Sezai Karakoç’un Başarı Hikayesi

Ayrıca onun düşünce dünyasında İbn Arabi’nin, Mevlana’nın, Yunus Emre’nin yeri olduğu gibi Mehmet Akif’in, Malik bin Nebi’nin, Seyyid Kutub’un da yeri vardı.

Mahmut Hakkı AKIN

Prof. Dr., İstanbul Medeniyet Üni. Edebiyat Fak.

16 Kasım 2021 tarihinde kaybettiğimiz Sezai Karakoç’un ardından birçok dergi özel sayı yaptı ve pek çok yazı kaleme alındı. Elbette Sezai Karakoç gibi bir ismin kendisini takip edenler üzerinde büyük etkiye sahip olduğu ve böylece yoğun bir ilgiye muhatap olduğu düşünülebilir. İslam karşıtı birkaç yayın organı dışında onunla ilgili olumsuz değerlendirmede bulunan da olmadı. Hatta kendisiyle siyasi olarak uyuşmayacak birkaç edebiyat dergisinde de kendisinden olumlu bahsedildi. Sezai Karakoç’un duruşuyla ve yaşayışıyla sağduyu sahibi insanlar tarafından hürmetle karşılandığı vefatından sonra net bir şekilde görüldü.

Bu ilginin ve genel makbuliyetin yansımalarından biri de 17 Kasım 2021 tarihindeki cenaze namazında kendisini gösterdi. Namazın kılındığı Şehzadebaşı Camii’ndeki kalabalıkta belirgin bir şekilde dikkat çeken şey, üniversite öğrencileriydi. Cemaatin büyük çoğunluğunu üniversitede okuyan öğrenciler oluşturuyordu. 1990’ların son yıllarında ve 2000’lerin ilk yıllarında doğan, yaşları 20 civarında olan bu gençlerin, Diriliş Dergisi’ni görmeleri ve takip etmeleri mümkün değildi. Çünkü derginin son sayısı 1992’nin şubat ayında çıkmıştı. Bu gençlerin Sezai Karakoç ile temas etmeleri için birkaç yol mümkündü. Üstadın kitapları, her şeye rağmen 2000’li yıllarda yeni baskılar yapmaya devam etti. Üniversitelerde okuyan ve İslami hassasiyetlere sahip gençlerin takip edebilecekleri birkaç önemli yazardan biri hâlâ o idi. Pek çok sivil toplum kuruluşunda, üniversite öğrenci kulübünde onun kitapları okunmaya devam ediyordu. Ayrıca 2007 yılında Yüce Diriliş Partisi’nin kurulmasının ardından cumartesi günleri parti il binasında Sezai Karakoç’un verdiği konferanslarda da gençlerin ilgisi dikkat çekiyordu. Elbette onun bir konuşmasını dinlemenin ve onunla aynı mekânı paylaşmanın sağladığı motivasyon da gençler için değerli olmalıydı. Halen 2007 ile 2019 yılları arasında yapılmış 198 konuşmanın kaydı, Yüce Diriliş Partisi’nin internet sitesinden ulaşılabilir durumdadır.

Sezai Karakoç’un cenazesinde yoğun bir şekilde dikkat çeken gençlerin önemli bir kısmı kız öğrencilerden oluşuyordu. Merhum üstadın emeklerinin bir karşılığı da Şehzadebaşı Camii’nin bahçesinde, bir köşede kalabalık bir kadın grubunda kendisini gösteriyordu. 1970’li ve 1980’li yıllardan itibaren lise ve üniversite eğitimi alan ve farklı yaş gruplarından dindar kadınlar da cenazeye katılmışlardı. Bu gruptakiler, Diriliş Dergisi’ni ve yayınlarını takip etmiş, Sezai Karakoç’un çokça ürettiği dönemde eserleriyle muhatap olmuş insanlardı. Bu insanların Türkiye’nin değişen şartlarında İslami referanslarla kimlik üretme hikayelerinde muhakkak ki onun payı bulunmaktaydı.

Cenazeye katılan erkekler açısından hem yaş çeşitliliği hem de farklı yorumlardan yansıyan sembol çeşitliliği öne çıkan bir görüntüydü. Sarıklı, takkeli, şapkalı, sakallı, kısa saçlı, uzun saçlı, cübbeli, kot pantolonlu farklı tarzlara sahip her yaştan insan Sezai Karakoç’a son vazifelerini yerine getirmek için gelmişlerdi. O, kendi akranları dahil olmak üzere kesintisiz bir şekilde bugüne kadar İslamcı nesillere hitap edebilmişti. Ayrıca onun düşünce dünyasında İbn Arabi’nin, Mevlana’nın, Yunus Emre’nin yeri olduğu gibi Mehmet Akif’in, Malik bin Nebi’nin, Seyyid Kutub’un da yeri vardı. Farklı yorumlar, diriliş düşüncesinde çatışma unsurları olmanın ötesinde farklı kaynaklar olarak yorumlanmıştır. Diriliş düşüncesi, teferruattaki tartışmaların ötesinde bir varoluş iddiası taşıdığı içindir ki Sezai Karakoç, farklı dinî yorumlara sahip olanlar tarafından hürmetle karşılandı. Buraya kadar cenazedeki izlenimler dolayısıyla bahsedilen çeşitlilik “üstad, bunu nasıl başardı” sorusunu akla getiriyor. Burada basit bir romantizm üzerinden açıklanamayacak bir durum söz konusudur.

88 yaşında vefat eden Sezai Karakoç, medyatik bir insan değildi. Göz önünde olmayı sevmezdi. Kendisine en üst düzeyde kurumlar tarafından verilmiş ödüller için bile tören yapılmasını istemezdi. Onu nasıl tarif edebilirim diye sorduğumda “mahcup ve mütevazı bir hâl ve baştan sona sadelik” diye cevap verebiliyorum. Bu tarif, onun Allah’ın bir kulu ve böylece kulun eksiklikleri ve hataları olduğu hakikatinin ötesinde değildir. Kalabalıklarla işi olmayan, onların övgülerine ve alkışlarına ihtiyaç duymayan Sezai Karakoç, siyasi ve ekonomik güç sahiplerinin himmetine de ihtiyaç duymamıştır. Her şeyin ve herkesin daha da görünür hale geldiği ve hatta gösteriye dönüştüğü bir dönemde o, hakikat ve hikmetle ilgili arayışın bir temsilcisi olmayı başarmıştır. Vefatının ardından büyüyerek devam eden ilgi, aynı zamanda bir başarı hikayesidir. Başarı hikayesi denilince paraya, güce, şöhrete ve diğer maddi imkanlara sahip olma hikayelerinin akla geldiği bir vasatta Sezai Karakoç, başka bir başarı hikayesinin temsilcisidir. Bu, varoluşunu dünyeviliğin sınırlarının ötesinde tanımlayan, kendinden önceki hakikat yolcularınınki gibi bir başarı hikayesidir. Bütün hakikat yolcularınınki gibi insanı içinden yakalayan ve sarsan, insan varoluşunu bölmeden akla, kalbe ve vicdana bütün olarak hitap eden bir hikayedir.

Hakikati temsil eden insanları büyük insan olarak kabul etmemizi sağlayan unsurlardan biri, onların inandıkları, düşündükleri ve yaşadıkları arasındaki tutarlılıktır. Bu tutarlılık, Sezai Karakoç’un bütün hayatında takip edilebilecek ilk ve ayırt edici özelliklerdendir. İyiyi ve doğruyu sadece söylemenin ve yazmanın ötesinde kendi hayatında yaşama gayreti, onun başarı hikayesinde merkezi bir yerdedir. Samimiyetine bağlı tutarlılık çabası etkileyicidir, çünkü sahihtir. Sadece görülmez; aynı zamanda hissedilerek tecrübe edilir. Söyledikleriyle ve inandıklarıyla eylemlerinde çelişenler, samimiyetin ürettiği sahihlikten uzaktır. Samimiyete dayanan sahihlik nasıl hissedilirse, samimiyetten uzak çelişkilerin ürettiği sahtelik de öyle hissedilir. Sezai Karakoç’un samimi bir inanç ve dava adamı olduğuna onunla aynı dünya görüşüne sahip olmayanlar da şahitlik edebilir.

Sezai Karakoç’un düşüncesine ve davasına diriliş ismini seçmesi, pek çok çağrışıma sahiptir. Öncelikle diriliş bir metafordur. Aynı zamanda Müslümanlar için bir inanç esasıdır. Dünya hayatının devri daiminde takip edilebilen bir olaydır. Diriliş, ölüme bağlıdır ve anlamını ona borçludur. Her diriliş, metafizik bir gerilimle ruhta başlar. Çünkü dirilişin tabiatüstü bir kaynakla gerçekleşmesi mümkündür. Bu düşünce sistematiği, Sezai Karakoç’un inanç, düşünce ve eylem tutarlılığının bir terkibidir. Temelinde güçlü bir inanç vardır. İnanca bağlı düşünce varoluşu anlamlandırır. Bu inanç ve düşünceye bağlı pratik, bütünü tamamlar ve sürdürür. Sezai Karakoç, belli tezlere antitezler geliştirmenin ötesinde İslam temelli inanç, düşünce ve eylem bütünlüğüne odaklanmıştır.

Her diriliş, daha önceki varlık ile yokluk arasındaki ara halden bir çıkış ve bir yeniden doğuş; kendine dönmek ve kendini bulmak demektir. Sezai Karakoç’un dirilişi bir medeniyet öğretisi olarak düşünmesi ve peygamberleri diriliş medeniyetinin tarihteki örnekleri olarak kabul etmesi manidardır. Peygamberler, inandıklarını yaşayan ve toplumlarına iyilik konusunda örnek olan seçilmiş insanlardır. İyilik konusundaki örneklikleri hem iyiliği tanımlamayı hem de iyiliği yaşamayı ve yaygınlaştırmayı kapsar. Peygamberler sahih insanlardır ve sahte insanların ürettikleri sahte gerçekliğe karşı mücadele etmişlerdir. Bu mücadele, zaman ve mekân sınırlılığında kıyamete kadar devam edecektir. Nasıl ki tarih boyunca peygamberler ve diğer hakikat yolcuları insanın kendisine dönmesi ve kendisinin farkına varması için mücadele ettilerse Sezai Karakoç’un yazdıklarında da aynı kaygının var olduğu görülebilir.

Diriliş, kendini gerçekleştirmek anlamına da gelmektir. Sezai Karakoç, kendini gerçekleştirme meselesinin bireysel, toplumsal ve beynelmilel yönleri olduğunu düşünmüştür. Kedini bilmek, kendine dönmek ve kendini gerçekleştirmek, daha önce değinilen sahih olmakla doğrudan ilgilidir. Kendini gerçekleştirmek, aynı zamanda bir süreçtir. Sezai Karakoç’u farklı kılan yanlardan biri de burada ortaya çıkar. Onun kendini gerçekleştirme çabası ve çağrısı birliktedir ve hayatına yayılmıştır. Kitlesel bir parti olmayan Yüce Diriliş Partisi’nde ilerleyen yaşına rağmen yaptığı konuşmaları ve yayınladığı tebliğleri, kendini gerçekleştirme çabası dahilinde kabul etmek gerekir. Onun kurduğu parti, kendisine dünyevi bir güç ya da menfaat sağlayacak bir kuruluş olmadığı gibi mücadelesini aktarmanın bir aracısı olmanın ötesine geçmemiştir. Partide konuşma yaptığı toplantılarda, güncel siyasetin gelip geçici meselelerinin ve dedikodularının ötesinde bir medeniyet perspektifi sunma iddiasında olmuştur.

Yazının başında cenaze merasimi dolayısıyla sorduğumuz Sezai Karakoç’un başarı hikayesiyle ilgili soru, dirilişin kendine dönmek ve kendini gerçekleştirmekle ilgili birbirine bağlı yönlerinde cevap bulabilir. O, kendisini diriliş hareketinin lideri olarak görmemiş; bir diriliş işçisi ve eri olarak tanımlamıştır. Savunduğu ilkeleri bizatihi kendi hayatında yaşamaya gayret etmesi bu sözünde durduğunu gösterir. Bunun için de ömrü boyunca çalışmıştır. Üretilen suni ve sahte gerçekliğin ötesindeki hakikate dikkat çekmeye çalışmıştır. Yakın arkadaşı Erol Güngör’ün İslam’ın Bugünkü Meseleleri kitabında Müslüman milletlerin “uyku ile uyanıklık arasında bir hâl”de olduğu tespitine benzer şekilde o da bu halden çıkmak gerektiğiyle ilgili çağrısında ısrar etmiştir. Bu başarı hikayesi, gelip geçici menfaatler üzerine hesap yapanları etkileyecek bir hikâye değildir. Her devirde farklı başarı hikayelerinin farklı alıcıları olmuştur. Sezai Karakoç’un hikayesi de şahitlerine ulaşmıştır.

Her yazar ve şair gibi Sezai Karakoç da kendi döneminin bir insanıdır. Onu değerlendirirken onun kendi dönemine özgü yönleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Bir yandan da diriliş tezi etrafındaki arayışı, kendi dönemselliğinin sınırlarını aşmaya çalışır. Hakikatle ilişki kurmak, hem zaman ve mekâna bağlı şartlarla sınırlı olmak hem de bu sınırların ötesine ulaşmaya çalışmak gibi bir ikilemi içinde barındırır. Sezai Karakoç’un çağrısı, döneminin sınırlılıklarına bağlı izleri taşısa bile klasik olmayı başarmıştır. Eserleri, çok sevdiği, takip ettiği ve başkalarına da tanıttığı Yunus Emre, Mevlâna ve Mehmet Akif’in eserleri gibi kendinden sonra gelenlere ulaşacaktır. Klasikler, sade ve mütevazı olmaları dolayısıyla insanı ruhundan yakalar. Bu dünya hayatındaki görevini başarıyla ifa eden ve emanetini teslim eden Sezai Karakoç, sadece eserleriyle değil, yaşayışıyla ve duruşuyla da muhatabının ruhuna ulaşabilmiştir. Üstelik bu muhataplar sadece dünün ve bugünün insanlarından ibaret değildir. Gelecekte de hakikatle ilgili kaygı duyacak olan her insan onun eserlerinin bir muhatabı olabilir. Bu yazı vesilesiyle kendisine Allah’tan rahmet dileriz.