Şehîd olanın adıyla.

Yazın bitip güzün başladığı günlerdeyiz. Sıcak bir yaz geçirdik. Ancak yaşadığımız bölge, iklimsel sıcaklıktan daha sıcak zamanlar yaşıyor. 7 Ekim 2023 Cumartesi gününden beri, başta Gazze Şeridi olmak üzere bütün Filistin, ateşli havalardan çok siyonazilerin yaktığı soykırım ateşinden mustarip. Dünyanın bütün zalimlerini arkasına ve yedeğine alan katil devlet, son on yılların en canice katliamını sürdürüyor, bunun şiddetini her geçen gün artırıyor. Siz bu yazıyı okuduğunuzda Aksâ Tufanı, muhtemelen on bir ayını doldurmuş olacak.

Zulüm arttıkça mukavemet de artıyor. Şurası açık: Bu savaşın kazananı, Gazzeli kardeşlerimiz. Onlar bütün insanlığa insanın ülkesini nasıl sevmesini, ne kadar sevmesini, ülkesi uğruna ne kadar fedakârlık yapılması gerektiğini saat saat, gün gün, an be an hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde gösterdiler, göstermeye devam ediyorlar. Siyonistlerin ve destekçilerinin var güçleriyle işledikleri cinayetler, yaptıkları bombardımanlar Gazzelilerin ve mücahidlerin ne azmini kırabildi ne de moralini bozabildi. Onlar ilk günkü azim ve morallerinden hiçbir şey kaybetmiş değiller. Onun için bu savaşın kazananları, Filistinli kardeşlerimiz.

Modern zamanların en tartışmalı konularının başında devlet kavramı ve devlet aygıtı geliyor. Birinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan ulus devletlerle birlikte devlet, önceki asırlardakinden farklı bir şekilde tartışılır oldu. Soğuk savaş zamanlarında batı ve doğu bloku devletleri, faziletlerini (!) dünyaya anlata anlata bitiremiyorlardı. Her iki bloktaki devletlerin hepsi, insanı büyük bir cendereye almışlardı. Sözde insana hizmet ediyorlardı. Ama her ikisi de insanı ezim ezim eziyordu. Kapitalist ve liberal devlet de komünist ve sosyalist devlet de baskıcıydı, zalimdi. Modern zamanların devlet elitleri, devlet erkini tekellerine almış, kendilerini devletin yerine koymuşlar, kendilerini devletleştirmişlerdi. İnsana ve topluma hizmet sunması gereken devlet, yönetici elitler tarafından insanı ve toplumu esir alan, insanı ve toplumu silikleştiren, güçsüzleştiren, etkisizleştiren bir aygıta dönüşmüştü.

Devletlerin isimlerinde halk, demokrasi, cumhuriyet gibi kavramlar geçiyordu. Ancak bunlar sadece ismen vardı. Bu büyülü kavramlar, birer ambalaj işlevi görüyordu. Devleti kim kurmuşsa, onun borusu ötüyordu. Dünyaya demokrasi dayatması yapan Batı, bunu sadece kendi çıkarları için istiyordu. Yoksa o ülkelerin idare tarzı, onlar için hiç mühim değildi. Onların ihtiyacı ve talebi, o ülkelerin hangi sistemle, kimin tarafından idare edildiği değil, çıkarlarının sürüp sürmediğidir.

Adaletin ve hukukun, devlete göre biçimlendiği bir dizgede insanın mutlu olması, toplumun huzurlu olması ne kadar mümkündür? Bireyin güvenlik ve mahremiyetinin zaman zaman ihlal edildiği bir sosyo-politik yapıda pozitif bir devlet anlayışından bahsedilebilir mi? Halktan topladığı vergileri, bir biçimde halka aktarmayıp iktisadi ve mali zenginliği, belirli zümrelere ve kişilere aktaran devlet, nasıl bir devlettir?

Soruları çoğaltmak mümkün. Elan dünyada hâkim olan devlet anlayış ve biçimleri, insanlığın ihtiyaçlarına cevap veremiyor. İnsanların huzur ve mutluluğunu sağlayamıyor. Medya organları üzerinden her devlet kendini, toplumuna dayatıyor. Küçük mutluluklarla idare etmelerini istiyor.

Dergimiz İnsicam, Eylül 2024 sayısında devlet’i, dosya konusu olarak işlemeye çalıştı. Eflatun’dan (m.ö. 427-347) bu yana tartışılan bir konu olan devlet, dünya durdukça tartışılmaya devam edecektir. Dosyamızda yer alan yazıların konu hakkında yeni düşünce ve yaklaşımlara vesile olmasını dileriz.

Ekim sayımızda buluşmak üzere Şehîd olana, her şeyi görüp gözetene, kaydedene emanet olunuz.