Yüzyılın Manşeti

Bir “medya” yazısını, bu kadar “genişten alma” sebebim biraz da şudur: Hafızamızı, algı ağımızı ve zihnimizi, bu denli küresel bir çerçeve ile ölçeklemediğimizde, “bu dünyanın” her yönü ile dışında kalacağımız hatta kaldığımız gerçeği.

İsmail HALİS

İletişimci, Medya Yöneticisi (Mücerret, Brif Medya, Yeni Medya House)

Kendi yüzyılının insanına dair binlerce cümle kuran Hegel’in “gazete okumanın seküler bir dua” olduğunu söylediği de kabul edilir. Kendi yüzyılımıza girerken bu böyle olabilir lakin bugünün insanı olarak her birimiz o kadar farklı ve kendine özgü “seküler dualara” sahibiz ki, muhtemelen Hegel yaşasaydı bu “diyalektiği” çözmekte hayli zorlanırdı. Ancak gazetecilerin bile “gazete” okumadıkları yeni normalde medya kavramı artık gazeteyi, televizyonu, radyoyu aşan büyük bir ekosistemi ifade ediyor. Dünyanın neresinde yaşıyor olursanız olun, hangi meslek, statü, role sahip olursanız olun, binlerce “stream” platformundan birinin muhatabı, müşterisi, tüketicisisiniz. Hatta dahası, “medya” kavramı o denli ucu açık bir kara delik imkânı sunmakta ki, yine aynı şekilde, dünyanın neresinde yaşıyor olursanız olun, hangi meslek, statü, role sahip olursanız olun, bizzat kendiniz sadece muhatap, müşteri, tüketici olmayıp; üretici, yayıncı, haberci olabilirsiniz. İşte bu da “cesur yeni dünya” sonrası geldiğimiz yeni eşik. Bu kez, Palahniuk’un kulaklarını çınlatarak, artık dileyen kendi dünyasının, kendi medyasının “Gösteri Peygamberi”. 

Küresel Bir Anons Hissi 

Türkiye’de yaklaşık 55 milyon, dünyamızda ise yaklaşık 5 milyar internet kullanıcısı mevcut. Başta Silikon Vadisi’nin büyük markaları olmak üzere, Çin ve Hindistan merkezli teknoloji altyapısı üreten şirketler, bu sayının yatay ve dikey olarak daha da yaygınlaşıp katmanlaşması için projeler geliştirmekte, planlama ve arge yapmaktalar. Yeni zamanlarda yaşayan bizlerin etkileşim içinde olduğu bu milyonlarca haber – data (veri) – imaj – uyarıcı, yeryüzünün hiçbir döneminde, hiçbir insanlık evresinde karşılaşılmamış bir atlas oluşturuyor aslında. Medya ve iletişim evrenindeki her araç, kendi dünyasında kalamama, kendi dünyasını kuramama, istisnasız her bir saniye birçok farklı iletim yolu ile bir şekilde uyarılma – yöneltilme – evriltilme haliyle aslında bir iletişimden ziyade adeta “kıyamete dek dinmeyecek” hissi veren aralıksız bir “anons” ya da “alarm” sesine dönmüş durumda.

Dijital Diktatörlükler

Bir “medya” yazısını, bu kadar “genişten alma” sebebim biraz da şudur: Hafızamızı, algı ağımızı ve zihnimizi, bu denli küresel bir çerçeve ile ölçeklemediğimizde, “bu dünyanın” her yönü ile dışında kalacağımız hatta kaldığımız gerçeği. “Dışarıdan” yapacağımız her yorum, edineceğimiz her kanaat, üreteceğimiz her fikir kendi ölçeğinde kalacak; bir yerden sonra katılaşacak, sonrasında da buharlaşacaktır. Aslında tam da bu eşikte bulunmaklığımızı şuradan da çıkarmak mümkün ki tarihsel, tarih dışı, duygusal, sloganik, yer yer ajitatif ve günübirlik bakış açıları ile oluşan medya dili -sosyal hayat dili- sebebiyle, küresel bir dil inşa edemediğimiz için üretilen devasa algı gücünü ve güç algısını anlama çabası ile geçirdiğimiz bir kuşağın belki de son temsilcileriyiz. Son kuşak olma sebeplerinden biri, neredeyse yolun sonuna gelmemiz sebebiyledir. Yolun sonu ile kastettiğim havza biraz da Yuval Noah Harari’nin söz ettiği yerdir. “Büyük veri algoritmaları yüzünden iktidar tümüyle bir avuç seçkinin eline geçerek çoğunluğun sadece istismar edilebilir değil, çok daha kötüsü, gereksiz konuma düşmesine sebep olacak dijital diktatörlükler ortaya çıkarabilir.” 

Onlar Senin Farkında, Sen Farkında Mısın?

Özellikle pandemi ile kapatılan dünyamızın son bir yıldır büyük baloncuklu cümlelerle durmaksızın konuştuğu “dijital diktatörlük” bahsi, yazının buraya kadarki bölümü, öncesi ve sonrası için bir nevi çatı olarak bir yerde dursun. Yukarıya, yani çatıya değil de önce önümüze ve karşımıza baktığımızda ne ile karşılaşmaktayız, onun genel fotoğrafını görmek daha somut bir fayda sağlayabilir. Dünyanın en eski ajansı olarak kabul edilen AFP, AP ve Reuters markalarının kuruluş tarihleri sırasıyla 1835, 1846 ve 1851’dir. BBC, CNN gibi uluslararası markaları da geleneksel haber, ajans, medya geleneğinin öncülleri olarak aldığımızda, Paris, New York, Londra merkezli bu yapıların, tüm medya tarihinin kurallarını, alfabesini, etik ilkelerini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Gazetelerin farklı ülkelerdeki tarihleri çok daha geriye gitmektedir. Lakin bu tarihleri esas almamızın sebebi, haberin, medyanın, bilginin, bir nevi küresel bir markaya dönüştüğü tarihler olması sebebiyledir. Sözün bizi götüreceği yer, çok daha başka bir tarih aralığıdır. 1800’lü yılların ilk evresinde kurulan, dünya savaşları, ekonomik krizler ve ulusal birçok gerilim yaşayan ülkelerin başkentlerinde yer alan uluslararası haber networklerinin bugüne dek ortak proje ile bir araya geldikleri, birlikte ortak bir marka için çalıştıkları görülmemiş iken; tarihte ilk kez Almanya (DW) öncülüğünde, İngiltere (BBC), ABD (VOA) ve Fransa (France 24) Nisan 2019’da Türkiye’de, İstanbul’da ortak bir Youtube kanalı açma kararı aldılar. Türkiye’nin posta koduna atıfla “+90” adıyla kurulan yayın platformu, her yönüyle yayıncılık ve medya tarihinde bir ilk. Siyaset, ekonomi, jeopolitik, güvenlik gibi birçok konuda ortak yönleri olduğu kadar modern tarihte bugüne dek bir araya gelerek ortak çatı altında, tek bir marka ile dünyanın hiçbir bölgesinde bir çalışmaya imza atmamış olan 4 büyük ülkenin yayın kuruluşunu bir araya getiren ülkenin adı nedir? Türkiye’dir. Gerçekten de ne olmuştur ki, nasıl bir kendine özgülüğe sahip bir ülkedir ki, örneği görülmemiş bir birliktelik icbariyeti hâsıl olmuştur? Sadece teknik olarak kronolojisiyle birlikte bir örnek vererek finalize edelim: İtalya başta olmak üzere Avrupa kentlerinde ilk COVİD-19 vakaları patlaması yaşandığında, New York Times, CNN International, BBC, Russia Today, AP gibi birçok kurum nasıl bir “editoryal zafiyet” içine düşmüşlerdir ki, pandemi ile ilgili tüm görseller, Türk Bayrağı ve Türkiye Camileri ile birlikte verilmiştir?

Büyük Hattın Kubbesi 

Yazımızın kurgusu gereği, bir hikâye hattı kurmayı öncelediğimiz doğrudur. Medya, yeni medya, iletişim, dil, kimlik ve hafızanın, bu büyük hattın kubbesini oluşturduğu hakikati kadar doğrudur. Bu Gök Kubbe ki, “dijital diktatörlüklerin”, tüm savaş biçimlerinin dönüştüğü yeni normalde de bize her yeni günde ayrı soru ile aynı nöbete davet ediyor. “Neyi Kaybettiğini Hatırla?”