Sınır Kapısındaki Deniz Kızı: Yelda

Çünkü göç mevzusu dramatize edilecek bir mevzu yahut sadece Türkiye’nin sorunu değil; aksine dünyanın en büyük problemi bu. Ve bu durum gün geçtikçe ciddi bir tehlike olma durumuna doğru da gidiyor. Kitabı okuyup bitirince meselenin göçü bu şekilde yansıtmak ya da ülkemizden uzak tutmaktan

Betük ZEYREK

 “Coğrafya kaderdir!” Bu cümleyi hepimiz duyuyoruz hatta bilinçli-bilinçsiz kullanıyoruz da bazen. Sınır Kapısındaki Deniz Kızı/ Afganlar Türkiye’ye Neden Geliyor? kitabını okuyunca bu cümleyi iliklerime kadar hissettim. Yaşadığımız coğrafyayı seçme şansı bizim değil. Bize verilen coğrafyada hayata tutunmaya çalışıyor kimimiz, kimimiz de arkasında kalbinin yarısını bırakarak sebepler değişse de yerlerini terk etmek durumunda kalıyor. Bu eserde bizi bekleyen terkedilişin sebebi ne, bunu ele almış olacağız.

Afganistan topraklarının büyük bir kısmını dağları oluşturuyor. Ve sanki bu dağların sarp halleri halkının yıllardır katlanmak durumunda kaldığı savaş karşısındaki dik duruşlarının bir sembolü gibi. İşgal, ölüm, eğitimsizlik, cehalet ve fakirlik; halkın üzerine yapışan ve çıkarılması, düzeltilmesi zor olan bir leke gibi. 43 yıldır bitmeyen bir savaş ve halkın kendi içinde yaşadığı çekişmeler, durumun pek de düzelmeyeceğini gösteriyor.

“Mülteci” bir başka yere ya da ülkeye sığınan kimseye deniyor. Bu tek kelime aslında koca bir insanlığın kaybını haykırıyor; duyabilene. Mülteci kelimesini her duyduğumda içimde bir yerlerde kabuk bağlamış ama kanamaya her an hazır olan bir yaram varmış da kanayacakmış gibi hissediyorum. Derinlerde kalmış, sızısı dinmeyen bir yara. Ne sebeple olursa olsun insanın memleketini öylece bırakıp terk etmesi, arkada bıraktıklarına son kez dönüp bakamaması, kolay ve katlanılabilir bir durum değil. Göç konusu kavrayabildiğim kadarıyla ‘mecburiyet’ kelimesi ile başa baş gidiyor. Her bir mültecinin temelinde bir mecburiyet söz konusu, mantıklı olsun veyahut olmasın her birinin bir mecburiyeti var. Adalet yok, mecburiyet var. “Kırık dökük bir evde, yırtık pırtık her bir kıyafette, ağlayan her çocukta, çaresiz bir annede infilak etti insanlığım.” (s.11). Bu alıntıyı okuyunca çok düşündüm. Aslında bizler de bu yeryüzünde birer mülteciyiz. Sadece bunu idrakten çok uzağız.

Kitabın kapak tasarımını incelemesem, kitabın isminde koca bir ümit hayal edebilirdim. Ama yapamadım, bahsi geçen küçük, her şeyden habersiz ama kocaman bir ümide sahip kız çocuğu. O tebessüm gelip yerleşemedi yüreğime, oradan yüzüme. Okuduğum kitap ümitlerimi yıkmakla kalmadı, tutup sararak silkeledi ruhumu. Ön yargılarımı uzaklaştırırken derin bir hüzün bıraktı geride.

“Sınır Kapısındaki Deniz Kızı”, Erhan İdiz Beyefendi’nin yüksek lisans tezine katkı yaparak okuyucuya sunduğu bir kitap. Çiçeği burnunda bir eser, ilk baskısını Vadi Yayınları tarafından Ocak 2023’te yapmış. Üç bölümden oluşan eserin ilk bölümünde İdiz’in bu çalışmayı neden ve niçin yaptığını, ikinci bölümde Afgan göçmenlerin hikâyelerini, son bölümde ise Afganistan ve göçe dair akademik bilgileri okuyacaksınız. İlk bölüm oldukça kısa ve öz tutulmuş. Ben bu konuda, üçüncü bölümü ikinci bölüm olarak okumak isterdim. Sanırım göç hakkında, özellikle Afgan göçü hakkında akademik, genel bilgilenmeyi edindikten sonra hikâyeleri okumak daha yerinde olurdu.  Bu durum, şu an okuduğunuzdaki etkiyi azaltır mı, hayır, sadece manayı daha da derinleştirirdi kanımca.

Yüksek lisans tezini bu şekilde zenginleştirerek okumak, oldukça keyif verdi. Akademik bilgi biraz daha yorabiliyor insanı; bu şekilde, anlamak daha kolay hale gelmiş. Dili akıcı, üslup sade, bir o kadar da derin. Bu şekilde bir konuyu sorularla, örnek yaşam öyküleri ile güçlendirmek, okuyucuyu oldukça doyuruyor. Zengin bir içerik olmuş. Okurken benim için kolay olmadı, sanırım anlatan için hiç kolay olmamıştır, bunu hissedebiliyorsunuz. Biraz röportaj havası esiyor, lakin sorular anlatımda öyle güzel yerleştirilmiş ki bir bütün olarak görüyorsunuz, dağınıklık olmuyor, ara ara biyografi tadı da alıyorsunuz. Öykü havası da veriyor aynı zamanda. Ayrıca beğendiğim ve hoşuma giden diğer bir husus ise göç ile ilgili akademik bilgi verilirken verilerin yer aldığı kısımların hemen yanına yerleştirilmiş olan karekod uygulamaları. Daha sağlam dayanak isteyen o dakika okutabilir ve bakabilir.

Bu kitabı okurken göç sorununu, mülteci durumu güzellemesi olarak düşünmeyin, önyargısız okuyun lütfen. Okuduktan sonra karar vermek, sanırım, en doğru kararı vermenizde yardımcı olacaktır. Çünkü göç mevzusu dramatize edilecek bir mevzu yahut sadece Türkiye’nin sorunu değil; aksine dünyanın en büyük problemi bu. Ve bu durum gün geçtikçe ciddi bir tehlike olma durumuna doğru da gidiyor. Kitabı okuyup bitirince meselenin göçü bu şekilde yansıtmak ya da ülkemizden uzak tutmaktan daha çok, göçe zorlayan ya da sebep olan sorunlara odaklanılması gerektiğini anlamış oldum. Evet sorun tam olarak bu aslında; göçe sebep olan sorunları konuşmak ve bunları ortadan kaldırmak için ne yapılabileceğine bakmak. Tüm dünyanın aslında üzerine eğilmesi gereken konu da bu. “Dünyadaki en zengin 62 kişi, 3,6 milyar insanla eşit mal varlığına sahip. En zengin 20 ülkenin geliri, en fakir 20 ülke gelirinin tam 46 katı daha fazla. Küresel eşitsizliğin bu boyutlarda olduğu bir dünyada göçmeni durdurabilmek ne kadar mümkün?”(s.190). Bu alıntıyı gördükten sonra olur mu bilemem ama benim hâlâ umudum var… SINIR KAPISINDA DENİZ KIZI görmeyi hayal eden YELDA gibi… Umut ve hayaller, geleceğin şekillenmesinin yapı taşları, kaybetmemek gerek…

Erhan İdiz’den kısaca bahsedip birkaç alıntı ile noktalamak istiyorum yazıyı. İstanbul Üniversitesi Türkçe Öğretmenliğinden mezun. Yüksek lisansını sosyolojide Afgan göçü üzerine tamamlamış. Yazarımız genellikle sosyal medya platformları üzerinden farkındalık oluşturmakla tanınan biri. Özellikle insani yardım alanlarında çalışmalar yapmakla meşgul. İlgi alanları ise göç, seyahatnameler, insan hikâyeleri, kelimeler ve çaylar. Bu ilgi alanlarına bakılırsa yirmi iki ülke gezmiş, daha da çok gezeceğe benziyor. Daha fazla hikâye toplamak, sanırım en kıymetli vazifesi olmuş…

* Savaştan kaçtığınız bir dünyada hiçbir şeyden şikâyet edemezsiniz. (s. 41)

* Burada bombayla ölmeyeceğimi biliyorum. Fakat göçmen olmak çok zor. Bizi her gün cümleleriyle, bakışlarıyla öldürüyorlar. (s. 109)

* Vatanından ayrılmanın nasıl bir duygu olduğunu soruyorum: “Yeryüzünde sadece nefes alıp veriyorsun, geriye kalan hiçbir şey sana ait değil.” (s.113)

* “Öleceğinizi bilseniz bu yola çıkar mısınız?” soruma bir Afgan göçmen, “Yolda ölme ihtimali var, Afganistan’da yaşama ihtimalimiz yok.” diye cevap vermişti. (s. 187)