektedir. Bu kitap, Filistinlilerin, acımasız bir işgal altındaki günlük hayatını tasvir ediyor. Günlük baskı, terör, keyfi tutuklamalar, sakatlamalar (Başbakan Şaron, “Filistinlileri sakat bir millete dönüştüreceğine” söz vermişti) ve erkekleri, kadınları ve çocukları hedef alan sayısız cinayetle dolu bir hayat. Fakat kitap, adil ve insaflı insanlardan oluşan küçük bir azınlığa da işaret ediyor: Bu İsrailliler, barbarlığı reddederek Filistinlilere yardım etmeye çalışıyorlar. Yirmi yıl önce yazılmış olan bu kitap, bugün de yazılabilirdi. Değişen şu ki; durum daha da vahim bir hal aldı. Batı Şeria’da, halkın yaşamını sürdürmekte giderek daha çok zorlandığı, konfeti parçalarına indirgenen Filistin topraklarını kemiren İsrail yerleşimlerinin sayısı ölçüsüzce çoğaldı. “Açık hava hapishanesi” olarak nitelendirilen Gazze, her gün biraz daha boğuluyor. İsrail’in amacı, Filistinlilerin hayatını tahammül edilmez hale getirerek sonunda ülkelerini terk etmeye zorlamaktır; böylece Akdeniz’den Ürdün Nehri’ne uzanan Büyük İsrail rüyaları gerçekleşmiş olacaktır. Bu amaca ulaşmayı beklerken, Filistinlileri korku yoluyla dize getirerek ucuz iş gücü stokuna dönüştürmeyi umuyorlar. Daha önceden de yazdığım gibi, Filistinliler güç kullanma yoluyla asla dize gelmeyeceklerdir. “Gelen yeni nesiller, her seferinde daha şiddetli biçimde mücadeleyi yeniden başlatacaktır, zira ölüler ve acılar biriktikçe nefretler pekişir”. Bu çatışmada şiddet ve savaş hiçbir işe yaramaz, mümkün olan yegâne zafer gerçek müzakerelerden gelecektir. Bazı çözümler önerilmiştir, ama bunları geliştirme iradesi ve hayata geçirme cesareti lazım.” (Everest Yayınları- Aralık 2023)