Diyanet, Aile ve Fetva

Hepsinden öte, günümüz Müslümanları, Kur’an ve Sünnet’in aile hukuku ile ilgili öğretilerini daima diri tutmalı, aile içi sorunlar karmaşık hale geldiğinde Kur’an’ın tavsiye ettiği hakemlik müessesesinden yararlanmalıdırlar.

Hasan AHMETOĞLU

Din İşleri Uzmanı

Diyanet İşleri Başkanlığının dinî konulardaki en yüksek karar ve danışma organı olan Din İşleri Yüksek Kurulu, asırlar boyunca din hizmetlerini deruhte etmiş olan Şeyhülislamlık makamına kadar uzanan köklü bir tarihe sahiptir. Başkanlık makamı,  beş ihtisas komisyonu ve kurul sekreterliğinden oluşan Din İşleri Yüksek Kurulu; aldığı kararlar, yayınladığı mütalaalar ve verdiği fetvalarla sahih dinî bilginin referansı olmuştur.

Kitap ve Sünnet’in rehberliğinde, İslam kültür ve medeniyetinin engin ilmi mirası ışığında, günümüz insanının ihtiyaç ve beklentilerine yönelik hizmetler sunan ve çeşitli kitle iletişim araçlarını etkin bir şekilde kullanan Din İşleri Yüksek Kurulu, fetva karmaşasını önlemek için fetva.diyanet.gov.tr ve https://goruntulufetva.diyanet.gov.tr/ internet adreslerinde güncel İslamî konular hakkında hazırlanmış videolarının yanı sıra sıkça sorulan soruları ve cevapları güncelleyerek yayınlamaktadır. Bunun dışında kurul, “Alo 190 Dinî Soruları Cevaplandırma Hattı”na rehberlik etmektedir. Alo 190 hattına gelen soruların önemli bir kısmını ailevi meseleler ve aile içi sorunlar oluşturmaktadır.

Hiç kuşku yok ki aile, bir toplumu ayakta tutan en önemli kurumlardan biridir. Sağlıklı nesiller için meşrû birlikteliğe büyük önem atfeden İslam[1], meşrû ve makul bir gerekçe olmadan eşlerin evlilik birliğinin bozulmasına yönelik tasarruf ve taleplerinin hoş karşılanmadığını bildirmiş,[2] huzurlu bir aile için de eşlere birtakım haklar tanımış olmanın yanında görev ve sorumluluklar da yüklemiştir. Kur’an, kadınların mâruf ölçülerde ödevlerine denk haklara sahip olduklarını, erkeğin kadın üzerinde hakları olduğu gibi kadının da erkek üzerinde hakları bulunduğunu haber vermektedir.[3]

İslam’dan önce, birçok din ve kültürde kadınların gerek insan olarak gerekse haklar ve görevler bakımından erkeklere nispetle ikinci sınıf bir varlık kabul edildiği ve daha düne kadar bu durumun İslam’dan uzak toplumlarda devam ettiği bilinmektedir. Bu tarihi hakikati, Hz. Ömer şöyle dile getirmektedir: “Bizler Cahiliye döneminde kadınlara değer vermez ve onları bir şey saymazdık, bu durum Allah Teâlâ’nın onlar hakkında âyetler indirmesine ve kendilerine birtakım haklar vermesine kadar devam etti”.[4]

 Bakara sûresi 228. âyette, eşlerin hak ve sorumlulukları tek tek beyan edilmezken muhtelif âyetlerde bu hak ve sorumluluklara atıflar yapılmaktadır. Örneğin, Nisâ sûresinde aileyi koruyup kollama ve yönetme hakkının (kavvamlık/aile reisliği) erkeğe ait olduğu bildirilmekte ve bunun gerekçesi insanların bir kısmına diğerlerinden üstün meziyetler verilmesi (ki bunlar, erkeklerin fizik ve irade gücü yanında olaylara duygusallıktan ziyade aklı ön plana çıkararak yaklaşmaları) ve evin geçimini sağlamada erkeklerin üstlendikleri mâlî sorumluluk gerekçe olarak gösterilmektedir.[5]

Diğer bir âyette, eşlerin karşılıklı hak ve sorumlulukları şöyle dile getirilmektedir: “Onlar, sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü mesabesindesiniz”.[6] Âyet-i kerîme, eşlerin birbirinden cinsi anlamda meşrû dairede istifade haklarının bulunduğunu, ayrıca mahremiyet sırlarının haklı bir gerekçe olmadan dışarıya aktarılmaması gerektiğini dolaylı olarak bildirmektedir.

Kadınların samimi bir dostluğu, Kur’an’ın ifadesiyle hüsn-i müaşereti hak ettiklerini bildiren bir âyette meâlen şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helal değildir. Açık bir hayasızlık yapmaları dışında, kendilerine verdiğiniz (mehir ve benzeri) şeylerin bir kısmını geri almak için onlara baskı yapıp boşanmaya zorlamayın. Onlarla güzel şekilde geçinin, zira onlar size itici gelse bile hoşlanmadığınız bir şeyde Allah birçok hayır dilemiş olabilir”.[7] Âyet-i celîle, duygusal sebeplerle yuva dağıtan ve bir nevi kadını sokağa terk eden erkeği sorumlu davranmaya davet etmekte; iffet sahibi her kadının hüsn-i müaşereti hak ettiğini etkileyici bir üslupla dile getirmektedir. Aile hayatıyla hüsn-i müaşeretin en güzel örneklerini ortaya koyan Resûl-i Ekrem, “Sizin en hayırlınız ailesine karşı en hayırlı olanınızdır[8] buyurmuştur.

Ailenin nafaka yükümlülüğünü babaya yükleyen dinimiz, mâni bir durum olmadıkça süt çağındaki çocukların emzirme sorumluluğunu ilk etapta anneye vermiştir. “(Boşanma durumunda dahi) Anneler çocuklarını, emzirmeyi tamamlatmak isteyen baba için tam iki sene emzirirler (emzirsinler); onların yeme-içme ve giyim-kuşamlarını temin etmek münasip bir biçimde babaya düşer. Hiç kimseye taşıyamayacağı bir sorumluluk yükletilmez. Ne bir anne çocuğu yüzünden zarara uğratılsın ne de babası çocuğundan dolayı zarar görsün[9] âyeti, bu hakikati ortaya koymaktadır.

Evlilik hayatını sona erdiren olay ve tasarruflardan biri olan re’sen (hâkim ve hakeme başvurmadan, tek taraflı irade ile) boşama yetkisini erkeğe veren İslam, evlilik hukuku yerine getirilmediğinde ya da ailede huzursuzluğun kaynağı (nüşûz) erkek olduğunda, kadının muhâlea (karı-kocanın anlaşmasıyla evliliğe son verilmesi) yoluyla boşanabileceğini[10] ve iddet döneminde hem nafaka hem de süknâya (bir evden veya evin bir bölümünden mesken olarak yararlanma) hak sahibi olduğunu bildirmektedir.[11]

Bakara sûresinde “(Dönüşü mümkün olan) Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle geçinmek ya da güzellikle (son defa boşayıp) ayrılmaktır[12] buyrulmakta ve evli çiftler arasında üç bağ olduğu haber verilmektedir. Buna göre koca, eşini bir ya da iki defa ric‘î talakla boşamış ve kadının iddeti henüz bitmemişse, koca dilerse tek taraflı olarak boşadığı eşiyle evliliğini sürdürme kararı alabilir; yeni bir nikâh akdine de gerek yoktur. Boşanan kadının iddeti bitmişse, bu durumda her iki tarafın rızası ile yeni bir evlilik akdi yapılabilir. Üçüncü kez boşaması halinde aralarındaki evlilik bağları tamamıyla son bulacağından böyle bir kadının başka biriyle zifaf dâhil gerçek anlamda bir evlilik yapmadan eski kocasıyla evlenmesi helal değildir. Âyetin devamında bu hüküm açıkça belirtilmektedir.

Sahabe döneminden bu yana âlimler, üç boşamanın aynı anda verilip verilemeyeceği meselesinde ihtilaf etmişlerdir. Hanefî ve Şâfiîlerin aralarında bulunduğu fukahânın geneline göre, aynı anda verilen üç talak, üç boşama olup bu takdirde koca eşini tamamen boşamış olur. Ashâb ve tabiînden bazı isimler, aynı anda verilen üç boşamanın bir talak olarak vuku bulacağını savunmuşlardır. Bu görüş sahipleri, İbn Abbas’ın rivayet ettiği “Hz. Peygamber ile Hz. Ebû Bekir dönemlerinde ve Hz. Ömer’in hilâfetinin ilk yıllarında üç talak, tek boşama sayılırdı” haberini görüşlerine delil olarak getirmişlerdir.[13] Günümüzde birçok fetva heyeti gibi Din İşleri Yüksek Kurulu da bu ikinci görüşü benimsemiş, aynı anda veya ric‘ât olmadıkça verilen talakların tek boşama hükmünde olduğunu kabul etmiştir.[14]

Alo 190 Dinî Soruları Cevaplandırma Hattı”na sorulan sorulardan biri de öfke halinde verilen talakların geçerli olup olmadığıdır. Öteden beri fakihler, öfke halinde verilen talak/talaklar konusunda öfkenin boyutuna göre üç farklı görüş dillendirmişlerdir. Buna göre:

  1. Eda ehliyetine sahip, yani aklı ve şuuru yerinde, ne söylediğini bilen, iradesine ve diline mukayyet kişinin öfkeyle söylediği talak sözü ittifakla geçerlidir.
  2. Ne söylediğini bilemeyecek kadar öfkelenen, yani cinnet hali yaşayan kişinin vermiş olduğu talak/talaklar ittifakla geçersizdir.
  3. Ne söylediğini bildiği halde öfkesi sebebiyle sağlıklı düşünemeyen, diğer bir ifadeyle söylediği sözlerin doğuracağı sonuçları hesap edemeyecek kadar öfkelenen, dil ve iradesine karşı kontrolü kaybeden kişinin vermiş olduğu talakların geçerliliği hususunda ise ihtilaf edilmiştir. Bazı fakihler, bu haldeki boşanmaların geçerli olduğunu söylerken, kimi alimler geçersiz olduğunu ileri sürmüşlerdir.[15] Din İşleri Yüksek Kurulu, ilgili konuda ikinci görüşü benimsemiştir.[16]

Kur’an ve Sünnet’in aile hayatına ve toplumsal ahlaka dair ortaya koyduğu hükümlerden mahrum ve uzak olan çevrelerde aile içi sıkıntıların her geçen gün arttığı bilinmektedir. Kimi zaman eşler, dışarıdan destek almadan bu sorunları çözememekte, bazen de evlilikler, İslam’ın ruhuna uygun olmayan yollarla sonlandırılmaktadır. Halbuki İslam, yürümeyen evliliklerin medeni bir şekilde, dinin özüne uygun bir yolla, yani karşılıklı istişareyle sonlandırılmasını, bunun da bir hak ve ödev olduğunu bizzat Hz. Peygamber’in aile hayatından örnek getirerek bizlere öğretmektedir. Ahzâb sûresinde meâlen şöyle buyrulur: “Ey Nebî! Eşlerine de ki: Eğer siz bu dünya hayatını ve onun cazibesini istiyorsanız, gelin size (boşanma bedeli olarak) elimde var olan imkanlardan vereyim ve (sonra da) sizi en güzel şekilde salıvereyim boşayayım)”.[17]

Sonuç olarak, aile, İslam’ın önem atfettiği toplumsal kurumların başında gelmektedir. Bir ailenin teşekkülü kadar sağlıklı bir şekilde devamının sağlanması da dinimizce önemsenmiştir. Bunun için de eşler öncelikle birbirlerine karşılıklı olarak sevgi, saygı ve sabır göstermeli, aile içinde meydana gelen tartışma ve huzursuzlukları büyütmeden sonlandırmalı ve aile yuvasını öfke ve benzeri olumsuzluklara ve duygusal sebeplere kurban etmemelidirler.

Hepsinden öte, günümüz Müslümanları, Kur’an ve Sünnet’in aile hukuku ile ilgili öğretilerini daima diri tutmalı, aile içi sorunlar karmaşık hale geldiğinde Kur’an’ın tavsiye ettiği hakemlik müessesesinden yararlanmalıdırlar. Bu amaçla, Diyanet İşleri Başkanlığı İl ve İlçe Müftülüklerinde oluşturulan Aile ve Dini Rehberlik Büroları (ADRB), milli ve manevi değerlerimize bağlı bir aile yapısının kurulması ve korunması, aile birlikteliğinin desteklenmesi, sorunların çözümüne katkı sağlanması ve toplumsal bir duyarlılık geliştirilmesi amacıyla din görevlilerinden oluşan bir ekiple hizmet vermektedir.


[1] Bkz, en-Nisâ, 4/25; en-Nûr, 24/32; Buhârî, Nikâh, 2; Müslim, Nikâh, 1.

[2] Bkz, en-Nisâ 4/19; Ebû Dâvud, Sünen, Talak, 3.

[3] el-Bakara, 2/228.

[4] Müslim, Talak, 31.

[5] en-Nisâ, 4/34.

[6] el-Bakara, 2/187.

[7] en-Nisâ, 4/19.

[8] Tirmizî, Sünen, Radâ‘, 11.

[9] el-Bakara, 2/233.

[10] Bkz, el-Bakara, 2/229.

[11] el-Talâk, 65/1.

[12] el-Bakara, 2/229.

[13] Bkz, Vehbe Zuhaylî, et-Tefsîrü’l-münîr, II, 340-341.

[14] Din İşleri Yüksek Kurulu, Fetvalar, s. 521-522.

[15] Bkz, İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-me‘âd, V, 195/196; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, III, 244.

[16] Din İşleri Yüksek Kurulu, Fetvalar, s. 525-526.

[17] el-Ahzâb, 33/28.