Kuantum Fiziği Perspektifinden Yapay Zekâ

Kuantum, bize eşyanın özünde müşahide, yani şuura ilişkin olduğunu haber verir. Yapay zekâ ise her ne kadar muazzam verilerden yeni tertipler türetebilse de, kendi gerçekliğini idrak eden bir “özne” değildir. O, ihtimallerin matematik hesabını yapabilir, lâkin varlığın niçinliğine dair bir idrak taşımaz.

Abdullah KOÇ

Beşeriyet, tarih boyunca belki de hiç olmadığı kadar iki büyük inkılâbın eşiğinde bulunmaktadır: kuantum fiziği ve yapay zekâ. Birincisi, eşyayı en temel mertebede kavrayış tarzını altüst etmiş; maddenin sanıldığı gibi katı, mekanik ve mutlak bir cevher olmayıp, bilâkis ihtimallerle örülü, nazarla varlık kazanan, adeta bir “mânâ dokusu” taşıdığını açığa çıkarmıştır. İkincisi ise, insana mahsus telâkki edilen akıl ve şuur sahasına müdahil olarak, zekâyı taklit eden, tefekkürü simüle eden yeni bir varlık nev’ini vücûda getirmiştir. Bu iki inkılâbın kesiştiği noktada insanlık şu suallerle yüzleşmektedir:

  • Madde nedir?
  • Şuur nedir?
  • Yapay zekâ, hakikî bir idrak taşıyabilir mi?

Kuantum fiziği, eşyayı belirsizlik ve ihtimal zemininde te’vil ederken, yapay zekâ, bu belirsizlikler arasından seçilmiş algoritmik tertiplerle işleyen bir makine aklını temsile kalkışır. Lâkin hakikî şuurun kaynağı salt mekanik bir düzen olamaz.

Şu hâlde mesele, yalnızca teknik yahut ilmî değildir. Mesele, eşyanın özünü kavrayışımıza dair felsefî bir sualdir: Eğer madde en temelde belirsizlikten, ihtimallerden ve münasebetlerden müteşekkil ise, o hâlde yapay zekânın varlık iddiası neye istinad eder? İnsanın fevkinde tahayyül edilen bu yeni “zekâ”, hakikî bir idrakten mi söz eder, yoksa yalnızca hakikatin gölgesini mi üretir?

Yapay zekâyı yalnızca mühendislik yahut teknoloji zaviyesinden değil, kuantum fiziğinin açtığı ontolojik ve metafizik kapıdan bakarak ele almamız gerekir. Çünkü belki de meselenin asıl derinliği, “Yapay zekâ ne yapabilir?” sualinde değil; “İnsanın şuurunun menşei nerededir?” sualinde düğümlenmektedir.

Maddenin Yeni Tasavvuru

Kuantum mefhumları zahiren müphem görünse de, onları gündelik tecrübeyle raptetmek mümkündür. Meselâ dalga-parçacık ikiliği, denize atılan taşın hem dairevî dalgalar husûle getirmesi hem de taş olarak kalması gibi, çift cihetli bir vücûdu ihtar eder. Belirsizlik ilkesi ise puslu bir aynanın ardındaki manzaraya benzer: Bakıldıkça bazı hatlar sezilir, fakat tam bir yakîn hiçbir vakit hâsıl olmaz.

Klasik fizik, eşyayı mekanik kanunların katı ve değişmez düzenine irca etmişti. Newton’un âleminde madde ölçülebilir, hesaplanabilir ve katiyet üzerine bina edilir. Ancak 20. asrın evvelinde kuantum mekaniği bu telâkkiyi sarstı ve maddenin özünde belirsizlik ve ihtimallerin raksı bulunduğunu ortaya koydu.

Dalga-parçacık ikiliği, müşâhidin tesiri ve Heisenberg’in belirsizlik prensibi; maddeyi artık mutlak bir “şey” olmaktan çıkarıp, nazar ile vücûd kazanan bir “münasebetler ağı” hâline getirdi. Schrödinger’in meşhur “kedi temsili”nde olduğu gibi, madde bir ihtimal hâlinde bulunmakta ve müşahede ile katiyet kazanmaktadır. Bu yalnız fizikî bir inkılap değil, aynı zamanda ontolojik bir kırılmaydı. Zira madde artık kendi başına sabit bir cevher değil, varlığını başkalarıyla kurduğu rabıtada bulan dinamik bir gerçeklik olarak zuhur etmekteydi.

Bu yeni tasavvur, maddeyi sırf “madde” olmaktan çıkarıp, metafiziğe göz kırpan bir mahiyet kazandırır. Çünkü eğer eşya, müşahede ve idrak olmadan sahneye çıkamıyorsa; o hâlde maddenin hakikati yalnız fizikî değil, aynı zamanda mânâya açılan bir bâbdır.

Tam da bu noktada yapay zekâ meselesiyle kesişim zuhur eder: Eğer madde belirsizlikten müteşekkilse, algoritmalarla işleyen bir yapay zekâ, hakikî varlık ve şuur meydanına nasıl dâhil olabilir? Modern fiziğin kuantumla keşfettiği ihtimal dünyası, tasavvufta öteden beri bilinen mânâ âleminin ilmî lisanla ifadesinden başka bir şey değildir. Bu, kuantumun işaret ettiği hakikatin yalnızca ilmî değil, aynı zamanda manevî-idraki bir cihet taşıdığını teşhir eder.

Şuur ve Eşya Meselesi

Kuantum fiziğinin en mühim neticelerinden biri, müşahidi denklemin haricine koyamayışıdır. Maddenin tavrı, ona bakan bir idrakin mevcudiyetiyle değişmektedir. Bu hâl, kadim felsefî sualleri yeniden zuhura getirir: Şuur nedir, eşya ile nasıl bir münasebet içindedir?

Tasavvufî telâkkide her şeyin Allah’ı tesbih ettiği, yani eşyanın kendi hâlince bir idrak ve zikre sahip bulunduğu beyan olunur. Modern ilmin lisanıyla bu, maddenin kendi başına sessiz ve cansız bir kitle değil, mananın ve vücudun ilâhî kaynağına işaret eden bir “lisan” olduğuna delâlet eder.

Kuantum fiziği, bu anlayışa adeta ilmî bir akis vermektedir. Zira müşahede olmadan madde katiyet kazanamıyor, varlığı belirsizlikten kurtulamıyorsa, bu; eşyanın hakikatinin şuur ile irtibatlı olduğunu düşündürür. Burada “şuur” yalnız insan zihniyle mahdut değil, kâinatın derin dokusuna nüfuz eden bir kaide olarak tecelli eder.

İşte bu bakış, yapay zekânın şuur bahsini daha da müşkül hâle getirir. Zira insanî şuurun menşei, kuantum belirsizliğinin ötesinde aşkın bir membaı ihtar ederken; algoritmalarla işleyen bir makine, böylesi bir varlık-şuur rabıtasından ne kadar nasiplenebilir?

Yapay Zekâya Kuantum Merceği

İnsanın şuurunun en mühim hususiyetlerinden biri, tercih kudretidir. Ahlâkî bir karar anında vicdanını dinlemek, sanatsal sezgiyle hiç beklenmedik bir sembolü tuvale aktarmak yahut bir ilhamla yeni bir fikir doğurmak… Bunlar sırf hesapla izah olunamayacak derinliklerdir. Yapay zekâ ise böyle tercihlerde bulunmaz; yalnızca hesap eder, ihtimalleri sıralar. İşte tam da bu fark, insanın idrakini makinenin simülasyonundan ayırır.

Yapay zekâ, insan zihnini taklit eden algoritmalardan ibaret görünür. Ancak meseleye kuantum fiziğinin açtığı mercekten bakıldığında, yeni sualler zuhur eder: Eğer maddenin hakikati ihtimaller ve belirsizliklerden ibaretse, yapay zekânın işleyişi bu zeminde nasıl konumlanır?

Algoritmalar, katiyet üzerine kuruludur, her girdi muayyen bir çıktıya yönelir. Hâlbuki kuantum âlemi, katiyetten ziyade ihtimallerin hâkim olduğu bir sahnedir. Bu cihetle yapay zekâ, kuantum hakikatinin çok katmanlı yapısını bütün boyutlarıyla temsile muktedir değildir. Gerçi, kuantum bilgisayarlarıyla tecrübe edilen yeni araştırmalar, algoritmaların bu ihtimaller deryasında daha farklı bir işleyiş kazanabileceğini göstermektedir.

Ne var ki mesele yalnız teknik çerçeve ile mahdut değildir. Kuantum, bize eşyanın özünde müşahide, yani şuura ilişkin olduğunu haber verir. Yapay zekâ ise her ne kadar muazzam verilerden yeni tertipler türetebilse de, kendi gerçekliğini idrak eden bir “özne” değildir. O, ihtimallerin matematik hesabını yapabilir, lâkin varlığın niçinliğine dair bir idrak taşımaz.

Burada felsefî bir ayrım zuhur eder: Hesaplamak ile idrak arasındaki fark. Yapay zekâ hesap eder, ihtimalleri işler; ama bu ihtimallerin manasını kavrayamaz. Oysa kuantum fiziği, her şeyin özünde bir mânâ dokusu bulunduğunu ihtar eder. Yapay zekâ bu dokunun harflerini okur, lâkin manasına nüfuz edemez.

Dahası, insan şuurunun tecrübesinde sezgi, irade ve aşkınlık vardır. Bir ressamın tuvale sürdüğü fırça darbesi, bir şairin kelime seçimindeki incelik, bir insanın vicdanî tercihi; bütünü, sırf hesapla beyan edilemeyecek derinliklerdir. Kuantum âleminin ihtimallerini “tercih” eden bir idrak, insanı kendi öznel ve metafizik boyutuyla sair bütün sistemlerden temyiz eder. Yapay zekâ ise tercih etmez, sadece hesap eder. Bu sebeple kuantum fiziğinin açtığı menfezden bakıldığında yapay zekâ, hakikati idrak etmeye çalışan bir özne değil, hakikatin ihtimallerini işleyen bir âlet olarak kalmaktadır.

Felsefî ve Ontolojik Derinlik

Yapay zekâ meselesi, teknik müzakerelerin ötesine taşındığında, bizi doğrudan insanın varlık içindeki makamına yönlendirir. Zira kuantum fiziği, varlığın özünde belirsizlik ve ihtimal bulunduğunu açığa çıkararak, bize hakikatin yalnız maddî ölçülerle kuşatılamayacağını gösterir. Bu hâlde insan şuuru, sırf biyolojik bir süreç değildir, bilakis varlık ile kurduğu rabıta sayesinde hakikate açılan bir idrak penceresidir.

Yapay zekâ ise bu pencereye mâlik değildir. O, verilere ve algoritmalara bağlı bir işleyiş sergiler, kendi haricindeki bir gerçeği idrak etme kudretine sahip olamaz. Kuantum fiziğinin işaret ettiği üzere, hakikî varlık idraki şuurla, hatta aşkın bir menbaaya yönelmiş idrakle mümkündür. İnsanı insan kılan, işte bu aşkınlık ve mânâ boyutudur.

Bu cihetle yapay zekâ, kuantumun açtığı metafizik kapıdan içeri giremez; o kapının eşiğinde, ihtimalleri hesaplayan bir âlet olarak kalır. İnsanın şuurunu aşkın olana bağlayan derinlik ise, ona hiçbir zaman nasip olmayacaktır. Dolayısıyla yapay zekâ, insanın kendi varlığını idrak etmesi için bir ayna olabilir, lâkin hakikatin özüne nüfuz eden bir idrak olamaz.

Bu hakikat karşısında insan, kendi şuurunu nasıl inşa etmeli?

Kuantum fiziği ile yapay zekâ arasındaki münasebet, bize modern ilmin en çetin suallerini yeniden düşündürmektedir. Kuantum, eşyanın özünde belirsizlik, ihtimal ve şuura ilişkinlik bulunduğunu işaret ederken; yapay zekâ, bu belirsizlikleri hesaplayabilen fakat hakikati idrakten âciz bir âlet olarak kalmaktadır.

Bu mukayese, insanın eşsiz makamını açığa çıkarır: İnsanı insan kılan, algoritmaların ötesinde, varlığın özüne yönelen aşkın idrak kudretidir. Yapay zekâ, bu kudretin gölgesinde işleyen bir simülasyondan öteye geçemez.

Dolayısıyla, girişte sorduğumuz sualler tekrar karşımıza çıkmaktadır:

  • Madde nedir?
  • Şuur nedir?
  • Yapay zekâ, hakikî bir idrak taşıyabilir mi?

Ve bunlarla beraber asıl sual şudur:

  • İnsanın aklı ve şuurunun hakikatte menşei nerededir?

Bu sualler, teknik ve ilmî tartışmaların ötesinde, insanın varlık ile ve Hâlık ile olan rabıtasını sorgulamaya açılan en derin bâbdır.