Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm olanın adıyla.
İnsan; kontrolü, dengeyi kaybettiğinde, ölçüyü kaçırdığında vahşileşmeye yatkın bir varlık. Din, bunun için var; onu sınırlamak, kendisine ve çevresine zarar vermekten korumak için. İhtiraslar, şehvetler, arzular, doyumsuzluklar insanın maddi ve manevi hayatında hep kışkırtıcı, yoldan çıkarıcı bir yere ve etkiye sahipler.
Gücün, her türlü gücün insanı sarhoş edici bir yönünün olduğu tartışılmaz bir hakikattir. Güç, bir yandan imkân öte yandan ucu terminatörlüğe varan bir yeti. Modern zamanlar, insanların önceki asırlara nazaran çok daha güçlü olduğu zamanlar. Modern insanın güçlenmesi, onun sınır tanımazlığına hız veriyor. Bu ikisi biteviye birbirini besliyor. Toplum hayatında değerlerin bu kadar değersizleştiği, anlamsızlaştığı bir dönem olmamıştır desek, yanılmış olmayız.
İnsanın insanlığını koruyan, kuvvetlendiren din, hukuk, ahlak gibi kurumlar önlenemez, durdurulamaz bir şekilde etkisizleşmekte. Modern zamanların insan ve toplumlarının yaşadığı güç sarhoşluğu, hayatın merkezine maddeyi, kazancı, hazzı koyduğundan beri kargaşa, anarşi, savaş gündemin ilk maddesi. Dünyevileşmeyen, metalaşmayan hiçbir şey kalmadı gibi. Dinle ilgili uygulamalar, ibadetler bile haz merkezli oldu, hazla ilintili hale geldi.
Ekim sayımızın dosya konusunu sekülerleşmeye, dünyevileşmeye ayırdık. Kendimize, kaybolan değerlerimize, hassasiyetlerimize, özelliklerimize dikkat çekmeye çalıştık. Hani meşhur bir söz vardır; “Et kokarsa tuzlarsın, ya tuz kokarsa!” diye. İnsanlığı ve toplumu ayakta tuta(cak ola)n din, hiç bu kadar zayıfla(tıl)mamıştı.
Bunları söylerken elbette umut verici gelişmeleri görmezlikten gelmiyoruz. Her daim umudumuz var. Elhamdülillah.
Kasım sayımızda buluşmak üzere, Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm olanın hıfz-ı himayesinde kalınız.
Mustafa Özel
Genel Yayın Yönetmeni