Birçok insaflı Avrupalı aydın gibi, şarkiyatçı Hansjörg Sehmin de Avrupa’da özellikle akademik alanda tartışılan konuların İslam paranteze alınarak ele alınmasının doğru olmadığını söyleyerek bu konudaki fikrini şu kelimelerle ifade eder: “İslam sadece insan hakları ve iktisat alanlarında söz konusu olmamalı, tüm alanlarda İslam’a yer verilmelidir!”
Mülayim Sadık Kul

Avrupa’da İslam ve Müslümanlar gündeme geldiğinde, ilk akla gelen problemlerden biri de tesettür meselesidir. Bu konu, birçok alanı içine alan çok yönlü bir meseledir. Türkiye’de bu konu yaşanan tecrübeler hala zihinlerimizde çok tazedir. Kimimizin eşi ve kardeşi, kimimizin evladı veya en yakınları başörtüsü tartışmalarının ya mağduru olarak nesnesi veya şahidi olmuştur. Bizler de Beyazıt Camii önünde yapılan başörtüsü eylemlerinde ailecek her zaman hazır bulunmaya çalıştık. O zamanın meşhur Arap dergilerinden (el-Müctema muhtemelen) birinde, yıllar sonra İstanbul Üniversitesi önündeki eyleme ait bir resimde kendimi gördüğümde hem sevinmiş hem de çok şaşırmıştım.
Dolayısıyla Avrupa’da başörtüsü ve tesettür, aslında bir yönüyle Türkiye ve Tunus gibi İslam coğrafyalarında yapılan tartışmaların devamı niteliğindedir. Hatta bu konudaki Batı zorbalığı/hukuksuzluğu, kendini meşru göstermek için kimi zaman bu ülkelerdeki başörtüsü uygulamalarını referans aldığını ve bunun dini olmaktan ziyade siyasi bir sembol olduğunu -hakikati ters yüz ederek- söylemekten çekinmez. Tesettür problemini daha net ortaya koyabilmek adına, sosyal ve kamusal alandaki tezahürünü hem öğrenciler hem öğretmen hem de memurlar perspektifinden ele alalım.
Öğrenciler Açısından
Benim kendi çocuklarımın, ilkokuldan başlayarak Alman okullarında başörtüleri sebebiyle maruz kaldıkları baskı ve mobbing, hayatlarında en acı dışlanma ve ayrımcılık tecrübelerinden birini oluşturur. Hele de mütesettir kızınızın okuduğu okulda başörtüsü tecrübesi, idare ve eğitim kadrosu tarafından daha önce yaşanmış, bildik bir durum değilse iş hem onlar hem de Müslüman aileler için önemli bir handikaptır. Başörtüsü problemini aştığınızda bu sefer de spor dersi ve bu kapsamda zorunlu olan yüzme dersleri aşılması güç bir durum olarak önünüze çıkabilir. Bunun farkında olan Müslüman aileler, bu sebeple Müslümanların daha görünür olduğu ve bu tür problemlerin daha az olduğu okulları tercih etmek zorunda kalırlar. Bu tercih edilen okullarda maalesef her zaman eğitim kalitesi diğer vazgeçilen okullarla eşdeğer olmayabilir.
Almanya şartlarında, genellikle anayasal bir hak olan din özgürlüğü sebebiyle bir hal çaresi bulunmaya çalışılsa da bazen gerçekten mahkemeye kadar uzanan zorlu bir sürecin başlangıcı demektir. İlk ve ikinci nesil, özellikle dil konusundaki problemleri sebebiyle bu tür sıkıntılarla karşılaştıklarında ne yapacaklarını, daha doğrusu aslında anayasal hakları olan din özgürlüğü ve eğitim haklarını savunmakta ve haklarını elde etmekte ciddi sıkıntı yaşadılar. Aileler daha eğitimli ve haklarının farkında olduklarında, tesettür kaynaklı problemler en azından öğrenciler açısından daha kolay bir çözüme kavuşturulabilir.
Öğretmen veya Memurlar Açısından
Bu durum, başörtülü öğretmenlik yapmak isteyen veya diğer bir meslek alanında mütesettir olarak çalışmak isteyen Müslüman bayanlar için daha karmaşık ve zordur. Bu meselenin Almanya ölçeğinde çözüldüğünü söylemekten henüz çok uzağız. Özellikle de 11 Eylül sonrasında yaşanan, İslamofobi kapsamında değerlendirilebilecek gelişmeler, meseleyi daha da çetrefilli bir boyuta taşımıştır.
Bu meselenin hala bir problem olarak devam etmesinin diğer bir sebebi de Almanya ve Avrupa’da, tabiri caizse, yeniden hortlayan siyasi arenadaki aşırı sağcılık problemidir. Yabancı düşmanlığının ve bunun en yüksek düzeyde cereyan ettiği İslam söz konusu olduğunda meseleler hukuki alanda insan hakları veya din özgürlüğü kapsamında ele alınmaktan ziyade daha çok ulusal güvenlik sorunu olarak radikalizm ve aşırı dincilik bağlamında ele alınır. Bu ise meselenin, kendi bağlamında sağlıklı bir çerçevede aklıselim ile tartışılmasının önündeki en önemli engellerden birini oluşturur.
Bu meselenin sağlıklı bir tarzda, ortak akılla çözülebilmiş olmamasının üçüncü ve belki de en önemli diğer bir sebebi ise, Alman Devleti veya bulundukları diğer Avrupa hükümetleriyle ilişkilerinde Müslümanların birlikte hareket edebilme refleksinden yoksun olmalarıdır. Müslümanları temsil sadedinde güçlü birlikteliklerin olmayışı, Avrupa diasporasındaki Müslümanların önündeki aşılması gereken en ciddi engeldir. Müslümanların her alanda ciddi lobi faaliyeti yürütebilecek, tüm Müslümanları temsil edebilme kabiliyet ve yetkisine sahip stratejik ve kurumsal birlikteliklere ihtiyaçları vardır. Bunun küçükte olsa güzel birliktelik örnekleri olsa da henüz Müslümanların hakkını genel manada koruyabilecek seviyede olmadığı ortadadır. Biz, tesettür bağlamında meselenin hangi boyutta olduğunu ifade etmeye çalışalım.
Tesettür Avrupa’da İslam’ın alamet-i farikasıdır
Aslında Avrupa’daki İslam ve Müslümanların en önemli, belki de birincil alamet-i farikasının başörtüsü ve tesettürün olduğunu söyleyebiliriz. Kamusal ve sosyal alanda Müslüman kimliğinin temsil edildiği ve görünür kılındığı yegâne yolun bu olduğunu söylesek yanlış olmaz. Bu yönüyle de ayrımcılığa ve her türlü baskıya maruz kalan Müslüman bayanların, İslam’ın şeairinden olan tesettürle sadece Allah’ın bir emrini yerine getirmekle kalmayıp, aynı zamanda bunun çok daha ötesinde bir anlam ve fedakârlığı yerine getirdiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Avrupa‘nın herhangi kalabalık bir caddesinde yürüyen onlarca erkek Müslüman fark edilmezken, başörtülü mütesettir bir bayanın hangi ülke ve anlayıştan olursa olsun giyimiyle dikkatleri üzerine çektiği bilinen bir hakikattir. Dolayısıyla başörtüsü takmak ve tesettüre riayet etmek Avrupa’da sadece ferdi bir farzı yerine getirmek anlamına gelmez. İslam coğrafyalarında belki böyle kabul edilebilir. Ama Almanya ve Avrupa için tesettür, İslam kimliğinin yegâne sembolüdür. Bu yönüyle Müslüman bayanlar, gayrimüslim bir toplumda tüm Müslümanları temsil etme görevini de yüklenmiş durumdadırlar. İslam kimliğinin yegâne temsilcileri ve bayraktarları, bu fedakâr ve mücahide bayanlardır. Avrupa kamuoyu için cami ve minareler neyi ifade ediyorsa Müslüman bayanın başörtüsü de aynı mana ve değeri ifade eder.
Dolayısıyla tesettür konusunun -bir bakıma hukuk alanıyla alakalı olsa da- aslında Avrupa’da ele alınış şekli ve kendisine yüklenilen simgesel değer açısından daha çok siyasi ve toplumsal bir mesele olarak gündeme geldiğine şahit oluyoruz. Müslümanların özellikle eğitim müesseselerinde başlayan tesettür imtihanı, toplumun diğer kademelerinde de her gün tecrübe etmeye mecbur kaldıkları önemli bir imtihandır.
Özetle, İslam’ın sosyal ve kamusal alanda tezahürünün büyük ölçüde tesettür ve başörtüsü aracılığıyla gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle, başörtüsü konusunda yapılan hukuki ve siyasi tartışmaların daha uzun süre Avrupa gündemini meşgul edeceği anlaşılmaktadır.
2003 yılında Almanya Anayasa Mahkemesi’nin tartışmalı başörtüsü kararı sonrasında, 16 eyaletten 8’i bu konuda başörtüsünü yasaklayan yeni hukuki düzenlemeye gitti. Schleswig-Holstein, Rheinland-Pfalz ve Brandenburg eyaletleri de konuyu parlamentoya taşımış; fakat gerekli çoğunluğu bulamadıkları için yasak kanunlaştırılamamıştır.
Avrupa’da İslam ve Müslümanlar elbette sadece tesettür ve başörtüsü meselesine indirgenemez. Buna rağmen görünen o ki, bu mesele hem Müslümanlar açısından hem de Almanya kamuoyu ve siyaseti açısından önemini korumaktadır.
Bu satırları yazarken yanımda oturan babama şaka yollu, “Babacığım! Avrupa’da tesettür hakkında ne düşünüyorsun?” diye sordum. O ise hiç tereddüt etmeksizin, “Evladım! Allah’ın emrinin Türkiye’si Avrupası mı olur? Allah’ın emri her yerde aynı değil mi?” dedi. Evet, kiminin “Anadolu irfanı” diye isimlendirdiği hikmet bu olsa gerek. Hesapsız, ivazsız; nasıl inanmışsa sağına ve soluna bakmadan, bildiği hakikati her yerde aynı samimiyet ve yalınlıkla dile getirebilmesidir!
Bu bağlamda altı çizilerek dile getirilmesi gereken önemli bir noktayı şöyle ifade edebiliriz: İster pozitif ister negatif bir noktadan ele alınsın, İslam ve Müslümanlar artık Avrupa’nın bir iç meselesidir. Dolayısıyla hem Avrupa’da yaşayan Müslümanların hem de dışarıdan bakanların meseleye böyle yaklaşması gerekir. Garaudy’nin de ifade ettiği gibi işin aslına baktığımızda Avrupa’nın hamurunda -her ne kadar bugünün Avrupalı aydını reddetse de- İslam zaten vardır. Bunu öncelikli olarak Müslümanların içselleştirerek Avrupa’daki duruş ve tefekkürlerini bu zaviyeden yeniden gözden geçirmeleri gerekir.
Birçok insaflı Avrupalı aydın gibi, şarkiyatçı Hansjörg Sehmin de Avrupa’da özellikle akademik alanda tartışılan konuların İslam paranteze alınarak ele alınmasının doğru olmadığını söyleyerek bu konudaki fikrini şu kelimelerle ifade eder: “İslam sadece insan hakları ve iktisat alanlarında söz konusu olmamalı, tüm alanlarda İslam’a yer verilmelidir!”
Müslümanlar da -Avrupa’da gelişen İslam düşmanlığını göz ardı etmeksizin- her alanda aktif ve görünür olmalıdırlar. 2021 yılı başlarında Almanya Parlamentosu’nun, bağlayıcı olmamakla birlikte belli memuriyetlerde başörtüsü yasağı seklinde yorumlanmaya müsait bir tarzda çıkardığı kanun önemli bir gelişmedir. Yasalaşan kanunla “devlet memurlarının dinî inançlarını veya dünya görüşlerini çağrıştıran dış̧ görünümlerini sınırlama yetkisi” ilgili bakanlıklara ve idarelere verildi. Maalesef yasa, 22.04.2021 tarihinde Federal Meclis Genel Kurulu‘nda herhangi bir müzakere ve tartışma yapılmadan o tarihte hükümeti oluşturan partiler (CDU/CSU ve SPD) ve Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) milletvekillerinin ortak oylarıyla kanunlaştırıldı.
Federal Eyalet Temsilcileri Meclisi’nde (Bundesrat) bu kararın onaylanmış olması hem hukukçuları hem de İslam camiasını tedirgin etti. 2015 yılında Almanya Anayasa Mahkemesi’nin, başörtüsü ile ilgili genel bir yasağın temel anayasal hakları ihlal anlamına geleceği kararına rağmen böyle bir gelişme beklenmiyordu. Buna rağmen, siyasi gelişmeler ve Avrupa’da her gün yeni bir boyut ve ivme kazanan İslamofobi neticesinde böyle bir kanun taslağı meclisten onay alarak kanunlaştı.
Müslümanlar ve bu düzenlemeyi hukuki açıdan yanlış bulanlar, söz konusu kanunun aleyhinde kampanya başlattılar. Müslümanlar arasında kampanya neticesinde bir hafta içerisinde bu yasağı protesto için toplanan imza sayısının 174.000‘i bulması sevindirici bir gelişme olarak algılandı.
Bir taraftan bu gelişmeler yaşanırken, diğer taraftan da Müslümanlar tesettür konusunu kendi aralarında da tartışmaya devam ettiler. Yeni açılan İslam ilahiyatları da elbette bu konuya müdahil oldu. Kendilerini liberal ve seküler Müslüman olarak nitelendirenlerin konuya nasıl yaklaştıklarını söylemeye hacet yok. İslam ahkâmının tarihselliğini savunan modernistlerin de başörtüsü ve tesettür hakkında nasıl düşündükleri ortadadır.
Bu tartışmaların bir ucunun da Avrupa İslam’ı bağlamında ele alındığını söyleyebiliriz. Kimi Müslümanlar bu konularda gereğinden fazla mütesahil (hoşgörülü) olurken, sevad-ı azam diyebileceğimiz büyük çoğunluğun bu manada tarih boyunca ümmetin ortak yaklaşımına bağlı olduğunu görüyoruz. Özellikle de ihtida eden Alman ve Avrupalı Müslüman bayanların çoğunluğunun tesettüre bürünmesi İslam ve şeriat aleyhinde propaganda yapanların en rahatsız oldukları konuların başında gelir. Zira onların anlayışına göre, aydın bir bayanın kendi hür iradesiyle başını kapatması ihtimal dışıdır. Avrupa’ya İslam coğrafyalarından hicret edip gelen Müslüman kadınlar ise ya toplum baskısıyla ya da konu hakkındaki cehaletleri sebebiyle başörtüsü ve tesettür konusunda hala geleneksel yaklaşımın prangalarına mahkûmdurlar. Ancak bu konuda bir aydınlanma yaşarlarsa, kendi hür iradeleriyle tesettüre girmeleri mümkün değildir, onlara göre…
İşte tam bu noktada, mühtedi bayan Müslümanlar onları hayal kırıklığına uğratmaya devam ediyorlar. Avrupa’nın en modern toplumlarından birinde eğitim görmüş ve sosyalleşmiş bu bayanlar, hangi saikle ve sebeple Müslüman olduklarında başörtüsü giyebilecek bir duruma geliyorlar? Ariflerin ve İmam Gazali’nin dediği gibi: Tatmayan bilmez. (Men lem yezük, lem ya’rif!)
Peki, bu konuda “Aç kurtul tüm baskı ve sıkıntılardan!“ diyenleri bir tarafa bırakarak, kendi tefekkürümüzün ne olması gerektiğini kısaca ifade edelim. İslam ilim geleneğine aşina olanlar, ahkâm arasında farklı mertebeler (merâtibü’l ahkâm) olduğunu bilirler. Birinci mertebede, İslam dininin değişmez sevabitesini barındıran katiyyât veya zaruriyyât diye nitelendirilen hükümler vardır. Bunların, istisnai olarak belli zaruretler dışında değişmesi düşünülemez.
İkinci mertebede içtihadî hükümlerin söz konusu olduğu, farklı mezhep ve görüşlerin ortaya çıktığı alandır. Bu mertebede tek bir hakikatten ve doğrudan bahsedilmez. Yetkin olan tüm müctehitlerin görüşleri farklı farklı da olsa doğru ve İslami olarak kabul edilir. Hatta yanlış içtihattan dolayı hata yaptıklarında bile sevap kazanırlar.
Üçüncü mertebe ise mubah dediğimiz, şeriatın lehinde ya da aleyhinde bir hüküm vazetmediği geniş birvazetdır. İşte bu son iki mertebede Müslüman din âlimleri farklı içtihatlarda bulunabilirler. Ancak başörtüsü ve tesettür gibi, İslam ümmetinin üzerinde ittifak ettikleri Şeair-i İslamiyye kabul edilen konularda hiç kimsenin farklı bir söz söyleme hakkı yoktur. Hoşlarına gitse de gitmese de, akıllarına yatsa da yatmasa da bu konularda Allah ve Resülü’nün dediğine ittiba etme zarureti vardır.
Elbette bu söylediklerimizle, başörtüsü takamayan ya da hakkıyla tesettüre riayet etmeyenin din ve iman dairesinden çıktığı iddiasında bulunmuyoruz. Tesettür ve başörtüsünün farziyetini inkâr etmediği sürece bunları yerine getirmediğinde bir kimse İslam fıkhına göre Allah’ın bir emrini yerine getirmediği için günahkâr olur. Tövbe kapısı da her zaman açıktır. Allah, dilediğini ve herhangi bir günahı İslam dairesinde kaldığı sürece affedebilir.
Bu konuda çaresiz kaldığımız durumlar söz konusudur. Bu sebeple, İslami hassasiyetlerimizi ve topyekûn İslam dinini sadece tesettür boyutuyla ele almak ve bir insanı sadece bu yönüyle değerlendirerek iyi ya da kötü Müslüman deme hakkına sahip değiliz. En fazla bu konuda söyleyebileceğimiz; tesettürün Allah’ın emri olduğunu ve bunun ihlalinin, İslam kavramları çerçevesinde haram ve günah hükmünde olduğudur.
Ama fert fert kimin Allah katında ve insan kalitesi olarak daha iyi ve faziletli olduğunu ancak bu dinin sahibi olan Allah (c.c.) bilir. Toplum içinde açık olduğu halde Allah katında affedilmiş ve makbul olanlar olabileceği gibi, mütesettir olduğu halde şeytanla işbirliği yapanlar da az değildir. Zira iyi bir insan ve Müslüman olmanın tek ölçüsü bu değildir. Takva ve gerçek iman, Allah ve Resûlü’ne itaat etmekle kaimse, her birimizin en önemli derdi şu olmalıdır: “Nasıl daha iyi bir kul olabilir ve Allah’ın rızasına nasıl erebilirim!”
Selam; nefsine, heva ve hevesine değil, Allah’ın hidayetine tabi olanlara olsun!