Hâlihazırda Şam’da bulunan gazeteci, İslam dünyası uzmanı Mahmut Osmanoğlu ile Suriye devrimine dair merak edilenleri konuştuk.
İNSİCAM

S: Aralık 2024’te komşumuz Suriye’de meydana gelen köklü değişim, sizce sürpriz miydi? Böyle bir beklenti var mıydı?
Bu değişim, sadece bize değil, tüm dünyaya sürpriz oldu. Hatta şu anda Suriye’de görüştüğüm, devrimi gerçekleştirenlere de sürpriz olmuş. Şuradan anlayabiliriz bunu: Bu devrimi gerçekleştirenler, bir sene kadar sadece Halep’i kuşatıp ele geçirme planı yapmışlar. Ama hadisenin gelişimine baktığımızda, neredeyse 13 günde İdlip’ten Şam’a kadar indiler ve Şam’ı ele geçirdiler.
Sürpriz olmasının bazı sebepleri var tabii, bunları da mutlaka zikretmek gerekir. Bunlardan birincisi, devrimcilerin zaten uzun zamandır savaşıyor olmaları ve Esed rejimiyle savaşmak için beş yıldır bir hazırlık yapıyor olmaları. Bu savaşçıların düşünceleri, karşılarında savaşacak bir ordunun bulunmasıydı. Ancak böyle bir durum yaşanmadı. Hatta rejim ordusu çözülüp kaçmaya başlayınca, onlar da rahatlıkla önce Halep’i, sonra Hama’yı ve Humus’u ele geçirip Şam’ın kapılarına dayandılar. Neticede Şam’ı da ele geçirdiler. Burada öncelikle devrimcilerin emeklerini görmemiz gerekiyor. Birincisi buydu.
İkincisi, Esed rejimine destek çıkan payandaların; öncelikle İran’ı ve onun Suriye’deki milis güçlerini, lejyonerlerini; aynı şekilde İran’la ve Suriye rejimiyle iyi ilişkileri olan ve Suriye’de mezhep savaşlarını körükleyen Hizbullah’ı unutmamak gerekiyor. Rusya faktörü de var burada. Süreç içerisinde bunların da zayıfladıklarını görüyoruz. Rusya, Ukrayna’da bir savaş başlattı ve bu savaşı hızlıca bitireceğini düşünüyordu, ancak bitiremedi. Üstelik kendisi de yıpranmaya başladı. Bunu şuradan anlayabiliriz; Rusya’da askerlik yaşını düşürdüler ve askere alınacak insanların sayısını artırmaya başladılar. Aynı şey Ukrayna için de geçerliydi. Diğer yandan, uluslararası planda oldukça yankısı da olan Kuzey Koreli askerlerin, Rusya safında Ukrayna’ya karşı savaşmaları da bir göstergeydi. Bu da Rusya’nın, Kuzey Koreli askerlerce destek gördüğünü ve asker sayısını böylelikle artırdığını gösteriyor. Asker sayısının yüz binler olduğu ifade ediliyor. Dolayısıyla Rusya, Suriye’deki operasyonlarını tam yapamıyordu. Tabii, Rusya bağlamında tek sebep budur demek doğru olmaz.
İki önemli sebep daha var. Bunlardan bir tanesi, Rusya’nın Esed rejiminden Türkiye ile ilişkileri düzeltmesine yönelik tavsiyelerine uyulmuyor olması, Rusların Esed’e verecekleri desteği çekmesine neden oldu. Diğer sebep de uluslararası bir anlaşma ile Rusya’nın, Esed güçlerine destek vermemesi olabilir.
Diğer taraftan İran ve Hizbullah, sahada savaşan güçleri oluşturuyorlardı. Ruslar havadan destek veriyordu. Hizbullah’ın İsrail ile yaptığı savaşta ağır darbeler almış olması ve İran’ın da Suriye içerisinde İsrail ile restleşmesi söz konusuydu. Dolayısıyla İran’ın da zayıfladığını görüyoruz. Diğer taraftan ordunun da direnmemesi ve silah bırakması ile bu başarı gerçekleştirilmiş oldu.
Bunda bir diğer önemli faktör de devrimcilerin, Halep’i ele geçirdikten sonra verdikleri mesajla hem Esed ordusunu hem de halkı rahatlatmasıdır. Çünkü devrimcilerin çoğulcu ve kuşatıcı bir yaklaşımları vardı. Suriye’de bir baştan bir başa dolaştığımızda bunu görebiliyoruz. İnsanların hayatlarına dokunulmamış; sanki Esed gitmiş, yerine yeni biri gelmiş gibi, bir dayatma vs. de görünmüyor. Bunun yeni bir sistem kurmakla da ilişkisi var tabii. Devrimcilerin bu tavrı, ordunun silah bırakmasının ve savaşmamasının bir sebebi olabilir.
Bir diğer faktör de muhtemelen ordu içerisindeki bazı subaylarla irtibatlar olabilir. Yani onlarla savaşmadan çekilmeleri hususunda yapılan görüşmeler. Dolayısıyla bu devrim, devrimcilerin kendilerine göre de bir sürprizdi. Buradaki bir yetkili bu durumu açıklarken “uluslararası menfaatler bizim menfaatlerimizle çakıştı yani uygun düştü” diyordu.
S: Suriye’deki 61 yıllık Baas rejimi nasıl devrildi? Esad’ı 10 günde Şam’dan kaçmaya zorlayan bu süreç nasıl işledi? Bunun dinamikleri hakkındaki değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?
Suriye’deki halkın ve siyasi isimlerin vermiş oldukları görüşlerde, özellikle Beşşâr Esed dönemindeki rejimin sadece kendine çalışıyor olması, yalnızca halkı değil bürokrasiyi de aç bırakması söz konusuydu. Esed döneminde bir askerin maaşının 10 dolar, bir subayın maaşının da yaklaşık 40 dolar olduğunu söylüyorlar. Bir düşünün, buradaki hayat bizim Türkiye’deki gibi bir hayat, lüks yerler de var burada. Yani bu insanlar bu parayla nasıl yaşıyorlardı diye soruyorsunuz. Birisi cevaben “Şam rüşvetle yaşanılan bir şehir olmuştu” dedi. Bu önemli bir tespit, çünkü bu maaşlarla bürokratların, devlete bağlı insanların yaşamaları zor. Orduyu da aç bırakıyordu rejim. Kendine ait bir aristokrasi oluşturup, geri kalanı açlığa mahkûm etmek, Esed’in toplumun nefretini kazanmasında etkili olmuş. Aynı zamanda, kendini ayakta tutan orduyu da aynı açlığa mahkûm etmesi, ordunun da Esed’e olan sadakatini zayıflatmış görünüyor. Dolayısıyla da Esed’e sahip çıkmadılar.
Öte yandan, diğer faktörlere bakarsak, bunları da uluslararası faktörler olarak görebiliriz. İran ve Hizbullah’ın zayıflaması ve destek vermemesi, önemlidir. Yine, Rusya’nın da biraz önce bahsettiğim sebeplerle desteğini çekmesi, Esed’in kâğıttan bir kartona dönüşmüş olduğunu gösteriyor. Biraz önce ifade ettiğimiz gibi, devrimcilerin bir intikam duygusu ile değil de daha kuşatıcı ve çoğulcu bir şekilde, anlayışla hareket etmeleri, bu sürecin başarıyla tamamlanmasında etkili olmuştur diye düşünüyorum.
S: HTŞ’nin tarih sahnesine başka bir şekilde çıktığını görüyoruz. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
İsimler üzerinden hareket edecek olursak, HTŞ’nin ilk kuruluşu en-Nusra Cephesi olarak Irak’tan Suriye’ye bir uzantıdır. Cûlânî, o dönem aradaki bir anlaşmazlıktan dolayı DAEŞ ile ilişkisini kesiyor. Daha sonra 2016 yılında el-Kaide ile de ilişkisini koparıyor. Sonrasında bir Suriyelileşme sürecine girdiğini görüyoruz. Bu Suriyelileşme sürecini Şam’ı ele geçirdikten sonra biraz daha ileri taşıdılar. Herhangi bir rejim dayatmasına girmediler. Hâlâ da bununla ilgili bir şey yok. Tüm Suriyelilerin devrimin sahibi olduğunu söylüyorlar. Birkaç gün önce geçici bir hükümet de kuruldu. Ahmet eş-Şara, nam-ı diğer Cûlânî, devletin geçici devlet başkanı oldu. Bu arada anayasa yapılacak ve bu anayasayı hazırlayacak bir konsey kuruluyor. Dört beş yıla yayılan bir süreç var ortada ve beş yıl sonra da gerek başkanlık seçimleri gerekse parlamento seçimleri yapılarak normal bir hayata dönülecek. Ancak büyük problemler var ki bunları mutlaka görmek gerekiyor. Bunların en büyüğü, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum. Bu halkın karnının doyması lazım, zira bu geçiş süreci uzun süre böyle gidemez. Birçok yerden bu ekonomik sorunlar patlak verebilir. Diğer yönden güvenlik sorunları da var. Güvenlik, ülkenin tamamında henüz sağlanabilmiş değil. Kuzeydoğuda özellikle PKK’nın uzantılarının ülkenin yaklaşık üçte birini kontrol ediyor olmaları ve içerideki barış sürecine katılmıyor olmaları da bir problem olarak duruyor. Her ne kadar dün Ahmet Şara’nın açıkladığı gibi oradaki silahlı güçler de silahların sadece devletin elinde olması gerektiğini kabul ediyor olsalar da “aramızda hala çözülmemiş sorunlar var” diyorlar. Bu konu gündemde, sokakta, siyasette veya tüccarların da dâhil herkesin dilinde. Güzellikle olmazsa, gerektiği şekilde yaparız diyorlar. Diğer taraftan da şöyle bir durum var; önceki rejimden kaçan rejim yanlıları dağlara kaçmış durumdalar. Belki şehirlerde de kendilerini örgütlemekle meşgul olabilirler. Çünkü daha şimdilerde yeni yeni arabalı eylemler veya patlamalar meydana geliyor. Bu güvenlik durumu çözülmezse, gelecek yönetimin başını ileride ağrıtabilir. Buna bir çözüm bulunması gerekiyor diye düşünüyorum.
Suriyelileşme süreci hem Suriye’nin hem HTŞ’nin lehine olan bir durum. Çünkü 60 yıldır iktidarda olan bir rejim vardı. Onun oluşturduğu toplumsal bir hayat vardı. Buna fazla zarar vermeden, fazla kan dökmeden ilerlemek istiyorlar. Buna sosyolojik olarak baktığımızda doğru yaptıklarını görüyoruz. Çünkü bu gibi başka olaylarda çokça kan dökülüyordu ve bu durum halkın yeni yönetimle olan irtibatında sorunlara yol açıyordu. Ancak burada bu şiddet söz konusu olmadı.
S: Türkiye, Cûlânî’yi açıktan destekleyerek bölgede tam olarak neyi hedefliyor? Sizce Türkiye’nin Suriye’ye dair uzun vadede ne gibi hedefleri var?
Türkiye, HTŞ’yi açıktan desteklemedi; bir kere bunu söylemek lazım. Hatta HTŞ, Türkiye’nin terör listesindeydi, kaldırıldı mı henüz bilmiyorum. Ancak son günlerde HTŞ gibi bir varlık artık söz konusu değil. Çünkü bu yeni kurulan idareyle birlikte hem HTŞ hem de diğer silahlı gruplar silahlarını bıraktılar ve yeni oluşturulan orduya katılmış oldular. Bundan dolayı HTŞ tarih oldu diyebiliriz.
Benim görebildiğim kadarıyla Türkiye’nin hedeflediği iki nokta olabilir. Bir tanesi, kendi ulusal güvenliğini garantiye almak. Çünkü bizim Suriye ile 910 km. uzunluğunda bir sınırımız var. Bu sınırın da yaklaşık 500 km’si PKK ve uzantılarının kontrolünde. Suriye’nin güvenliği, aslında Türkiye’nin güvenliği demek. Öncelikle bu sorunun halledilmesi ve Suriye’nin istikrara kavuşması gerekiyor. İstikrarlı bir Suriye, Türkiye için daha faydalıdır. Türkiye, istikrarlı bir komşuya sahip olarak hem kendi içindeki mültecileri geri gönderebilecek hem de mülteciler de kendi vatanlarına kavuşmuş olacaklar. Öte yandan başka bir durum da var. Eskiler, “Dananın büyüğü ahırda.” derlerdi. Bu da şöyle ki: İsrail’in büyük İsrail devleti hedefine karşın, istikrarlı bir Suriye İsrail’in hedeflerine karşı caydırıcı bir güç olacaktır. Tehditleri bizim topraklarımızdan da uzak tutacaktır. Ekonomik boyuta baktığımızda ise her iki devletin ortak değerleri ve ortak tarihi geçmişi var; bunun yanında da kazan-kazan stratejisiyle iki ülke de ekonomik olarak birbirlerinden istifade edebilirler. Bir nokta daha var ki, bu da Katar üzerinden Türkiye’ye gidecek olan, daha önceden planlanmış ama rafa kaldırılmış Katar’dan Avrupa’ya doğalgaz hattı projesidir. Böylelikle Türkiye doğalgaz girdilerini çoğaltmış olacak. Bir yandan Rusya’dan, bir yandan İran’dan gelen doğalgaz hatları var, Katar’dan da doğalgaz boru hattının gelmesi, Türkiye’yi geliştirecek. Türkiye hem kendisinin hem de Avrupa’nın enerji güvenliğine katkıda bulunmuş olacak. Diğer bir açıdan, Suriye ile denizden de komşuyuz. Suriye’nin buradaki münhasır ekonomik bölgesi ile Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesi üst üste geliyor. Bu da kazançlı bir ortaklığı mümkün kılıyor. Türkiye bu gazı arayabilir ve Suriye ile birlikte kullanabilir. Zannediyorum Türkiye’nin hedeflediği noktalar, bunlar olacaktır. Şu da var ki, Arap Birliği için önemli bir ülkede Türkiye’nin etkili olması, Arap ülkeleriyle de ilişkilerinin gelişmesine faydalı olacaktır.
S: Önümüzdeki dönemde Suriye için öngörüleriniz nelerdir?
Şu anda ülke sıkıntılı bir dönemden geçiyor. 60 yıldan fazladır süren bir istibdat dönemi var. Baas rejimi bitti, Esed hanedanlığı çöktü. Bir özgürlük ortamı var ve bu özgürlük ortamının sürdürülmesi gerekiyor. Tehdit unsurları da var tabii. Suriye’nin kuzeydoğusundaki PKK uzantıları ve diğer taraftan tehdit oluşturabilecek etnik ve mezhebi oluşumlar var. Önceki dönemde iktidarı elinde tutanlara bağlı silahlı güçler olabilir. Bunlar da Akdeniz kıyısındaki dağlarda istikrarı baltalamaya çalışıyorlar. Eğer yeni yönetim elini çabuk tutarsa, Suriye’de güçlü bir yönetim oluşabilir. Önemli bir nokta da Suriye’ye önceki dönemde ambargolar ve yaptırımlar yapılmıştı, bunların behemehal kaldırılması gerekiyor. Halkın durumunun düzelmesi de yönetimi güçlendirmiş olur. Esed döneminde yoksullaştırılmış bir halk vardı, yeni yönetimin atacağı atımlar bu yöndeki ivmeyi yukarı taşıyabilir. Türkiye açısından da bu durum oldukça önemlidir. İki ülke arasında iş birliği olacaktır. Bizim uzun zamandır mihmandarlık yaptığımız Suriyeli kardeşlerimizle ilişkilerimiz öncekinden çok daha iyi olacaktır. İki ülkenin ilişkilerinde bu kardeşlik, katalizör vazifesi görecektir. İleriye doğru güvenlik ve siyasi oluşum tamamlanabilirse, Suriye iyi günleri görebilecektir inşallah.
S: Verdiğiniz kıymet bilgiler, yaptığınız değerli yorumlardan dolayı çok teşekkür ederiz.