Tesettür, yalnızca dış görünüşle sınırlı olmayan; niyetle başlayan ve süreklilik isteyen bir ibadettir. Niyetin sahih ve diri tutulması, tesettürün anlamını muhafaza etmenin en temel şartıdır. Bir kimse tesettüre girdikten sonra zamanla bu hal bir alışkanlık hâlini alabilir; fakat niyetin tazelenmediği, anlamın derinleşmediği bir tesettür, zamanla sıradanlaşabilir ve şekle indirgenebilir.
Nuran ÖNDEŞ
Arş. Gör., FSMVÜ İslami İlimler Fak.

Tesettür, İslam’ın Müslüman kadına yüklediği önemli sorumluluklardan biridir. Ancak bu sorumluluk, sadece bedeni örten bir kıyafet biçiminden ibaret değildir. Aksine, tesettür bir kulluk bilincini, bir kimlik inşasını ve bir hayat tarzını yansıtır. Zira iman, kalpteki bir tasdik olmakla birlikte, onun sahih ve sarsılmaz olabilmesi, aklî ve naklî delillerle temellendirilmesine bağlıdır. Delile dayanmayan bir inanç, taklide dayanır; taklide dayanan bir iman ise şüphe karşısında zayıf düşmeye mahkûmdur. Bu sebeple, kâinatı Allah’ın varlığına delalet eden en büyük ayetlerden biri olarak tefekkür etmek gerekir. Zira âlem, hâdis oluşuyla -yani sonradan var kılınmış olmasıyla- bir başlangıca sahip olduğunu ortaya koyar. Varlığı, hem yokluğu hem de varlığı mümkün kıldığı için, bir tercih edicinin iradesine muhtaçtır. Bu tercih edici, âlemden zâtı ve sıfatları itibariyle tamamen farklı, kadîm, bâkî, kendi nefsinde kâim, âlim, kâdir ve murîd bir yaratıcıdır. Böylesi bir yaratıcıya iman eden kişi, onun insanlara peygamber göndermesini de aklen ve hikmeten makbul kabul eder. Bu peygamberin doğruluğu ise nübüvvetin delilleriyle sabit olmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Allah’tan aldığı vahiy ile mümin hanımlara tesettürü emretmiş, bu emri de İslâmî hayatın ayrılmaz bir parçası kılmıştır. Dolayısıyla Allah’a ve onun gönderdiği peygambere iman eden her Müslüman kadın, tesettürü yalnızca şekli bir yükümlülük değil, imanının ve kulluk şuurunun bir gereği olarak kabul eder. Tesettür, işte bu yönüyle bir inancın, bir sadakatin ve bir bilinçli tercihin kıyafetidir.
Günümüzde tesettür üzerine çokça konuşulmakta, çeşitli yorumlar yapılmaktadır. Öyle ki, günümüzde tesettür; moda, kültür, siyaset ve bireysel tercih eksenlerinde sıkça tartışılmakta, farklı farklı değerlendirilmektedir. Fakat bu çeşitlilik ve farklılık içerisinde, tesettürün aslî anlamını ve ruhunu yeniden hatırlamak, her zamankinden daha elzem görünmektedir. Bugünün modern şehir yaşamında tesettürü muhafaza etmek, elbette kolay değildir. Görselin öne çıkarıldığı, tüketimin ve teşhirin normalleştirildiği bir çağda, örtünmeyi sürdürmek; sabır, sebat ve bilinç gerektirir. Ancak bu zorluk, tesettürün anlamını yitirdiğini değil; aksine, daha içten ve derin bir bilinçle yaşanması gerektiğini gösterir. Tesettür, yalnızca sakin ve homojen toplum düzenlerinde değil; karmaşık, çok sesli ve yönü belirsiz şehirlerde de kadının istikametini belirleyen bir inanç pusulası olarak değerini korur.
“Zaman değişti” söylemi sıkça dile getirilse de zamanın değişmesi, her değeri geçersiz kılmaz. Bazı hakikatler vardır ki, tarih ötesidir; mekânla da modayla da sınırlı değildir. Tesettür de bu sabitelerden biridir. O, çağlara değil; ilahi hitaba bağlıdır. Her ne kadar çevresel şartlar değişse de, mümin bir kadının Allah’a olan sadakati ve örtüsüne yüklediği anlam değişmez. Hatta içinde yaşadığımız çağda, tesettür daha bilinçli bir tercihe; daha güçlü bir kimlik inşasına dönüşmelidir. Bu yönüyle tesettür sadece bir gelenek değil, bilincin ve aidiyetin çağlar üstü bir ifadesi olmaktadır.
Tesettür, yalnızca dış görünüşle sınırlı olmayan; niyetle başlayan ve süreklilik isteyen bir ibadettir. Niyetin sahih ve diri tutulması, tesettürün anlamını muhafaza etmenin en temel şartıdır. Bir kimse tesettüre girdikten sonra zamanla bu hal bir alışkanlık hâlini alabilir; fakat niyetin tazelenmediği, anlamın derinleşmediği bir tesettür, zamanla sıradanlaşabilir ve şekle indirgenebilir. Bu nedenle her ibadette olduğu gibi, tesettürde de kalbî bir bilinç ve samimi bir yöneliş esastır. Dolayısıyla tesettürde esas olan, dış görünüşü düzenleyen hükümlerin ardında yatan niyet, ruhî boyut ve sürekli kendini yenileme ihtiyacıdır. Bu nedenle tesettürü; salt bir örtünme sistemi değil, niyetle kavrulan ve bilinçle sürdürülen bir ibadet olarak anlamak gerekir.
Öyle ki, tesettüre başlamak kalpte bir karar anıdır; ancak bu kararın arkasındaki niyet, son derece hayati bir yere sahiptir. “Ameller niyetlere göredir.” hadisi ışığında baktığımızda, bir ibadete yönelen kalbin durumu, eylemin hakikati üzerinde belirleyici olur. Tesettür de bu kapsamda, başlangıçta Allah rızasıyla yapılan bir eylem iken; zamanla niyet tazelenmezse yalnızca alışkanlığa dönüşebilir. Alışkanlık hâline gelmiş ve kalpte derin bir bilinç taşımayan tesettür ise; ilk heyecanını, hakkaniyetini ve ruhî iklimini kaybetme riski taşır. Bu sebeple her niyetin tazelenmesi, her seferinde kalbin tesettüre yönelik samimiyetinin gözden geçirilmesi elzemdir. Öyle ki bazı örneklerde, tesettüre alışkanlıkla devam eden fakat zamanla anlam dünyasında boşluk hisseden kadınların, “Neden örtülüyüm?” sorusunu kendine yeniden sorması da bu niyet tazelenmesinin önemini gösterir. Dolayısıyla tesettürü yaşatan biçim değil; o biçime yüklenen anlamdır. Niyet bozulduğunda ibadet mecalsizleşir; fakat her tazelenen niyet, tesettürün hem zâhirinde hem bâtınında dirilişe vesile olur.
Müslüman bir hanım için tesettür, sadece bireysel bir tercih değil; İslam’ın kamusal alandaki temsiliyet biçimidir. Toplum içindeki varlığımızı, inancımızın görsel ve zihinsel kodları üzerinden hayata taşırız. Bu açıdan tesettür bir “örtünme” değil, “kimliklenme” sürecidir. Tesettür, Allah’a kulluğun bir nişanesi, hayâ duygusunun somutlaşmış hâlidir. Dolayısıyla kadın, giyimiyle sadece bedeni örtmekle kalmaz; inancın erdemlerini, kulluk bilincini ve toplumun ortak huzurunu da simgeler. Toplumsal alanda saygı ve sorumluluğu pekiştirir.
Tesettür, kadını dar kalıplara hapsetmez; bilakis onu değersizleştiren bakışlardan korur ve hakiki özgürlüğünü tesis eder. Bu örtü, modern zamanların dayattığı teşhir kültürüne karşı bir duruş, bir direniş biçimidir. Zira Müslüman kadın, neyin görünür kılınacağına kendisi karar verir; böylece hem özne olma bilincini korur hem de iffet ve edep gibi değerleri topluma taşır. Tesettür, kadın ile Allah arasındaki ahlâkî sözleşmenin bir parçası olduğu kadar, toplumla yapılan sessiz ama derin bir anlaşmadır: Saygı, vakar, mahremiyet ve sorumluluk. Nitekim Mustafa Sabri Efendi’nin de dediği gibi şüphesiz ki İslam iffettir, nezafettir, namustur; kir ve pisliklerden münezzeh bir dindir ve tesettürle kadına bu iffeti koruması için alan tanır.[1]
Toplumda zaman zaman “Tesettür kadını kısıtlar” şeklinde yanlış algılar oluşabilmektedir. Oysa tesettür, kadını dar kalıplara hapsetmek için değil; onun onurunu, mahremiyetini ve öz değerini muhafaza etmek için emredilen bir ibadettir. Tesettür, kadının değerini giydiği kıyafetin markasıyla ya da modasıyla değil; taşıdığı ahlâkî duruş, hayâ ve vakar ile ortaya koymasına imkân tanır. Bu yönüyle örtünme, bir geri çekiliş değil; bilinçli bir duruşun, şahsiyetli bir temsilin ifadesidir. Çünkü tesettür, kadını dış bakışların nesneleştirici dilinden koruyarak onu bir kişilik sahibi olarak yüceltir. Kadını sadece görünüşüyle değil, düşüncesi, inancı ve duruşuyla tanımlar. Tarih boyunca İslâmî şahsiyetlerin örnekliğinde de bu hakikat açıkça görülür. Hz. Fâtıma (radıyallahu anhâ), iffet ve edebin timsali olarak hem ailesi içinde hem de ümmetin önünde bir örnek olmuş; Hz. Meryem (aleyhesselâm) ise Kur’ân’da iffetiyle ve teslimiyetiyle yüceltilmiştir. Bu iki kutlu kadın, tesettürün sadece bir kıyafet değil, bir duruş ve kulluk biçimi olduğunu bizlere göstermiştir.
Bu yönüyle tesettür, kadının görünürlüğünü değil; saygınlığını önceleyen bir tercihtir. Özgürlüğü, teşhirde değil; sınırların bilincinde arayan bir irfanın tezahürüdür. Dolayısıyla örtü, kadını dünyadan koparmak için değil; dünya içinde haysiyetli bir yer edinebilmesi için ona ilahi bir destek sunar. İmam Gazzâlî’nin de dediği gibi ‘‘Kadının en büyük süsü hayâsıdır. Onun hayâsı, yüzündeki perdeden daha kıymetlidir. Zira dışı örten perde, içteki iffetin dışa yansımasıdır.”[2]
Daha önce de ifade ettiğimiz üzere tesettürün ölçüleri, bireysel zevklerle ya da değişken moda akımlarıyla değil; Kur’ân ve Sünnet’in açık hükümleriyle belirlenmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu hüküm, özellikle iki ayette net biçimde ifade edilmiştir:
Nur Suresi 31. ayette şöyle buyurulur: “Mümin kadınlara söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, iffetlerini korusunlar ve kendiliğinden görünen kısmı müstesna olmak üzere ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar…”
Ahzab Suresi 59. ayette ise Rabbimiz şöyle emreder: “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mümin kadınlara söyle: Dış örtülerini (cilbablarını) üzerlerine alsınlar. Bu, onların tanınmaları ve incitilmemeleri için en uygunudur.”
Bu iki âyet-i kerîme, tesettürün hem gerekliliğini hem de kapsamını açıklıkla ortaya koymaktadır. Ayetlerde geçen “gözlerini sakınmaları”, “ziynetlerini örtmeleri” gibi ifadeler aslında iç ve dış iffetin birlikteliğine işaret eder. Burada asıl dikkat edilmesi gereken husus, tesettürün temel ölçülerine sadakatle bağlı kalınması, Allah’ın çizdiği sınırların aşılmamasıdır. Tesettür, mahremiyetin ve hayânın sembolüdür; onu şekillendiren ölçü, Allah’ın rızasıdır, toplumun geçici beğenileri değildir. Nitekim İmam Mâtürîdî, Nûr Suresi’nin tefsirinde bu noktaya dikkat çeker ve şöyle der: “Kadına örtünmeyi emretmek, onu değersiz görmek değil, onu değerli görmekten ileri gelir. Çünkü örtülü olan şey, daha kıymetlidir.” demiştir.[3]
Tesettür, kadın ve erkeğin karşılıklı olarak birbirinin saygınlığını gözettiği bir hayat ahlakını besler. Ayrıca tesettür, kadına yalnızca dış koruma sağlamakla kalmaz; iç huzurun, mahremiyet bilincinin ve Allah’a sığınmanın sembolüdür. Doğru niyet ve kalp iklimiyle örtünen bir kadın, kendini Rabb’inin koruması altında hisseder ve bu güven duygusu ruhsal bir sükûnet oluşturur. Seyyid Kutub’un da dediği gibi “İslâm’ın kadını örtünmeye davet etmesi, onun iffetini, haysiyetini ve kişiliğini korumak içindir. Bu emir, kadını değersiz bakışlardan kurtarır, onu bir şahsiyet olarak var eder.”[4]
Sosyal hayatta tesettürlü bir kimlik, izolasyon değil, aksine “saygınlık alanı” yaratır. Çünkü insan, görünüşüyle iffetli bir duruş sergilediğinde, etik ve ahlaki sorumluluk bilinci de güçlenir. İnsan, dış görüntüsüne sorumluluk yüklediğinde, iç dünyasında da ahlaki bir disiplin geliştirir. Kadın, örtüsüyle hem Allah’a olan bağlılığını ilan eder, hem de toplumda neye ait olduğunu, neyi temsil ettiğini gösterir. Bu temsil, bir ayrışma değil; değer merkezli bir varoluş biçimidir. Çünkü tesettür, kadını görünmez kılmak için değil; hak ettiği saygıyı görünür kılmak için vardır.
Kısacası,tesettür, bir anda “oldu bitti” deyip geçiştirilecek bir mesele değil; niyetle yola çıkılan, süreç içinde olgunlaşan, kalpte derinleşen bir yolculuktur. Öyle ki tesettür, sadece fiziki örtünme değil, iffetli bir bakış, edebe uygun bir duruş ve teyakkuzda bir kalp demektir. Her birey bu yolculuğu kendi ritminde yaşar; kimi zaman sıkıntılarla, kimi zaman sorularla karşılaşır. Fakat samimi niyetler, Rabb’imizin yardımıyla bu yolda sağlam adımlarla ilerlemeyi mümkün kılar. Tesettür; hem zâhiren hem bâtınen örtünmenin ötesinde, “bir irade duruşu”, “bir kimlik manifestosu” ve “kalpteki kulluk halinin görünür tezahürü”dür. Bu yolculukta niyetimiz ne kadar güçlü ve taze kalırsa, tesettürümüz de o kadar sahibine huzur, onur ve derin bir aidiyet kazandıracaktır.
[1] Mustafa Sabri Efendi, Mevkıfu’l-Akl ve’l-ilm ve’l-âlem, (Kahire: Matbaatu’l-Menar, 1910) 4/222; Sabri Efendi, Kavlî fi’l-Mer’e, (Dâru İbn Hazm, ts.), 25-26.
[2] İmam Gazzâlî, İhyâʾu ulûmi’d-dîn, (Kahire: Dârü’ş-Şa‘b) 2/361.
[3] Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Kurʾân, thk. Ali İbn Muhammed ez-Zeyd, (Riyad: Müessesetu’r-Risâle, 2005), 6/205.
[4] Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân, çev. Muhammed Ali Akgün, (İstanbul: Hikmet Neşriyat, 1991), 5/3742.