İngiltere’nin Keşmir’i İşgali ve İhanetler: Hâce Muhammed Hasan Ahrârî’nin Keşmir Raporu

İslam dünyasının çilekeş beldeleri vardır. Kaybedildiklerinden bu yana içimizi yaralayan çilekeş beldelerimizin başında Filistin gelir. Mescidi Aksa’nın yer aldığı kutsal şehir Kudüs dolayısıyla Filistin, bütün Müslümanların asla bitmeyecek davasıdır. Bu uğurda nice şehitler verildi, verilmeye de devam edilmektedir.

Mustafa ÖZSARAY

Dr., FSMVÜ İslâmî İlimler Fakültesi 

İslam dünyasının çilekeş beldeleri vardır. Kaybedildiklerinden bu yana içimizi yaralayan çilekeş beldelerimizin başında Filistin gelir. Mescidi Aksa’nın yer aldığı kutsal şehir kudüs dolayısıyla filistin, bütün müslümanların asla bitmeyecek davasıdır. Bu uğurda nice şehitler verildi, verilmeye de devam edilmektedir.

Fetihlerle genişleyen İslam coğrafyasının uç noktalarında yer alan Doğu Türkistan, Keşmir, Kafkasya, Balkanlar ve Endülüs de hüzünle karışık özlem ateşini içimizde yakan çilekeş beldelerimizdir. İslam dünyasının kanayan yarası olan bu beldelerin elden çıkışlarının dıştan ve içten sebepleri vardır. Bunlara bu yazıda uzun uzadıya değinmeyeceğiz. Yalnız buraların nasıl kaybedildiklerine dair elimizde tarihe ayna tutan belgeler vardır. Bu belgeler bize İslam düşmanlarının emelleri doğrultusundaki siyaset tarzları ve faaliyetlerini gösterdiği gibi içimizdeki hainlerin ihanetlerini de yansıtmaktadır.  

Çilekeş beldelerimizden Keşmir’e dair olup, anlaşılması kolay olsun diye kısmen sadeleştirerek yayınlayacağım 1283 (1866) tarihli arzuhâl ve ekindeki layiha (rapor), bahsettiğim tarihe ayna tutan belgelerdendir. Arzuhâl ve rapor Keşmir Müftüsü Hâce Muhammed Hasan Ahrârî Efendi’ye aittir. Buradaki bilgilere göre, Hâce Muhammed Hasan Efendi Nakşibendî Tarîkatı’nın önemli şeyhlerinden Hâce Ubeydullah Ahrâr’ın (ö. 895/1490) sülalesindendir. O, Keşmir müftüsü olduğu sırada İngiliz işgaliyle beraber ülkede yaşanan iktidar değişikliği sebebiyle baskılara boyun eğmeyip aile fertleri, akraba ve taallukatıyla Osmanlı Devleti’ne hicret etmiştir. Hâce Muhammed Hasan Efendi, Sadaret Teşrifat Dairesi’ne bir arzuhâl ve ekinde bir rapor vermiştir. Arzuhâl ve raporda belirtildiğine göre, kendisi Keşmir’de müftülük makamında bulunduğu sırada İngiliz işgali sonrasında meydana gelen iktidar değişikliğiyle birlikte şeriata uymayan bazı ahvalin sebep olduğu zorluklardan dolayı müftülük görevinden zaruret gereği istifa etmiştir. Yeni gelen Mecûsî yönetimi tarafından emlak ve malları müsadere edilmiş bununla beraber yedi ay hapiste kalmıştır. Hapisten kurtulduktan sonra, Hindistan’da sürgünde bulunan aile fertleri ve taallukatıyla beraber Osmanlı topraklarına hicret etmiştir. Hicret sırasında haliyle çok zorluk çekmiştir. Çünkü, yanında yirmi beş kişilik aile efradı ve yakınları da vardır. Bunun üzerine geçimlerine medar olacak bir miktar maaş ihsan buyurulması talebinde de bulunmuştur. Hâce Muhammed Hasan Efendi’nin arzuhâli üzerine bir inceleme yapılmıştır. Bu inceleme sonucunda, Ubeydullah Ahrâr’ın sülalesinden, erbâb-ı fazl ve kemalden bulunduğu, Keşmir’de müftülük yaptığı bilirkişilerden tevsik edildikten ve elinde de Keşmir hakimliğinden verilen bir belge olması üzerine içine düştüğü felaket ve ıstıraptan kurtulması için kendisi ve yirmi beş kişiden oluşan aile fertleri ve yakınlarına yetecek şekilde 21 Şaban 1283 (29 Aralık 1866) tarihli padişah iradesiyle 2000 kuruş maaş tahsis edilmiştir.

Hâce Muhammed Hasan Efendi’nin verdiği arzuhal ve raporda Keşmir’in içine düştüğü felakete İngiliz işgali sonrasında yaşanan gaflet ve ihanetlerin sebep olduğu açıklanmaktadır. Arzuhalde ve raporda buna dair çarpıcı ifadeler bulunmaktadır. İmamüddin Han’ın tahta geçmesi sonrasında gafil ve hain idareciler sebebiyle ülke şeriat yönetiminden hızla uzaklaşıp Mecûsîlerin kontrolüne girmiş, bozguncu takımı her yere hâkim olmuş, hatta ezan-ı Muhammedî okunması ve camilerde beş vakit namaz kılınması dahi yasaklanmıştır. [1]

BOA. İ. MMS., 33/1361-4 Hâce Muhammed Hasan Ahrârî’nin Raporu

Hâce Muhammed Hasan Efendi’nin Sadaret’e sunduğu arzuhâli:

“Aciz kulları tarafından arz olunur ki

Duacıları herkesçe tanınıp bilinen Hâce Ubeydullah Ahrârî-i Semerkandî (k.s.) Hazretleri’nin sülalesindenim. Babam Mevlânâ Hâce Ahmedullah Ahrârî Bey, 1220 (1805-06) senesinde, Keşûr Keşmir’de saltanat tahtında oturan Muhyiddin Şah’ın zamanında, fetva makamında aralıksız kırk iki sene ilahî emirlerin uygulanması ve şeriat-ı Mustafa’nın hükümlerinin yerine getirilmesi ile meşgulken 1262 (1845-46) tarihinde vefat etti. Onun vefatıyla müftülük makamına geçtim. Bu görevde ilahi emirlere göre hareket ederek ve babamın bıraktığı usule uyarak mühim fetva işleri ile ilgili şer’i kanunların güzelce yürütülmesi ve görülmesiyle meşgul iken Muhyiddin Şah’ın vefatıyla veliahtı İmamüddin Şah tahta çıktı. Onun tahta oturmasıyla siyasi durum bütünüyle değişti. Beldenin kadim kanunları ihlal edildi. Bozguncuların birbirlerini yoldan çıkarmalarıyla ülkenin yönetimi Mecûsîlerin eline geçti. Bundan dolayı, nice nice insanlık dışı uygulamalar ve ağır vergiler konulmasını benden istemeleri, ezân-ı Muhammediye okunması ile cami ve mescitlerde beş vakit namaz kılınması gibi ilahî farzların terkine icbar etmeleri üzerine memuriyetten istifa ettim. Dedelerimden kalan tüm emlak ve emvalime el koyup müsadere ettiler. Bunun üzerine vatanımdan ayrılıp yirmi beş kişiden oluşan akraba ve taallukatımla şöhreti herkesçe malum olan Osmanlı Devleti’nin kurtuluşa sebep olan kanatlarının altına girip iltica ettim. Dedelerimden miras kalan bunca emlak ve akarımı dini muhafaza uğrunda terk ve feda ettim. Yanımda çıkarabildiğim emval ve eşyamı da hicretten şimdiye kadar zaruri ihtiyaçlarımıza sarf ettim. Şu anda geçim işinde mihnet ve ızdıraba duçar oldum. Bu halden kurtuluşum mutlaka Sadaret makamınca hasıl olacak bir iş olması dolayısıyla geri kalan ömrümüz ve dualarımızı padişah efendimize hasretmek üzere akraba ve taallukatımla beraber yaşamaya yetecek maaş tahsisini niyaz ve istirhama cesaret ettim. Emir ve ferman emir sahibinindir.

Mevlevî Hâce Muhammed Hasan Ahrârîzâde

 Müftî-yi Sâbık-ı Belde-i Keşmir”[2]     

Hâce Muhammed Hasan Efendi Keşmir’in elden çıkışına sebep olan olayları sebep ve sonuçlarıyla birlikte raporunda daha ayrıntılı bir şekilde izah etmiştir. Şöyle ki:

“Duacıları, herkesçe tanınıp bilinen Hâce Ubeydullah Ahrârî (k.s.) Hazretleri’nin sülalesindenim. Semerkand’da ilim yayma ile meşgulken, Keşûr Keşmir Şahı Muhyiddin Han 1220 (1805-06) senesinde, babam Mevlânâ Hâce Ahmedullah Ahrârî Hazretleri’ni tam bir hürmetle teşvik ederek Keşmir’e davet etti. Babam, Keşûr Keşmir’de fetva makamına tayin edildi ve kırk iki sene bu hayırlı işi sürdürdü. Vefat edince yerine ben tayin edildim. Bir sene geçtikten sonra şah vadesi yetip eceliyle vefat edince veliahtı Şehzade İmamüddin Han, iki sene müddetle hükümran oldu. İngilizler, 1264 (1847-48) senesinde Hindistan ve civarındaki memleketleri istila etti. İslam milletinden olan ne kadar şah, şehzade ve han varsa hepsini iktidardan düşürüp uzaklaştırdılar. Sonra Lahor’a el uzatıp Mecûsî hükümdarlardan birini buldular. Bu hükümdar, Keşmir şahı ile öteden beri din düşmanı ve anadan doğma hasım idi. İngilizler Lahor’un terkiyle Keşmir’i Mecûsîlere teslim edeceklerini gizlice anlatıp onunla bağlantı kurdular. 1265 (1847-48) senesinde İngilizler tarafından birkaç kişi heyet değişimi ve ticaret yoluyla Keşmir’e geldiler. Bu kişiler, Keşmir’in her tarafını detaylıca inceleyerek, beldenin ileri gelenlerinden dört beş Keşmir vüzerasıyla ülfet edip onlarla görüşmeler yaptılar. İleride çok servet ve hesapsız menfaat vaatleriyle her nasılsa emsal bulunan mahaller hakkında yaptıkları hile ve desiseler gibi adı geçen vüzerayı baştan çıkarıp gönüllerini celbederek nifakı teşvik ettiler. Şehzade küçüktü ve devlet yönetimini de tam olarak bilmiyordu. Bu cihetle Lahor hükümdarı ile aralarında imzaladıkları mukaveleler veçhile o esnada İngilizler savaşmadan Lahor şehrine girdiler. Yalnız, şehzade İngilizler tarafından davet edildiğinde Keşmir’den Lahor’a gitmeyi kabul etmedi. Ancak, adı geçen vüzera ile müşaveresinde İngilizlerin zor kullanacağı şeklinde korkutulmasıyla nihayet gitmesine karar verildi. Şehzade vüzeranın hıyanet ve nifaklarını henüz anlayıp idrak edememiş olduğundan görüş ve tedbirlerine uyup gitti. Lahor’a ulaştığında tekrar dönmesine izin verilmeyerek tutuklandı. İngilizler, hâkimzâdelerinden Kilabsenk adlı kimseyi sözlerine uyarak Keşmir’e hükümdar olarak tayin etti. Kilabsenk, 1266 (1848-49) senesinde Keşmir şehrine gelip hükümet etmeye başladı. O esnada Şehzade İmadüddin vefat edince küçük biraderi Firûziddin Han da tutuklandı. Şu anda Lahor’da bulunmaktadır. Adı geçen Mecûs hükümdarı, Keşmir şahıyla 30 sene müddetle düşmanlık ve muharebe ederek meramına ulaşamayıp Mecûsîlerden hayli nüfus katledilmiş ve idam edilmişti. Kilabsenk fırsatı ganimet addederek bozuk ruhunda bulunan din düşmanlığını açığa çıkarıp Keşmir’e ulaştığı günden itibaren İslam milletinden bulunan bütün memur, görevli ve sairenin azil ve maaşlarını kesti. Velinimet efendilerine tama emeliyle hıyanet etmiş olan dört beş veziri de yine azledip felakete duçar etti. Bu hallerinin bozulmasıyla pişman oldularsa da iş işten geçmişti. Hiçbir şey fayda etmeyip hüsran içinde kaldılar.

Duacılarını o vakit bu şekilde terk etmemeleri şunun içindir ki: Seyyid Ahmed Kirmânî -aleyhi’r-rahme- Hazretleri dört yüz sene önce Keşmir’e geldiğinde hak yola irşad edilen ehl-i tarîk ve mürîdânı elli altmış bin kadardı. Fâtımatü’z-Zehrâ -radıyallahü teâlâ anhâ- Hazretleri’nin ridâ-yı şerîfeleriyle İmâm Hüseyin -radıyallahü teâlâ anh- Hazretleri’nin naʻleyn-i mübareke ve emanet-i sairelerinin muhafazası hizmet-i şerifesi de bana miras ve intikal etmiştir. Fetva hizmetiyle beraber mezkûr kutsal emanetler ve ziyaret makamları duacıların uhdesinde idi. Bundan dolayı önce din ve mezhebe aykırı hoşa gitmeyecek olaylara pek de cesaret edemediler. Ancak dört beş sene zarfında değişik yerlerde bulunan Mecûsî taifelerini Keşûr’a celbedip nüfuslarını çoğalttılar. Malen ve bedenen çok güç ve servet ulaştıkları sırada İslam milleti hakkında zulüm ve baskılara başladılar. İlk başta sadece tirme şal esnafından altmış bin kadarı Lahor ve Anberser taraflarına kaçtılar. Gerisi de buna kıyas edilebilir; seyyidler, âlimler ve şeyhler de etrafa ve sair memleketlere firar edip dağıldılar.

Bütün İslam milletinin hane, dükkân ve diğer emlaklarını sayıp her birinden ay be ay yüz kuruştan beş yüz kuruşa kadar tahsil ettiler. At, katır, inek, koyun ve sair hayvanlarından yıl be yıl dörtte birini aldılar. Bahçe, arsa ve tarla hasılatının beşte dördü hükümet tarafından tahsil edildi. Birer hisse ise bahçe sahibi ve ziraat ehline terk edildi. Tirme şalbaflara da beşte bir hisse kalıp dört hissesi hükümet tarafından alındı.

Hükümdar Mecûsî olduğu gibi asâkir ve sipâhîsi de hepsi Mecûs taifesindendir. İslam milletinin çoğu esnaftan ibarettir. Bunlar türlü türlü leke ve hakaretlere maruz kalmaktadır. Ayrıca iki çarşı yapılarak Mecûs pazarında satılan emtia ve sair erzak ucuz fiyatlandırılmakta ve İslam pazarında satılan eşya ise fazla fiyatlandırılmaktadır. Velhasıl Müslümanların çektiği eziyet ve haksızlık insanın dayanma gücünün haricindedir. Hiçbir zaman hiçbir millet bunu kabul etmez ve insanlığa asla yakışmaz. İslam milleti çok fakir düştüğünden hayatlarından ümitlerini kesmiş ve aciz bir haldedir. Başka tarafa savuşmağa da imkân ve mecalleri kalmamıştır.

Camilerde ezân-ı Muhammediye okunması ve cemaatle namaz kılınması külliyen yasaklandı. Mecûs taifesi ise birkaç milletten ibarettir. Bunların bazıları ateşperest, bir fırkası putperest, bazıları da inekperesttir. Bunların dışındakiler ise balık ve suya tapmaktadır. İnek kesmek ve balık yemek kerih zanlarınca büyük küfür sayıldığından her şekilde yasaklanmıştır. İslam milletinden nikah kıyanların esnaf ve alt tabakasından bir kuruş; ileri gelenler ile muteber kişilerden ise beş bin kuruş hükümet için vergi alınmaktadır. Bunu ödediğine dair Mecûs ibareli mühürlü belge almadıkça ve mezkûr vergileri ödemedikçe nikah kıyılamamaktadır. Zikrolunan gayrimeşru muamelelerin uyulması gerekli kanun maddeleri sayıldığı, bunların daima icrası gerektiği ve hilafında bulunanlar olursa haklarında şiddetli cezalar uygulanacağı Keşûr’un bütün belde ve kasabalarına yazıyla duyurulmuştur.

Fetva makamında bulunduğumdan ihdas ettikleri çirkin adetler gereğince amel etmem ve kanunlara uymam hakkında ısrar edip beni zorladılar. Tahsil edilecek nikah vergileri ve rızaya aykırı diğer vergilerin benim marifetimle alınıp hazineye teslim edilmesine dair bana yazıyla haber gönderdiler. Bunun kabul etmem muhal kabilinden olması cihetiyle yaptıkları eziyet ve baskıların men ve define gücüm yettiğince uğraştım ise de bir faydası olmadı. Bunun üzerine mecburen fetva makamından istifa ettim. Mecûs taifesinden bir kimseyi İslam milletine müftü tayin ettiler. Müslümanlardan beş kişiyi inek kesme töhmetiyle hiçbir günahı yokken tutuklayıp çeşitli eziyet ve gazapla asarak şehit ettiler.

Bu hallere razı olmadığım ve bazı cihetle itirazlarda bulunduğum için hapse atıldım. Emlak ve sâireme el koydular. Akraba, taallukat ve ailemi hemen Hindistan tarafına sürdüler. Yedi ay sonra Allah’ın tevfiki ve ilm-i şerif füyûzâtıyla bazı kimselerin yardımıyla hapishaneden çıkarıldım. Hindistan’a vardığımda akraba ve taallukatımla buluştum. Küfür içinde din ve namusun korunmasının muhal olacağını mütalaa ettim. Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye padişahının İslam adalet ve şevketiyle ülkesini yönettiğine dair ününü işittiğim için yirmi beş kişilik ailem, ilim talebesi ve sâlikler ile müzakere ettikten sonra Allah’a tevekkül ederek ve Resulullah’ın ruhaniyetine müracaat ederek ve padişahın merhameti sayesinde sığınacak bir yer buluruz düşüncesiyle o kadar kişiyi yanıma alarak terk-i vatan ettim. Yanık gönülle, bir sene mesafe, bin mihnet ve meşakkatle, merhaleleri kat ede ede gelip iltica ettim. Büyük dedelerimden miras kalan bunca emlak ve akarımı dini muhafaza uğrunda terk ve feda ettim. Bir şekilde çıkarabildiğim emval ve eşyamı da hicret gününden şimdiye kadar zaruri malzemelere sarfettim. Şu anda geçim işinde sıkıntı ve ıstıraba düştüm. Bu halden kurtulmam mutlaka Sadaret’in yardımıyla olacak işlerdendir. Bu vesileyle geri kalan ömrümüzü padişahın ömrünün devamı ve ikbali için duaya hasretmek üzere akraba ve taallukatımla beraber geçinmeye yetecek bir maaş tahsisini niyaz ve istirham ederim. Her halde emr u ferman ve lütf u ihsan emir sahibinindir.

Duacınız Mevlevî Hâce Muhammed Hasan Ahrârîzâde

Müftî-i Sâbık-ı Belde-i Keşmir”[3]            

BOA. İ. MMS., 33/1361-4 Hâce Muhammed Hasan Ahrârî’nin Raporu

[1] Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, İrade Meclis-i Mahsus, (BOA. İ. MMS.), 33/1361.

[2] BOA. İ. MMS., 33/1361-5.

[3] BOA. İ. MMS., 33/1361-4