Öğrenmenin Sonu Yok mudur?

Fakat “inanmak” statik bir kelimeye dönüştürülürse bir adım ötesi yoktur. İnanmak kendi odasına çekilmiş, hayatla irtibatını kesmiştir artık. İnancın eyleme taalluk eden tarafları hayattan bir karşılık bulamayınca kitaplarda, konferanslarda ve gece yarılarına kadar süren tartışmalarda kendine bir yaşam alanı bulmaya çalışacaktır. Hüseyin AKIN Şair-Yazar İnsan adına hayat denen pratik yaşamdan kovmak istediği şeyleri yazıya konu edip tanımların insafına terk eder. Yaşanan şeyler mevzubahis olmaktan çıkmış fiil halini almıştır. Bir kavramı ya da mefhumu doğru düzgün bir yere yerleştirememişseniz onun yersiz yurtsuzluğunu tescilleyip evsizleştirmekten başka çareniz kalmamış demektir. Sözgelimi bugün “iktisat” diye bir kelimeyi çarşıda pazarda dolaştırıp serbestçe kamuya açabilirken “İslam iktisadı” ya da “İslam’da İktisat”…

Okumaya devam edin Öğrenmenin Sonu Yok mudur?

Evlenmenin Şartları

İki tarafın birbirlerini iyi okuması (tanıması) bunun için birbirlerine fırsat ve mühlet vermesi lazımdır. Zira evlilik öncesi sözlü ya da nişanlı bireyler birbirlerini yeterince okuyabilme imkân ve becerisine sahip değildirler. Hüseyin AKIN Şair-Yazar (6’sı içinde, 6’sı dışında) DIŞINDAKİ ŞARTLAR: Hadesten Taharet: Kişi iffet ve şahsiyete yönelik her türlü kir, pas ve lekeden mümkün mertebe arınmış olmalıdır ki evlilik için yola çıkabilsin. Evleneceği kişide aradığı nezahet ve nezafetin örneğini öncelikle kendi kişiliğinde barındırması gerekir.Necasetten Taharet: Birbirine eş olacak kişilerin zihinsel dünyalarının yanı sıra iş ve oluş gibi eyleme taalluk eden yönlerinde “necis” (pis) bir durumun olmaması icap eder. Zira, şirk, küfür ve haram başlı başına necaset…

Okumaya devam edin Evlenmenin Şartları

Amentü’nün Teri

Acı, ruhun cesede hâkim olma mücadelesinden neşet etmektedir. Dini ve tasavvufi bir imge olarak üstadın neredeyse bütün eserlerinde bunu görmek mümkündür. Hikâyelerin yoğunluklu konularını teşkil eden pişmanlık, tövbe ve arayış gibi temalarda bu acının farklı boyutları işlenir. Hüseyin AKIN Şair-Yazar  “Ve bir şeyi daha öğrendim, insan acı duyan bir varlıktır. Acı konuşmayı önler. Acı insanın kendi içine yönelmesi demektir. Bu ruhun acısıdır. İnsan ruhunun, insanın kendi beninin acısıdır. İnsanın kendi amentüsünün terinden boşalan bir acıdır bu.”  Eyüpsultan’da gerçekleşen IV. Haliç Genç Edebiyat Günleri Ustalara Saygı programına konuk olan Rasim Özdenören söyleşisinin moderatörlüğü şahsıma tevdi edilmişti. Konuşma öncesi hazırlanan kitapçıkta usta hikâyecimizin hikâye anlayışının temel taşlarını…

Okumaya devam edin Amentü’nün Teri

Deprem Bana Dedi Ki

Gökyüzüne nispet yaparcasına uzayıp giden dikey binalar, içinde oturanlara mezardır artık. Evler insan faktörü göze alınmaksızın bina edilmekte, her şey düşünülmekte ama “burada bir insan oturacak” gerçeği göz ardı edilmektedir. Evler geceleme ve oturma mekanları değil, hayatın ve de kültürün kurulduğu ortamlardır. Medeniyet, evini nereye ve nasıl kurmak gerektiğini bilmektir. Hüseyin AKIN Şair-Yazar Şu ömrüm içerisinde iki deprem yaşadım. Biri 1999 Marmara Depremi, diğeri Kahramanmaraş merkezli art arda gelen iki deprem. Marmara depremine gece yarısı İstanbul’da evde yakalanmıştım. Sinop’tan ayağımın tozuyla eve gelmiş yatağıma yatmaya hazırlandığım bir anda silkelendim. Gayriihtiyari pencereye doğru yaklaşıp perdeyi araladığımda, art arda şimşek ve yağmurla birlikte korkunç bir uğultuyla karşılaşmış…

Okumaya devam edin Deprem Bana Dedi Ki

Mahremiyetin Şairi: Ziya Osman Saba

İnsanın ruhu gibi evlerin de bir ruhu vardır. Mahremiyet evin içi ile dışı arasındaki mesafenin adıdır. Bununla beraber evi, mutluluğun olduğu kadar mahremiyetin kaynağı olarak gören şairlerimize de kulak vermek gerekir.   Hüseyin AKIN Şair-Yazar Modern hayat, gizli ve korunaklı olan şeylere karşı bayrak açar. Teşhir etmek, vitrine sunmak gibi göze hitap eden unsurları mümkün mertebe çağdaş hayatın alamet-i farikası sayar. Annelerimizin ve ninelerimizin gelinlik sandıklarından şimdinin gösteri unsuru vitrinlerine doğru evrilen süreç birdenbire oluşan bir süreç değil elbette. Önce kültür ve medeniyetimize özgü kavramlar değiştirildi, sonra da bu kavramlara yönelik hassasiyetler. Mahremiyetin omurgasını teşkil eden “haram” kavramı dünyamızdan çekilince “harem” kelimesi de müzelik oryantal…

Okumaya devam edin Mahremiyetin Şairi: Ziya Osman Saba

Dinin Dili Ruhundadır

Her insana tebliğciden giden yol farklı olabilir. Öncelikle tebliğde sözün tekelini kırmak gerekir. Duruş, tavır, model, yaklaşım, intiba, imaj, ses, yansıma… gibi daha birçok etki alanı insandan insana uzayan mesafeleri kısaltma vazifesi görmektedir. Hüseyin AKIN Şair-Yazar Çizgi: Hasan Aycın Tebliğ en sahih biçimde mesajı muhataba ulaştırma ameliyesidir. Kelimenin menşeinden de anlaşılacağı üzere tebliğin iki temel vasfı vardır: Birincisi, mesajın ulaştıranın zihninde ve kalbinde doğru biçimde yer almış olması, ikincisi ise muhatabın zihnine ve kalbine doğrudan intikal etmesi. Kelimeleri cümle yapan şey anlamı hakkıyla ifade edebilecek güçte olmalarıdır. Cümlenin bünyesinde taşıdığı şeyin din olduğunu düşündüğümüzde bu yapının en önemli tuğlasını teşkil eden kelimelerden tutunuz da cümlenin…

Okumaya devam edin Dinin Dili Ruhundadır

Üç Çelebi

Resul-ü Kibriya’nın sünneti üzere vaktin ve de yolun oğlu olarak yürüyecek olanlara nebevi bir hayat kılavuzudur aynı zamanda Mevlid. Hüseyin AKIN Şair-Yazar Türk milletinin zihninde yer edinmiş üç çelebi adam vardır: Evliya Çelebi, Kâtip Çelebi, Süleyman Çelebi! Kibar, centilmen ve görgülü anlamlarını da içeren Çelebi kelimesi bu üç önemli şahsiyetin üzerinde oldukça şık durmaktadır. Kâtip Çelebi coğrafya alanında yazdığı “Cihannüma” adlı eseriyle dünyanın yuvarlak olduğunu ortaya koymuştur. Evliya Çelebi’yi gezginci yönüyle tanıyoruz. Muharrem ayının Aşure gecesi sabahladığı Unkapanı’ndaki Ahi Çelebi Camii’nde Peygamber Efendimizi rüyasında görüp heyecandan “Şefaat” diyecekken “Seyahat Ya Resulallah!” dememiş olsaydı belki de onu bu denli tanımayacaktık. Az değil, 50 yılı aşkın bir…

Okumaya devam edin Üç Çelebi

Necip Fazıl Demişken

Necip Fazıl’ın bastonu, mendili, robdöşambırlı hali ve üzerine yakıştırmasını bildiği kıyafetleriyle yaşayan bir örnek olması müthiş şekilde ilgimi çekiyordu. Hüseyin AKIN Şair-Yazar Necip Fazıl ismi ile ortaokul üçüncü sınıfta tanıştım. İmam Hatip öğrencisiydim. Kitap yazmış, eli kalem tutmuş herkes bana mübarek şahsiyet gibi gelirdi. Sadece kendi çevremdeki insanları yadırgardım. Çevrem dedimse sokağımı, mahallemi kastettiğimi anlayın. Öğretmenlerim Necip Fazıl ismini ne zaman ansa bu dünyaya sığmayan bir insan canlanırdı gözümde. Kısık gözleriyle sigara içen, dumanı yüzünün bir tarafını yalayıp geçen sakallı bir fotoğrafı vardı odamda. Bu fotoğrafa ne zaman baksam günahlarım hafifler ve moralim yerine gelirdi. Sigaranın neredeyse içki mesafesinde görüldüğü bir ortamda geçmişti öğrencilik yıllarım.…

Okumaya devam edin Necip Fazıl Demişken

Bir Şiirden Yola Çıkmak: Kandan Elbiseler Giymek

Tanrı ölümsüz, sevgili hayatta olduğuna göre bu dizelerin patikasında muhtemelen bir anne yürümüş olmalıdır. Ne de olsa anne sesiyle, sözüyle olduğu kadar sükutuyla da öğreticidir. Anneler dışında kimin ellerinin içinde ışık vardır ki? Annesi melek olmuş bir şair ancak böyle konuşur. Hüseyin AKIN Yazar-Şair Kendinden bir şeyler kattın Güzelleştirdin ölümü de Ellerinin içiyle aydınlattın Ölüm ne demektir anladım Üstat Sezai Karakoç şiirinde ikinci tekil şahıs hep gizemlidir. Kolay kolay dile gelmez ve aşkın bir zaman, aşkın bir mekânın içerisinden kopup gelir. Onun müdavim bir okuyucusu olarak belki de her dizesiyle benim kapımı çalan anlam bana öyle gelmektedir. “Sen” ne büyük bir samimiyet ne derin bir…

Okumaya devam edin Bir Şiirden Yola Çıkmak: Kandan Elbiseler Giymek

Dile Gelmeyen

Bütün mesele mânâsını kaybeden maneviyatta, kutsiyetini yitiren mukaddesatta ve hafızası çöken muhafazakârlıkta odaklanmaktadır. Hüseyin AKIN Şair-Yazar Lise birinci sınıf, herkes gibi benim de kafamdan çekilip bir belirsizliğe doğru sürüklendiğim yılların başlangıcını teşkil ediyordu. Bakınız hâlâ “oluşturuyordu” yerine “teşkil ediyordu” diyorum. Ne Türkçe biliyorduk o yıllar ne Arapça ne de herhangi bir yabancı dil. Anlayacağınız Anadolu’dan İstanbul’a doğru giden göç katarına takılmış kafileden biri olarak kendi dilimin de yabancısıydım. Dil bizim muhafazakâr ortamlarımızda hiçbir zaman önemli bir mesele olarak görülmemişti. Hatta ne vakit böyle bir mesele zihnimizde depreşirse, ümmet çizgisinden kayma endişesiyle bize kendimizden şüphelenmek gerektiği telkin edilmişti. Arapça o kadar kutsal bir dildi ki (cennette…

Okumaya devam edin Dile Gelmeyen