İmam-ı Gazâlî’de Orucun Anlamı ve Esrarı

Havâssu’l-havâs denilen Peygamberler ve Allah’ın seçkin kullarının orucu: Bunlar, yukarıda zikredilen şartlara riayet etmekle kalmayıp sadece bedenlerine değil, aynı zamanda kalplerine de oruç tutturmayı başaranlardır. Bu makamda olanlar, kalplerinden Allah sevgisi dışında her ne varsa atarlar. Allah’tan bir an bile gafil kalmazlar, dünyaya ve sevgisine kalplerinde asla yer vermezler.

Mülayim Sadık Kul

Besmele, hamdele ve salvele ile,

Bugün (11.02.25) Mustafa Özel Hocam, Ömer Lekesiz Bey’in Yeni Şafak’ta yayımlanan İmam Gazâlî’nin Uzleti hakkındaki yazısını gönderme lütfunda bulundu. Bir çırpıda okuyuverdim. Gerçekten çok güzel bir değerlendirme. Gazâlî’nin Bağdâd Nizâmiye Medresesini terk ederek uzlet yolculuğuna çıkışı tartışmalarına ben de doktoramın giriş bölümünde yer vermiştim. Bu mesele gerçekten pek çok Gazâlî uzmanının da kafa yorduğu konulardan birisidir.

Bu manada ileri sürülen senaryolardan birisi de Abdülhüseyin Zerrinkub’un iddia ettiği gibi, İmam Gazâlî’nin aslında Medrese’den kaçtığı tezidir. Yani diğer bir tabirle zahirî ilimlerden bâtınî (kalbî) ilimlerin sırlarını keşfetmeye yelken açıyor. Elbette ne bu iddia ne de bu manada ileri sürülen diğer görüşler, Lekesiz Bey’in de ifade ettiği gibi, tek başına İmam Gazâlî’nin bu yolculuğunu açıklamaya yetmez. İmam Gazâlî ve tefekkür dünyasını bir bütün olarak göz önüne getirdiğimizde işin manevi boyutunun bu uzlet yolculuğundaki en önemli etken olduğu tespiti yapılabilir.

Başlıkla giriş sadedinde dile getirdiklerim, ilk bakışta çelişki gibi dursa da aslında öyle değil. Zira Gazâlî’nin bu uzlet serüvenin en önemli meyvesi, İslam İlim Mirası’nın şaheserlerinden biri olan İhya’nın doğuşudur. Onun el-Münkiz’de daha detaylı haber verdiği rûhî kriz ve akabinde çıktığı manevi yolculuk olmasaydı, böyle değerli bir diriliş projesi de bir kitap olarak ete kemiğe bürünmüş olmayabilirdi.

İmam Gazâlî’nin ilim bahsinde ele aldığı kavramlar ve inanç dünyamız arasındaki ilişki, bu yolculuğun hangi manaya geldiğinin ipuçlarını vermektedir. Kavramların içi boşaltıldığı gibi medreselerin ve İslam adına yapılan işlerin de gerçek ruh ve manasından koptuğu, onun bu kitabı yazma sebeplerinin başında gelmektedir.

İmam Gazâlî, bu sebeple ilimler ve âlimler arasında dünyevî ve uhrevî olmaları anlamında bir ayrım yapar. İlim ve amelin önemini, bizi Allah’a yaklaştırıp yaklaştırmaması ölçüsüne bağlar. İlim ve amel, zatı itibariyle övülen ve kıymetli bir değer olsa da, eğer sahibini daha iyi bir kul olmaya ve Rabbini tanıyıp O’na yakınlığa vesile olmuyorsa, aslî misyonunu/vazifesini yerine getirmediği için faydası yoktur. Hatta faydası olmadığı gibi, böyle bir durum bu kişi için sonun başlangıcı anlamına gelebilir.

Varlık ve bilgisi, bütün âlemde olan bitenin, diğer bir ifadeyle yaratılışın gaye ve anlamını bize haber verir. Zira varlık bilgisi, varlık adına âlemde her ne varsa üzerine bina edildiği en önemli temel taşıdır. Dolayısıyla bu temel doğru değilse veya hikmetine uygun yerli yerinde konumlandırılmamışsa, üzerine bina edilecek hayırlı ve faydalı bir şey de yok demektir.

Oruç ibadeti, diğer bütün farz ibadetlerde olduğu gibi, asıl manası ihmal edilen amellerden birisidir. İmam Gazâlî, ilim konusuyla başladığı İhya projesini akide ile sağlam bir temele oturtur. Akabinde ele aldığı konular, namaz, oruç, zekât ve hac gibi İslam’ın en önemli farzlarıdır. Bu konuları, her ne kadar meselenin fıkhî boyutunu ihmal etmese de, asıl itibariyle bu amellerin manevi yönü ve sırları etrafında ele alır. Konu başlıklarını da, Namazın Sırları (Esrâru’s-Salât), Oruç’un Sırları (Esrâru’s-Savm) şeklinde, asıl bu manevi boyuta vurgu yaparak koymuştur. Dolayısıyla, oruç konusu hakkında yazacaklarımız da bu uzlet seferinden devşirilen meyvelerdir. Bu bakımdan bu yolculuk, aynı zamanda kaybedilen ruhun ve manevi lezzetin yeniden keşfi anlamına gelmektedir. Mevla’dan, kulu İmam Gazâlî’ye tattırdığı manevi lezzetleri, imanın halavetini bu vesileyle bizlere de tattırması en büyük duamızdır. Rabbimizin Efendimiz’e yaptırdığı dua, bizim de niyazımızdır: “De ki: Muhakkak ki benim namazım, bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm yalnızca âlemlerin Rabbi olan Allah içindir” (En’âm, 6/162).

Orucun Fazileti:

Bu konuda yazılan müstakil eserler ve hadis kitaplarında zikredilen rivayetler sayılamayacak kadar çoktur. Kişinin dinî kimliğini inşa etmede ve Rabbi ile arasındaki kulluk bilincini kemâle erdirmede bu ibadet kadar etkili başka bir amel yoktur desek abartmış olmayız. Biz bunlardan bir kısmına işaret ederek Ramazan ve oruç vesilesiyle küllenen gönüllerin ihyasına küçük bir katkı sunmak istiyoruz. Rabbim, oruca koyduğu manevî lezzet ve makamlara bizleri ulaştırsın.

Oruç, Allah’a ait bir ibadettir. Allah Teâlâ, diğer ibadetlerden farklı olarak orucu kendisine nisbet etmiştir. Hadislerde, oruç dışındaki ibadetler amel sahibine nisbet edilirken orucun ise bizatihi Allah’ın kendisine ait olduğu bilgisiyle karşılaşıyoruz. İbadetlerin makbuliyeti, pek çok hadis âliminin kitaplarına sertaç ettikleri “Ameller niyetlere göredir!” hadisinin de haber verdiği gibi, niyetin halis olmasına bağlıdır. Bu manada ibadetler ancak Allah için yapılırsa, Yaratan katında makbuldür. Orucu diğer ibadetlerden ayıran temel özellik ise Allah’ın onu kendisine ait ilan etmesidir. Her ibadet için niyet ve samimiyete bağlı olarak belli bir mükâfat takdir edilmişse de oruç için durum daha farklıdır. Allah, kendisine ait olduğunu ilan ettiği orucun mükâfatını da ancak kendisinin takdir edeceğini, Buhârî ve Müslim’in ortaklaşa rivayet ettikleri kudsî bir hadisi şerifte şöyle haber verir: “Oruç hariç her hasenenin (güzel amelin) ondan yedi yüze kadar kat kat sevabı vardır. Oruç ise bana ait olduğu için mükâfatını da ancak ben veririm!” Yine hadisin devamında Cenâb-ı Allah, bunun sebebini “Oruçlu, şehvetini, yemesini ve içmesini benim için bırakır!” buyurarak açıklamaktadır.

Oruç, önceki günahlara keffarettir. Ramazan orucu denildiğinde ilk akla gelen ve neredeyse tüm sahih hadis kaynaklarının ittifakla naklettikleri müjdelerin başında, Peygamber Efendimizin şu sözü gelir: “Kim inanarak ve Allah’ın rızasını gözeterek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.”

Oruçlunun çifte mutluluğu. Oruç tutanla ilgili müjdelerden biri de onun iki defa sevinç yaşayacağı hakkındadır. Peygamber Efendimiz bu konuda şöyle buyurdular: “Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, iftar ettiği zamanki sevinci; diğeri, Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. Hiç kuşkunuz olmasın ki, oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.” (Buhârî, Müslim)

Oruçlulara has cennet kapısı, Reyyan. Diğer bir müjde ise oruç tutanların cennete, Reyyan adında özel bir kapıdan girecekleri bilgisidir. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Cennet’te Reyyan isminde bir kapı vardır. Bu kapıdan kıyamet gününde oruç tutanlar girerler; onlardan başka hiç kimse giremez. Kıyamet gününde: ‘Nerede oruç tutanlar?’ denilir. Oruçlular kalkar bu kapıdan Cennet’e girerler. Onlardan başka hiç kimse bu kapıdan giremez. Oruçlular Cennet’e girince bu kapı kapanır ve artık kimse giremez” (Müslim).

Oruçlunun ağız kokusu miskten güzeldir. Oruç tutanların ağız kokusu hakkında, Müminlerin annesi Hz. Âişe validemiz Peygamber Efendimiz’den şöyle rivayet etmiştir: “Muhammed’in canı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki oruçlunun ağzının kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir” (Buhârî, Müslim).

Oruçlunun duası makbuldür. Hadisi şerifte,  duası reddedilmeyen üç kişiden birisinin de iftar edinceye kadar oruçlu kimse olduğu belirtilir. Mazlumla birlikte adaletle hükmeden devlet başkanı, yönetici ve hâkimin de duası makbul olan diğer iki kişi/sınıf olduğunu öğreniyoruz. (Ahmed b. Hanbel, Müsned)

Orucun fazileti hakkında varid olan hadislerin çokluğu ehlinin malumudur. Biz bu kadarla iktifa ederek, Gazâlî’nin bu bağlamda yaptığı önemli bir tespite dikkatleri çekmek istiyoruz. İmam Gazâlî, Allah’ın bana ait dediği oruç ibadetinin bu özel faziletini iki sebebe bağlar.

Birincisi: Oruç, kendini ifşa etmeyen gizli bir ameldir. Bu ibadetin zahiren görünür bir tarafının olmaması, onu diğer ibadetlerden ayıran temel özelliktir. Namaz, hac, zekât gibi ibadetlerin tamamı, belli hareketlerin zahiren yapılmasını zorunlu kılar. Oruç ibadetinde ise kişi, kendini sadece bazı şeylerden men ederek bu ameli yerine getirmiş olur. Dolayısıyla bir kimsenin oruç tuttuğunun bir başkası tarafından görülme imkânı yoktur. Bu yönüyle oruç ibadeti, riyadan korunmuş bir ameldir. Yerine getirilmesi, ancak sabır ve samimiyeti gerektirir.

İkincisi: Orucun, şehveti kıran bir özelliğe sahip olmasıdır. İmam Gazâlî’nin dikkat çektiği diğer hususiyet ise oruç amelinin, şeytanı çileden çıkaran bir niteliğe sahip olmasıdır. Zira oruç tutan kimse, şeytanın en etkili silahını elinden almış olur. Yemek ve içmek, insanın şehevî arzularını kamçılayan etkenlerdir. Karnı tok olanın şehevî duyguları, aç olana nispetle daha müsaittir. Bu sebeple şeytan, tuzaklarını aç olanların değil, tok olanların pazarına kurar. Aç olanlarda başarı şansının çok az olduğunun farkındadır. Bu sebeple oruç tutarak şehevî arzularını gemleyen kimseler şeytanın sevmedikleri listesinin en başında yer alırlar.

İmam Gazâlî’nin bu bağlamda ele aldığı konulardan bir tanesi de orucun farzları ve sünnetleridir. Yazımızda, bu konunun fıkhî boyutuna yer vermemeyi uygun gördük. Bunun birinci nedeni,  bu meselelerin her ilmihal kitabında yer alıyor olmasıdır. Diğer bir mesele ise burada ele alınan fıkhî konuların Şâfiî mezhebi esas alınarak işlenmiş olmasıdır. Üçüncü sebep ise bu yazının asıl gayesinin orucun sırlarına ve ihmal edilen manevi yönüne matuf olmasıdır. Dolayısıyla, “Kaş yapalım derken göz çıkarma!” abesine düşmeyelim.

Orucun sünnetleri ise bu amelin faziletleri noktasında önemli bir yer tutar. İftarda acele edilmesi ve sahurun geciktirilmesi sünnetlerin başında gelir. Ayrıca, orucun hurma veya suyla açılması müstehaptır. Peygamber Efendimiz gibi, Ramazan’da bol bol hayır işlemek, cömertçe ikramda bulunmak ve sadaka vermek de önerilen sünnetlerdendir. Kur’an ayı olan Ramazan’da Allah’ın Kelâmı’nı hatmetmek ve özellikle son on günde itikâfa girmek de önemli sünnetler arasında yer alır. Orucun fazilet ve bereketini artıran faktörlerden biri de,  Ramazan boyunca bu sünnetlere dikkat edilmesidir.

Oruç ve Oruçlunun Dereceleri:

İnsanların oruca atfettikleri önem ve bu ibadeti nasıl yerine getirdikleri,  İmam Gazâlî tarafından üç kategoride ele alınmıştır. Her seviyede, bu ibadetin yerine getirilişi ve gereklilikleri birbirinden farklılık gösterir.   Bu bağlamda, İmam Gazâlî Hazretleri, faziletleri yönüyle orucu üç dereceye ayırmıştır: Avâmın, havâsın ve havâssu’l-havâsın oruçlarıdır.

Avâmın/Halk tabakasının orucu: Bunlar, sabahtan akşama kadar sadece yemek, içmek ve cinsî ilişki gibi zevk ve arzulardan uzak dururlar. Ama birtakım günahları işlemekten de geri durmazlar. Oruç tuttukları halde kendilerini haramlardan korumayanlar için Peygamber Efendimiz şu uyarıyı yapmıştır: “Kim yalan söylemeyi, yalanla iş görmeyi ve cehaleti terk etmezse, Allah’ın, onun yemesini ve içmesini bırakmasına (oruç tutmasına) ihtiyacı yoktur” (Buhârî). İbn-i Mâce ve Nesâî’nin rivayet ettikleri başka bir hadîs-i şerifte ise şöyle buyurulur: “Kimi oruç tutanlar vardır ki, onlar için oruçlarından geriye kalan sadece açlık ve susuzluklarıdır!” Buna rağmen, fıkhî açıdan oruçları sahihtir ve üzerlerindeki farzı eda etmiş olurlar. Ancak bu, orucun sevap açısından en alt derecesidir. Zira oruçla elde edilebilecek kurbiyyet ve kulluk imkânı heder edilerek büyük bir fırsat kaçırılmış demektir.

Havâsın/Salihlerin orucu: Bu, sadece ilk derecede zikredilen şartları yerine getirmekle kalmayıp, aynı zamanda gözü, kulağı, dili, eli, ayağı ve diğer tüm organlarıyla da günah işlemekten korunarak tutulan oruçtur. Allah’ın salih kulları, sadece midelerine oruç tutturmakla yetinmezler. Onlar ellerine, dillerine, gözlerine, kulaklarına ve diğer organlarına sahip olurlar, günahlardan kaçınırlar. Bunların oruçları, avâmın orucunun üzerindedir. Oruçları daha kâmildir ve bu sebeple daha fazla sevap alırlar. Böyle oruç tutanlar, Peygamber Efendimizin müjdelediği gibi günahlarından arınarak analarından yeni doğmuş gibi tertemiz olurlar.

Havâssu’l-havâs denilen Peygamberler ve Allah’ın seçkin kullarının orucu: Bunlar, yukarıda zikredilen şartlara riayet etmekle kalmayıp sadece bedenlerine değil, aynı zamanda kalplerine de oruç tutturmayı başaranlardır. Bu makamda olanlar, kalplerinden Allah sevgisi dışında her ne varsa atarlar. Allah’tan bir an bile gafil kalmazlar, dünyaya ve sevgisine kalplerinde asla yer vermezler.

Dereceleri farklı farklı olan bu oruçların şartları gibi bozulma sebepleri de seviyelerine göredir. Her sınıf, tuttuğu oruca göre muamele görür. Avâmın işlediği hataları, ikinci ve üçüncü derecedekilerin işleme lüksü yoktur. Havâs, diğer azalarına da oruç tutturmak zorundadır. Havâsu’l-havâs, kalpleri de oruç tutan Allah’ın seçkin kulları ise bir an bile Rablerinden gaflete düşemezler. Gaflete düştüklerinde,  bu seviyeden bir alt sınıfa inmek durumunda kalırlar. Bu durumu, ariflerin “Hasenâtü’l-ebrâr seyyiâtü’l-mukarrabîn” sözü en güzel şekilde açıklar. Yani kişinin Allah katındaki mertebesi arttıkça, sorumluluğu ve vazifeleri de buna bağlı olarak zorlaşır. Allah dostları, salih kullar anlamındaki ebrârın güzel diyebileceğimiz amellerinin, Allah katındaki dereceleri daha yüksek olan mukarrabîn kullar için günah mesabesinde olması bu anlamdadır. Allah, her kuluna seviyesine göre sorumluluk yüklemiştir. Kendisine yakın olanların hassasiyetleri, daha uzak olanlara nisbetle daha fazladır.

Dolayısıyla İmam Gazâlî’ye göre peygamberler, sıddıklar ve mukarrabînden olanların orucu, bir anlık gafletle bozulabilir. Bu makamda bulunanların her an uyanık ve Rablerinin huzurunda olduklarını bilmeleri gerekir. Allah’tan başka bir şeyle meşgul olmaları, oruçlarını ifsat etmeye yeterlidir. Ancak, eğer ahiretlerini ve Allah’ın rızasını umarak/düşünerek dünyalık bir şeyle meşgul olurlarsa, “Dünya, Ahiretin Tarlası”  fehvasınca bu durum oruçlarına zarar vermez. Zira bu meşguliyetleri zahiren dünyaya dair görünse de aslında ahiret azığıdır.

Peygamber Efendimizin şu müjdesi, herhalde böyle oruç tutanlar içindir: “Oruçlunun uykusu ibadettir, sükûtu tesbihtir, duası makbul olur ve amelinin karşılığı kat kat verilir” (Suyûtî, Camîu’s-Sağir, II, 46).

Özetle,  büyük İmam, oruç bahsinde bu ibadetin kemâl derecesini hedef olarak göstermektedir. En makbul olan oruç, elbette peygamberler ve Allah dostlarının seviyesinde tutabilmektir. Kendi günahlarımızdan arınarak seyr ilallah’ın gerçekleşmesi de buna bağlıdır. Kul, yaratılış gayesi olan bu kulluk mücadelesinde, ramazan ve oruç fırsatını en güzel şekilde değerlendirmekle mükelleftir. Yeniden diriliş, ancak bu kıvamı yakalamakla mümkün olur. Sezai Karakoç üstadımızın Ramazan yazılarını ve oruç bahsinde hatırlattıklarını bu vesileyle tekrar okuyarak hem onun ruhunu şâd edelim hem de küllenen iman ve ihlâsımızı yeniden şahlandıralım.

Ne mutlu hayatını takva ve ihsan kıvamında Allah’a adayarak “Muhakkak ki benim namazım, bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm yalnızca âlemlerin Rabbi olan Allah içindir” diyebilenlere!