Sinema Modern Zihnin Sınırlarını Zorluyor!

Konumuz sinema olduğuna göre felsefe ve edebiyatta açılan yeni metafiziksel ufukları bir yana bırakarak, bu iki alandan tümüyle bağımsız olmayan sinemanın kazandığı yeni metafizik boyutlara değinelim. Son on yıl içinde dünyadaki bütün sinemaseverler gibi ben de çok sayıda kendi metafizik ufkunu kurmaya çalışan fantastik film seyrettim. Bu alanda eski zamanlara göre çok daha fazla eser ortaya konduğunu zannediyorum; istatistikler de muhtemelen bu fikrimi doğrulayacaktır.

Gökhan ÖZCAN

Gazeteci-Yazar

İnsanın iç dünyasında yer tutan her şey, doğrudan ya da dolaylı olarak sinema perdesinde de kendine bir karşılık bulmuştur. Çünkü sinema; insanın varlığını ve hayatı kavrama biçimlerini yansıtması bakımından dünyadaki insan teki kadar anlatıma, dile, ifadeye sahiptir. Bu çeşitlilik sinemanın anlatılmaya değer hikâye ihtimallerini tükenmez kılar.

Dünyanın son yüzyılına musallat olan modernist/materyalist dalganın bütün çabalarına rağmen, yeryüzünde yaşayan insanların pek çoğu hayatı kavramak konusunda tek boyutlu bir düşünsel darlığa kendilerini mahkûm etmemişler, alemi gözleriyle gördükleri kadar sanma gafletine düşmemişlerdir.

Daha küçük bir çocukken dünyanın ötesinde ne olduğunu merak etmeye ve düşünmeye başladığımıza göre, alemin gözle görünür olandan ibaret olduğunu sanmak herhalde ancak varlığın hakikatinden tamamen habersiz olmakla mümkündür. İnsanın düşünerek ulaşabildiği görünür sınırlar nasıl hayata dahilse, akledebildiği, sezebildiği, hayal edebildiği, havsalasına sığdırabildiği bütün soyut açılımlar da aynı şekilde hayata ve varlığa dahildir.

Bizler Müslümanlar olarak sınırlarımızın bize lütfedilen bilgi ve hikmet kadar olduğuna; Allah’ın ilmininse sınırsız olduğuna iman ediyoruz. Bu inanç ve teslimiyet, yıldızlara bakarak öteleri merak eden bir çocuk için de, ölümü yakınlarında hissetmeye başlayan bir pîr-i fânî için de serinletici bir ruh tutamağıdır. Bizler çok şükür karanlıkta değiliz, hiçbir karanlığın boğamayacağı bir aydınlığın şahitleriyiz. Elbette bizim de cevabını tam olarak bilemediğimiz sorularımız, sırrına eremediğimiz meraklarımız var; ama biz metafiziksel konulara yöneldiğimizde kendimizi asla bir körebe gibi hissetmiyoruz. Yolu tam olarak bilmiyor olsak da, menzilin neresi olduğu bilgisiyle nimetlendirilmiş bir durumdayız. Bir kısmının sahihliği çok tartışmalı da olsa, geleneksel yapıdaki toplumlar için alemin görünmeyen kısmına ilişkin bir ‘bilme’ ferahlığı vardır ve tarih boyunca da ayağını gelenek zeminine basan toplumlar ontolojik cenderelerden daha az yara almıştır.

Geleneğin inşa gücünü belli ölçüde reddederek yola çıkan modern insan için ise durum bundan biraz daha farklı… Hayatı kavrama konusunda son yüzyılı hayata materyalist-pozitivist bir at gözlüğüyle bakarak geçirmeyi tercih eden modern insanın, ruhunu özgürce koşabilmesi için metafizik çayırlara bırakmamaktan kaynaklandığına inandığım bir ruh tıkanması yaşıyor. Psikolojik rahatsızlıkların zirve yaptığı, psikiyatrların ve psikologların el üstünde tutulduğu böyle bir dönemde bu tıkanmanın delillerini bulmak çok zor olmasa gerek…

İnsan iç dayanaklarını kaybetmiş durumdadır bugün. Belli refah seviyelerini yakalamış toplumlarda bu tıkanmaların daha da ileri seviyelere ulaştığını görmemek mümkün değil. Maddi ilerleme ve getirilerinin insanı içinden fethedemediği, onu yine kendi eliyle içine sürüklediği büyük çağcıl yalnızlığından kurtaramadığı aşikardır. Ne var ki, geleneksel yapısındaki çözülmelere son çeyrek yüzyıla kadar iyi kötü direnebilen, geleneksel zeminini yine belli ölçülerde koruyabilen toplumlarda da teknik imkanların yaygınlaşmasının getirdiği arızalar ortaya çıkmaya başlamış, bu toplumlar da ellerindeki içsel çareleri teker teker yitirmeye başlamıştır.

Modern insanın pençesine düştüğü bu ruh tıkanmasında, hâkim modern zihniyetin eğitim sistemleri ve medyanın popüler araçları marifetiyle tek tek bütün bireylere modernist fikirler aşılaması ve dayatmasının payı büyük elbette. İçinde daha şimdiden pek çok manevi açık vermeye başlayan kalabalıklar için taşınması çok güç bir yük bu gerçekten. İnsanları kendi varoluş gerçeklerinden uzaklaştıran bu faşizan çember daha uzun zaman bu basınca, bu kısıtlamaya dayanamayacak ve parçalanacaktır. Son on yıl içinde bu patlamanın işaretleri de görülmeye başlandı zaten.

Konumuz sinema olduğuna göre felsefe ve edebiyatta açılan yeni metafiziksel ufukları bir yana bırakarak, bu iki alandan tümüyle bağımsız olmayan sinemanın kazandığı yeni metafizik boyutlara değinelim. Son on yıl içinde dünyadaki bütün sinemaseverler gibi ben de çok sayıda kendi metafizik ufkunu kurmaya çalışan fantastik film seyrettim. Bu alanda eski zamanlara göre çok daha fazla eser ortaya konduğunu zannediyorum; istatistikler de muhtemelen bu fikrimi doğrulayacaktır.

Yakın zaman önce 2023 yılında dünyada ve ülkemizde en çok izlenen ilk on film açıklandı. Dünya sinema seyircisi ile bizim seyircimizin tercihleri arasında çok büyük farklılıklar görünmüyor. Dikkat çekici olan, hem dünyada hem Türkiye’de seyircinin en çok tercih ettiği filmlerin fantastik filmler oluşu… Gerçek hayattan alınan hikayeler neredeyse hiç yok listede. Bu tablo, bir yanıyla endişe verici bir durum tabii, insanların gerçek dünyadan kaçışına işaret ediyor. Ama diğer yandan; bu tercihlerin bilinçaltı derinliklerinde, görünür dünyanın dar kalıplarına, sebep sonuç katılıklarının ötesine uzanan arzular, meraklar, yönelişler var.

Bu yönelişler elbet dikkat çekici; ancak konunun asıl değerli boyutu ve benim asıl önemsediğim şey, sinemanın etki alanının tarihte görülmemiş ölçüde genişlediği böyle bir zamanda, metafiziksel ya da fantastik düşünme biçimlerinin modern insanın gündemine damgasını vurur hale gelmesidir. Bu yeni gelişme, geçen yüzyılın materyalist-pozitivist ruh yükünü, statik ve dar düşünce kalıplarını zihnimizden atma yolunda bazı imkanlar ve ümitler barındırıyor.

Elbette sinema endüstrisinin sinsi kârlılık hesaplarını, Hollywood şablonizmini ve popüler olanın beraberinde getirdiği sığlık risklerini hesaba katıyorum. Ama yine de benim gördüğüm manzara sinemanın insanların metafiziksel düşünme imkanlarını zenginleştirme zemini kazandığı şeklindedir. Burada ortaya çıkan tehlike; sıradan insanların metafiziksel meraklarının sahih olmayan yönlere sevk edilmesi olabilir. Ancak ben bu tehlikeyi bile, yüz yıllık metafizik düşünceden kaçınma ve maneviyata kapanma refleksinden daha az tehlikeli buluyorum.

Hayatın ötesini, gözüyle gördüğünün fazlasını, varlığının sırrına eremediği muammalarını merak etmeye başlayan insan, kendi ruh kaidesini yeniden keşfetmeye daha yakın olan insandır. Gelinen bu nokta henüz somut bir kazanım getirmiş değil, ancak bu yolda yeni başlangıçlara imkân hazırladığını görmek durumundayız. Bu farkında olmamız gereken bir şey, çünkü yeni insanın zihniyetinde kendi maneviyatını keşfetme yolunda yeni bir dönüşümün önünü açabilir.

Burada dramatik olan, geleneksel mirasından hâlâ belli ölçüde faydalanma imkanına sahip olan bizim gibi toplumların, manevi arayış içine giren kalabalıklara el uzatamıyor, onlara ikram etmek üzere öz toprağımızın bahçelerinden meyveler toplayamıyor, o bahçelerde halen meyve vermekte olan hikmet ağacının yerini bir türlü bulamıyor oluşumuzdur. Bunu yapabilseydik, belki sinemanın diline ve imkanlarına doğru yönelerek çağa aydınlık getirecek hikayeleri bulabilir, karanlığın içine her biri bir hakikati uyandıracak kandiller bırakabilirdik.

Hakikatini daha geç kaybedenlerin yitiğini bulmaya daha yakın olduğu kanaatine daha yakınız biz genellikle. Belki şunu hatırımızda tutmayı ihmal ediyoruz bunu yaparken. Görünen o ki, hakikatini daha önce kaybedenlerin açlığı da bizimkinden çok daha büyük! Galiba bir süre daha yönetmeni olmamız gereken filmlerin seyircisi olmayı sürdüreceğiz.