Sinema Hakikati Bulma Kapısı Olabilir Mi?

Baki,  Fuzuli, Nef’î,  Şeyh Galip dünyanın en güzel şiirini yazdıysa, o zamanda film üretmiş bir yönetmenimiz kabil olsa film çekse, eşsiz üstünlükte filmler ortaya koyardı. Şiirde olduğu gibi, diğer gelenekli sanatlarda olduğu gibi mecazdan hakikate yönelen güçlü bir dil kurulurdu sinema perdesinde de. İşte bu zayıf anımızda toplumumuza girmiş olan sinema ne yazık ki ruhumuzun, medeniyetimizin, mayamızın, temsillerimizin kötülenmesiyle de işe başladı.

Nazif TUNÇ

“Sinema hakikati bulma kapısı olacaktır. Yani bugün makine dairelerinden perdeye doğru akan o güçlü ışığın gönülleri de temizleyeceğine inanıyorum. Bu yüzden bunu gerçekleştirmenin de ancak kendi insanımızın, kendi toprağımızın, kendi irfanımızın keşfiyle, Müslümanca temsillerle mümkün olacağına inanıyorum.”

Bizim sinemamız ne yazık ki çok zayıf olduğumuz bir zamanda başladı. Zayıflıktan kastım kültür değişmelerinin en yoğun olduğu zamanlarda sinemanın ülkemize gelmiş olmasıdır.   Yani İslam medeniyetinden Batı medeniyetine zorlanırken, kendi bin yıllık kültürümüzü, kökümüzü, tasavvurlarımızı terk etmek zorunda bırakıldığımız talihsiz bir zamandı. Toplum böyle kahpe bir zamanda sinemayla tanıştı. Sanat üretme damarları dağlanmıştı adeta.  Bu yüzden çok uzun zamanlar bir bocalama süresi yaşadı. Yani bütün kurumlarımızın Batı’ya yöneldiği, Batı kültürüyle tekrar inşa edildiği bir zamanda sinema, Türkiye’de yer etmeye çalıştığı için zayıf bir anımızda geldi diye kastediyorum. Yoksa 16. yüzyılda, 17. yüzyılda sinema keşfedilmiş olsaydı, o sanat ummanlarının sanatçıları bugün dünyanın en önemli sinema eserlerini gerçekleştirmiş olurlardı.

Baki,  Fuzuli, Nef’î,  Şeyh Galip dünyanın en güzel şiirini yazdıysa, o zamanda film üretmiş bir yönetmenimiz kabil olsa film çekse, eşsiz üstünlükte filmler ortaya koyardı. Şiirde olduğu gibi, diğer gelenekli sanatlarda olduğu gibi mecazdan hakikate yönelen güçlü bir dil kurulurdu sinema perdesinde de. İşte bu zayıf anımızda toplumumuza girmiş olan sinema ne yazık ki ruhumuzun, medeniyetimizin, mayamızın, temsillerimizin kötülenmesiyle de işe başladı. Bu haliyle sinema münkir ve inkârcı bir sanat olarak girişini yaptı.  Müslüman toplumun değerlerini hiçbir zaman benimseyemedi. Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak sinema perdesi Müslüman temsillerine taarruz yeri oldu.

Muhsin Ertuğrul’un çekmiş olduğu Aynaroz Kadısı, Bir Kavuk Devrildi gibi Müslüman yaşayışını inkâr eden, Vurun Kahpeye gibi filmlerle süren sinema ne yazık ki düğmeyi yanlış iliklediği için bir türlü toparlayamadı. 70’li yıllara kadar neredeyse Müslüman Anadolu’nun benimsediği, gönül rahatlığıyla seyredeceği, Türk milletinin kendi inanç geleneğine ve medeniyet tasavvuruna, ahlakına, töresine, alışkanlıklarına uygun bir temsili perdede görmesi mümkün olmadı.

Milli sinema “Halk içinde Hâk ile birlikte olmak”tır. Türk milletinin tarihsel gelişimine, ulusal kültürüne, inanç geleneğine, irfanına ve medeniyet tasavvuruna dayanan konularda sinema yapmaktır. Sinema sanatıyla hakkı, hakikati ve “en güzeli” aramaktır. Sinema, filmlerle iyilik hikâyeleri ve güzel hikâye anlatmaktır.  Yalın, sade, yormayan, merhametli, en önemlisi de vicdanla helalleşme hikâyeleri anlatmaktır.  Müslüman doğu hikâye geleneğinde hak ve hakikate doğru kestirme ve net bir yöneliş var. Bütün sanatlarımız öğüt veren, iyilik özü taşıyan hikâyelerinden beslenir. Fani dünyayı güzelleştiren iyiliktir. Güzellik kapısının anahtarı her yerde, her dönemde iyilik olmuştur. İnsanın karşılıksız, mecbur olmadan, fedakârlığı, iyiliği tutuyor dünyayı ayakta. İnsan ruhundaki derinlik ancak iyilikle, merhametle, şefkatle ölçülebilir. İnsanlığı mutlu eden ve yücelten birbirimizin feryadına, iniltisine iyilik ve merhametle koşmaktır.  Sinema da bunu hem gözle hem kulakla hem gönüllere dokunuşuyla yapan bir sanat.

Sanatçı yaşadıkları çağın vicdanıdırlar. Perdede insanlığın iniltilerine, feryatlarına duyarsız kalamazlar.  Fıtrat iyiliği emrediyor. İnsan fıtratı sürekli iyiliğe muhtaç.

Yeşilçam yönetmenlerinin halk ile kurduğu çok güzel bir bağ vardı.  Anadolu coğrafyasında binlerce yılda yoğrulmuş bir cevher olarak “iyilik” duygusunu eşsiz filmlerle sundular. Biz bu filmlerde insanın insana borcunun sadece iyilik olduğunu gördük. Bu filmlerde kötü kaybetti, iyiler kazandı. Bu filmler hep iyilikle ve mutlu sonlar ile bitti…

Sebebi ne olursa olsun sinemamız çok güçlü İslam potansiyelinden yararlanma fırsatlarını kaçırmıştır. Yüzyıllık ömründe bu potansiyele hep yüz çevirmiş, bu zengin kaynaktan hep uzaklaşmıştır. Üstün ve parlak sinema filmlerini inşa edecek sanat gücünden de yoksun kalmıştır. Arada sırada çok güzel hareketler olmadı değil.  Ama bu filmler hakikat ve güzelliğin derinliğine sızmayı başaramadılar. Çoğu film cılız ve derinliksiz olmaktan öteye geçemedi.  İslam’ın yüce değerlerini sinema perdesine yansıtacak güçte olamadıklarından esameleri bile okunmuyor.

Bu memleketin sinemacılarının İslâm’a dair tedrisatlarını, okumalarını, bilgilerini gözden geçirmeleri lazım. İslami kavramları, ıstılahları, İslâm tarihini ve geleneğini tekrar tekrar okuma sürecinden geçmeleri gerekir. Ne yazık ki Yunan ve Roma mitolojisine merakımız kadar İslâm potansiyelinden uzağız.

Metafizik bilginin kaynağı vahiydir. Sanatın kaynakları sıralanacak olsa en üst sırada din yer alacaktır. Tasavvufi düşüncenin en üstün örneklerinin verildiği bir gelenekten geliyoruz. Muhiddin Arabi, Mevlana, Yunus Emre, Şeyh Galip bu yolda devleşmişler. Mimar Sinan’ın mimaride, Itri’nin musikide, Şeyh Galib’in, Niyazi Mısri’nin şiirde, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin hat sanatında, Yunus Emre’nin şiirde yaptığını niçin sinemada filmleriyle yapacak birileri çıkmasın. 

Diğer sanatlarda tasavvufi bakış üzerine kurulmuş eserler olduğu gibi sinema bu tür yorumlardan, duygulardan beslenen filmler olacaktır. Vardır da zaten. Tasavvuf, hikmet, hakikat arayışı insanlık tarihinin ve hayatının ayrılmaz parçalarıdır.  Her insanın inanç, ibadet, hayatında hikmetin, hakikatin bir gerçekliği vardır. İnsan hayatının her anına hükmeden, her alanını kapsayan, doğumdan ölümüne, hatta ölümünden sonrasını da düzenleyen İslamiyet elbet sinemaya da temsiller getirecektir. 

Duyuların dünyası çaresizdir. Âlemi, olayları kavramakta yetersizdir. Gerçekçilerin dünyası eksik, kuralcı ve akılcıdır. Sanatı ve insanın hayatını zenginleştiren her şeyden yoksundur. Şiir, sûfilik, mistisizm, rüyalar somut gerçekliği bütünleyen şeylerdir. Sinema bunlardan yararlanmayı, beslenmeyi her geçen gün daha fazla keşfediyor. Sinema, Allah’ın görülmesi gereken ayetlerini göstermek, esmanın tecellisini kavramak, Hakk’a emsaller, semboller, remizler, imgeler yoluyla ulaşmak yolunu deneyebilir. Bu talimler bizim geleneksel sanatlarımızda var.  Tasavvufun çeşitli kollarında risksiz, kullanılmış yöntemler var. Geçmişte minyatür dili, şiir dili, musiki dili, hikâye dili oluşturulduğu gibi yeni bir sinema dili de oluşturulabilir.

Sanat, ilahi güzellikten neşet eder sözü meşhurdur. Bütün doğu sanatları Hakk’ı ve hakikati işaret eder. Kötüden sakındırmak, iyiliğe yöneltmek, Allah’ın adını yüceltmek, Peygamber ahlakını sevdirmek, en sağlam ve etkili sinema ile yapılır. Kur’an uyarıdır. Hadisler ise öğüt. Sinema da insanları ahlaki olarak olgunlaştırabilir, yüce duyguları yüceltebilir. İnsanın en yüce duygusu merhameti öğretebilir. Başkası için fedakârlığın üstünlüğünü, ancak o zaman insan olacağını, yüceleceğini anlatabilir. Hiçbir şeye dokunmayan bir film yapsak, iğne deliğinden deve geçirsek ancak sihirbaz sayılırız. Film yönetmeninin efsuncudan, göz boyacıdan farkı olmalı. Faydasız sanattan kaçınmalı…

Müslüman sanatçı sinema dilini inancına uygun biçimde kullanmayı, kendini onunla deşmeyi, ifade etmeyi öğrenmek zorundadır. İyiyi göstererek, Allah’ın ayetlerinin tecellisini araştırarak, kötü ile temsilden, kötü örneklerle göstermekten kaçınarak bunu yapabilir. Bunu artık öğrenmeliyiz. Köklerinde, geleneğinde, geçmiş kültür sanat medeniyetinde yapacağımız sinema için çok güçlü potansiyeller, referanslar var. Sinemamızı öykünmeden, taklitçi olmadan, yetkin hale getirebileceğimiz kaldıraç olarak kullanabileceğimiz, sanatsal mirasımız, geleneğimiz var.  Bizleri civata, çakma, naylon filmler yapmaktan kurtaracak hammadde, üstün cevher geçmişimizde duruyor. Sinemacılarımızın Yunus’dan, Mesnevi’den, Bostan-Gülistan’dan, Hüsn-ü Aşk’tan, Binbir Gece Masalları’ndan, Muhayyelat’tan haberi olsa bu kadar savrulmazlardı.

Güçlü bir felsefe olmadan iyi sinema yapılamaz. Safça ve çalışkan bir şekilde Amerikalı ve Avrupalı ustaları taklit etmeye çalışırdım. İnsanın, kendisini besleyen toprağa, düşüncesine ve kültürüne biçim veren yaşam koşullarına, gözünün önünden akıp giden güzelliklere bağlı olduğunu anlamamıştım. Henüz bilmiyordum ki Türkiye’de yaşayan ve her gün beş vakit ezanının sesini duyan bir Müslüman sanatçı, ancak kendisi gibi yaşayan insanların geleneklerine dayanarak değerli yapıtlar verir.

O açıdan bizim dilimiz, sinemamız; milli kelimesinin içerisinde aynı zamanda insanı da barındırıyor. İnsan… Yani insana yönelik olan her şeyi barındırıyor. İnsan gerçeğini anlatan, insan gerçeğine ve fıtratına uygun olanı yakalamakla ilgili bir serüveni de anlatıyor. İnsan fıtratına uygun olan hakikate de uygun olur. O açıdan insanın iyiliğe yöneltilmesi ve kötü olan şeylerden, her türlü duygulardan arındırılması ve sakındırılması meselesiyle ilgili bir çabası olmalı sinemamızın. Tıpkı eskinin anlatıcıları gibi yeni sinemanın anlatıcıları da bunu kendilerinin şaşmaz bir terazisi kabul etmek zorunda.

Doğu edebiyatçısı, Müslüman edebiyatçı için böyle bir gereklilik varsa sinemacı için de böyle bir gereklilik vardır. Tebliğ mi denilir buna, irşat mı denilir yahut da başka türlü bir kavram mı kullanılır? Görsellikten çok manzaradan daha elzem mânâya dönük, ruha dokunan, özün özünün peşinde olan dolaylamasız, karnından konuşmayan filmlere hayli yakınız.

Elbette irfan kaynaklarına ulaşırsa sinemacı, filmini yaparken daha berrak, daha yalın ve daha bulanık olmayan sularda dolaşacaktır.

Sinema hakikati bulma kapısı olacaktır. Yani bugün makine dairelerinden perdeye doğru akan o güçlü ışığın gönülleri de temizleyeceğine inanıyorum. Bu yüzden bunu gerçekleştirmenin de ancak kendi insanımızın, kendi toprağımızın, kendi irfanımızın keşfiyle, Müslümanca temsillerle mümkün olacağına inanıyorum.