Murat Kirişçi ile Mahremiyet, Manipülasyon ve İnsansızlaştırma Bağlamlarında Yapay Zekâyı Konuştuk

“Fişini çektiğimizde durdurabileceğimiz hiçbir sistem bizden daha güçlü olamaz. Çünkü insan dışında hiçbir varlık akıl ve irade sahibi değildir. Fişini çektiğimiz hiçbir şey — ben fişi çekeceğim ve o duracak — benden nasıl güçlü olabilir? Nasıl benim dengim ya da benzerim olabilir? Allah-u Teâlâ yalnızca biz insanları akıllı ve iradeli olarak yaratmıştır. Bu makineleri üreten de biziz. Bir ya da birkaç işi bizden daha iyi yapabilirler. Ancak üç-dört işten fazlası olduğunda bizden yani insanoğlundan daha iyi yapamazlar. Yani makineler aynı anda çok fazla işi de yapamıyorlar.”

Prof. Dr. Murat Kirişçi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Temel Tıp Bilimleri Bölümü öğretim üyesidir.

İNSİCAM

S: Hocam, yapay zekâ kullanımı birçok alanda büyük bir trend hâline geldi. Bu ciddi artış, insansızlaştırma ve mekanikleştirme problemini beraberinde getiriyor mu acaba?

C: Yapay zekânın dünya genelinde insanların kullanımına sunulup, insanların artık konuyu bilir hâle geldiği döneme “yeni dönem” diyoruz. Ancak yapay zekânın geliştiricileri esasen 2005’lerde “dükkânı kapattı”. Yani 2005’te yapay zekâ artık bir konu olmaktan çıktı ve daha üst düzey çalışmalara, farklı mühendislik alanlarına evrildi. Biz şu anda yalnızca yapay zekânın “sokağa düşmüş” hâlini görebiliyoruz.

Yapay zekânın bir insansızlaştırma projesi olma ihtimali –yani bu yönde bir beklenti ve bu beklentinin arkasındaki amacın gerçekten bu olduğu– zamanla ortaya çıktı. Ancak süreç itibarıyla, makine ne kadar yüksek güce sahip olursa olsun, insanların yaptığı karmaşık işlerin hiçbirini yapamıyor. Sadece belli bir konuda, belli bir alanda birkaç işi bizden daha iyi yapıyor. Dolayısıyla insansızlaştırma veya insana rağmen bir şey yapması mümkün olmayacaktır. Bu zaten fıtrata da aykırı, doğaya da aykırı. Yani Allah’ın yarattığı bu yaşam dengesine aykırı. Bunun arkasında belki, tırnak içinde “kötü niyetli insanların Allah’tan yaratma sıfatını çalma projesi”nin etkisiyle, insansızlaştırma ifadeleri kullanılıyor. Ancak bu, isteseniz de istemeseniz de bir yerde duvara tosluyor ve doğal yollarla tekrar insanileşiyor. Mesela çok yakın bir zamana kadar, sosyalleşme diye bir tartışma yapılıyordu ve insanların bireyselleştiği; telefonlara, internete aşırı yapıştığı görüşü yaygındı. Yakın zamanda COVID ile başlayan asosyallik ve yapay zekâ tartışmalarının sonrasında da insanlar tekrar doğal yollarla sosyalleşmeye başladılar. Hatta öyle ki, gençler yine telefonlarla iş yaparken dahi kafelerde buluşuyorlar, yine görüşüyorlar. Elbette hâlâ telefonlara aşırı bağlılar ama bu da bir yerden sonra miadını dolduracak. Pandemi döneminde bu tartışma da çok geçmişti; “insanlar artık asosyal olacak” vesaire diye. Yani bu tam olarak mümkün değil; zira yaradılışımız buna müsaade etmiyor.

Bir dönem, “artık kitap basılmayacak, elektronik olarak okunacak” diye kitap piyasasının kötü bir hale geleceği düşünüldü ama şu anda, şimdiye kadar gördüğümüzden çok daha güçlü bir kitap piyasasına ve çok daha fazla kitap sayısına sahibiz. Kısacası, dışarıda iyi bir teknoloji üretilse dahi, bunun yaradılış kodlarına müdahale etmesi mümkün değil. Zaman zaman bazı gelişmeler yaşanıyor; bir yükseliş, bir dalgalanma oluyor. Ancak ortalama insan hayatı, bu dalgalanmanın sonucunda küçük dalgalarla yaşam düzeyine yakın bir çizgide yine hayatını devam ettirebiliyor.

S: Yani, yapay zekânın alt yapısındaki felsefe ve fıtrat meselelerinin aslında büyük ölçüde göz ardı edildiğini mi söylüyorsunuz? Daha doğrusu bu iki konuya yeterince odaklanılmadığı için, yapay zekânın felsefi açıdan kendi kendini tüketen bir yapıya mı dönüştüğünü düşünüyorsunuz?

C: Doğal yollarla kendisini tüketmek zorunda; çünkü onu üreten, yaratıcı değil. Yaratıcının verdiği imkânlarla, yani bizim Allah’ın ilminden elde ettiğimiz bilgi, bilim ve teknolojiyle bir şey yapabiliyoruz. Bu güzel bir şey yani, burada bir olumsuzluk yok. Araç çok değerli, bunu da ayrıca söylemek lazım. Yapay zekâ ve benzerleri, blok zincir temelli olsun, veri analitiği olsun- birçok alanda çok harika işler yapıyor. Düzenli bir toplumsal çalışmaya döküldüğünde alabileceğimiz sonuçlar çok güzel olacak. Fakat burada aracı değil aracın arkasındaki amacı tartışmak lazım. Araç çok güzel ama arkasındaki amaç, bunu kötüye kullanıyor. O yüzden, mekanikleşmeye doğru giden bir yapı oluşuyor.  

Doğal sosyalleşmeye dönüldükten bir süre sonra insanlar, bir nesil veya bir grup bu mekanikleşme döneminde kendini tüketmiş olsa dahi yeni nesiller kendisini toparlayacaktır. Tıpkı yangında kavrulmuş toprakların arkasından çıkan filizler gibi, toplumda da tekrar yeni bir sosyalleşme ve fıtrata, doğal yollarla tekrar bir dönüş olacaktır. Çünkü, yapı bu! Canlı ve cansız fark etmeksizin varlıklarının hepsinin sahibi Allah, nasıl yarattıysa hayat o şekilde devam edecektir. İnsanlar bunu bozmaya çalıştığı zaman, anlık-kısa dönemli kendilerine zarar verebiliyor. Zarar veriliyor ama temelde bir bozma yok! Yapay zekâ da bu araçlardan birisi. Aslında çok yararlı, çok da güzel işler yapıyor. Yaralı işler ve imkânlar yalnızca yapay zekâ ile ilgili değil. Düşünün, bundan 15-20 yıl önce, internet hayatımıza girmemişken, bilgilere ulaşmak daha zordu. Şu anda, bir tuşun altında milyonlarca bilgiye ulaşabiliyoruz. Yani, mantık olarak bundan zarar görmek mümkün değil. Ancak, bu bilgiye ulaşımı ve kolaylığı kötüye kullandıkları için zarar görüyoruz. Mekanikleştirme ve insansızlaştırma projeleri de böyle. Elbette, bunu düşünenler vardır. Her zaman için bununla uğraşacak olanlar da olacaktır. Fakat, hem yaratılış olarak bu mümkün değil, hem de bu kötü niyetli kişilere muhalif olan karşıt gruptaki kişiler (ki karşıt grupta olanlar bile kötü niyetli olabilir) tarafından insansızlaştırmaya karşı duran bir yapı olacaktır. Çünkü tek olan sadece Allah’tır.

Şu andaki yapay zekâyı, “insansızlaştırma projesi” olarak alsak da, sonuçları itibariyle böyle bir yere gelmeyecektir. Bu yüzden böyle düşünmeye ve korkmaya hiç gerek yok, Allah’ın izniyle. Düşünün bir kere, 2005’te yapay zekâ giriyor hayatımıza. Peki, 2005’ten sonraki dönemde ne oldu? Yani şu anda daha yeni biyomühendislikler üretildi. Yapay zekâ tekniğinin artık hayatta karşılığı olabilecek. İnsansız robotlar, İHA/ SİHA dediğimiz, uzaktan çok rahatlıkla kontrol edilebilen cihazlar; sanayide ve üretimde kendi karar verme mekanizmalarıyla iş yürüten makineler devreye girdi ve daha da ileri seviyelere ulaşılıyor. Şunun altını çizelim o zaman: Karar verme mekanizmasına sahip makineler var mı? Evet, var. O zaman bu yapay zekânın üstü de var. Yani bir nevi, yapay zekânın artık fiiliyata geçirilmiş hâli bunlar. Daha teorikten daha fiiliyata geçirilmiş hali. Bu döneme “otonom sistemler dönemi” diyoruz. Literatürdeki ismi budur. Peki, bunu bir açalım: Otonom sistemler devrimi, sanayi devriminde insanın önüne geçmiş olan makineleri düşündürtme devrimidir. Burada düşündürtme ironik bir söylem. Gerçekte mümkün değil. Makinelerin bazı şeyleri karar verebilmesinden kasıt, insandan bağımsız iş yürütebilme imkânları üretmesidir. Şu anda da otonom sistemler böyle. Mesela otonom araçlar da böyle; insanın sürüşüne bağlı kalmaksızın çalışan araçlar ya da fabrikalarda insandan bağımsız üretim yapan makineler… Çünkü robot sistemler tekdüze bir iş yapar. Bu yapay zekâ sistemleriyle üretilmiş olan yeni teknikler ise tekdüzeliği aşan şekilde birbirleriyle işbirliği yapıyorlar. Yani örnek verecek olursak, bir makinenin bakım zamanı geldiğinde, herhangi bir insan iletişimine ihtiyaç duymaksızın makine bir başka makineyi, mesela; X makinesi, Y makinesini çağırıyor. Diyor ki; “Benim bakımım var ama üretimin durmaması lazım, sen geliyorsun, burada devam ediyorsun. Bu arada ben, bakımımı yapıp geleceğim.” diyor. Yine, insandan bağımsız olarak bakımını yapıp, gelip sistemin işleyişini devam ettiriyor. Peki, somut bir örnek olsun diye söyleyeyim, diyelim ki bu Üsküdar-Samandıra metrosu biliyorsunuz ki, sürücüsüz gidiyor. Bu otonoma mı dâhil? Evet, uçaklardaki otomatik pilot bunun ilk hallerinden birisi olarak düşünülebilir. Kısa vadeli, daha dar alanda, yeni sistemlerdeki karar makinesi, daha güçlü ve daha geniş. Yani, kendisine bırakıldığında çok daha net işler yapabilen, çok iyi kararlar verebilen hatta insan hatalarını, insanların mızmızlanmalarını falan dikkate aldığımızda bazı işlerin yürümesine engel olan sorunlar, makinelerde olmuyor.

S: Hocam, az önce bir şey dediniz: “Hiçbir makine Allah’ın yerini alamaz.” Mutlaka öyle, buna inanıyoruz. Ama sonra önemli bir şey daha dediniz: “Kendi kendine karar alma mekanizmasına, özelliğine sahip.” Peki, bu kendi kendine karar alma özelliğine sahip olan makine, insanı dinlememeyi de becerebilir mi? O zaman ne yapacağız?

C: İyi oldu açtığınız. Makineler Allah’ın yerini almıyor; arkasındakiler Allah’ın yerini almaya çalışıyor. Makineler insanın yerini almaya çalışıyor. Fakat makinelere karar vermeyi öğreten insanlar. Yani bir makinenin iki tür işletimi var. Tıpkı insanların rasyonel ve irrasyonel yapılara sahip olması gibi düşünün. Örnek veriyorum: Sigara içmek irrasyonel bir durumdur. Bilirsiniz ki size zarar veriyor ama yine de içersiniz. Ancak bir makineye bunu içiremezsiniz. Yani makine açısından burada mesele zarar veya yarar değildir. Makine, bu konuya rasyonel bakar. Mesela siz, yaşlı bir insanın yolda yürürken zorlandığını gördünüz ve elindeki çantaları almak istediniz. Merhamet duygunuz, yardımlaşma duygunuz vs. sizde doğal olarak vardır ve bir rasyonalitesi olmak zorunda da değildir. Fakat makine, bir işi rasyonel değilse çözemez. Yani siz ona “başla” ve “bitir” arasındaki mutlak komutları vermezseniz, makine rasyonel bir akış kuramaz. Makinenin içinde bir duygu, bir merhamet yoktur. Ağlatabilirsiniz bir makineyi, ama bu bizim ağlamamız gibi değildir; gözünde yaş olmaz. Hayır, gözüne yaş bile koyulsa, makinenin ağlaması komut üzerinden ve rasyonel biçimde olacaktır. Biz ise duygusal olarak ağlarız. İşte örnek veriyorum: Kâbe’yi gördüğümüzde, “lebbeyk” derken biz ağlıyorsak, bunu açıklayabilecek bir ifade yok aslında. Hepsi içimizdeki o duyguların fışkırmasıdır. Rasyonalitemiz de orada artık devre dışıdır. Ancak bir makine, Kâbe’yi gördüğünde bizimle duygusal olarak o formülasyonu sağlayamaz. Arkasında çalışan karar mekanizmasının da altında, insanların onu kodlaması vardır. Bu kodlama, yeni dönemde birkaç kere duyduğumuz — hâlâ devam ediyor mu bilmiyorum ama — kendi dilini oluşturup insanları yok edecek makineler yapıldığı yönündeki iddiaları da mümkün kılar. Bunu yapmak mümkündür, çünkü arkasındaki yok etme fikri yine insanlara aittir. Yani makine, kendi başına böyle bir şeyi yapamaz. Bilgisayara müthiş miktarda bilgi yüklüyoruz; hard diskinde çok değerli bilgiler bulunuyor. Ancak o bilgiler, orada yüz yıl dursa bile bir makine için hiçbir anlam ifade etmez. Makine için de, onu tasarlayan kişi için de bu bilgilerin kendi başına bir anlamı yoktur. Biz ne zaman onu kullanma ihtiyacı hissederiz, işte o zaman o bilgiye anlam kazandıran yine biz oluruz. Fişini çektiğimizde durdurabileceğimiz hiçbir sistem bizden daha güçlü olamaz. Çünkü insan dışında hiçbir varlık akıl ve irade sahibi değildir. Fişini çektiğimiz hiçbir şey — ben fişi çekeceğim ve o duracak — benden nasıl güçlü olabilir? Nasıl benim dengim ya da benzerim olabilir? Allah-u Teâlâ yalnızca biz insanları akıllı ve iradeli olarak yaratmıştır. Bu makineleri üreten de biziz. Bir ya da birkaç işi bizden daha iyi yapabilirler. Ancak üç-dört işten fazlası olduğunda bizden yani insanoğlundan daha iyi yapamazlar. Yani makineler aynı anda çok fazla işi de yapamıyorlar. Bazı insansız robotların bu işi yaptığını düşünüyorlar, ama onlar da toplamda ancak birkaç işi birlikte yapabiliyor. Biz ise aynı anda bir sürü çılgınlık yapabiliyoruz. Yani bir makineye “manyaklık” yaptıramazsınız mesela. Ancak kodunu yazarsanız, yani o da kodla olur. Bizde ise koda ihtiyaç yok. Allah-u Teâlâ bize tercihler sunmuş ve biz, istediğimiz türde bir tercihe, tabiri caizse istediğimiz sapkınlığa düşebiliyoruz. Makinenin ise bu anlamda hiçbir imkânı yok. Çünkü makinenin kendi başına üretebileceği bir tercihi yoktur. Verdiğimiz birkaç tercihten birini uygulamak zorundadır.

Geldiğimiz noktada yapay zekâya bir bakın: Bir zamanlar telefonlardaki Reels, Shorts videolarını çocuklar ve gençler büyük bir merakla takip ediyor, ellerinden düşürmüyordu. Ancak şimdi insanlar sıkıldılar; yani son 2-3 yıldır bu içerikler sıkıcı hâle geldi. Şimdi ise herkes yeni chat-botlar ile sohbet etmeye başladı. Yani insanlar artık birbirleriyle konuşmak yerine makinelerle konuşuyor. Sohbet havasında bir dili var bu botların; muhabbet ediyor adeta. Evet, çocuklar bile bunu yapıyor. Bu durumun bir “yalnızlaştırma senaryosu” olduğu iddia ediliyor. Ancak çocuklar ya da yetişkinler, bir yerden sonra bu sohbette de doyuma ulaşacaktır. Çünkü chatbot’ların verdiği cevaplar zamanla tek tipleşiyor, sıkıcı hâle geliyor. En basitinden, bu chatbot’lar gerçek anlamda gülemiyor. Duygu yok, yani o sohbetin içinde duygu barınmıyor. Affedersiniz, makine küfür bile edebiliyor ama benim ettiğim küfürle aynı değil ki. İnsan, daha öngörülemez bir canlı. Fakat, ne yaparsanız yapın, araç bir yerde gelip tıkanıyor. İnsan ise tıkanmıyor. Yani… insan, varlık olarak tıkanmıyor.

S: Kıymetli hocam, konuya giriş yaptık ama yine de net bir şekilde soralım: Veri bilimi de dâhil, bilgi ve iletişim teknolojilerinde yapay zekâ araçları insanların sosyal değer algılarını değiştiriyor mu?

C: Aslında az önce de cevabın bir kısmına değinmiştik. Peki, sosyal yapımız ve değer algılarımız gerçekten değişiyor mu? Evet, dünya artık “yeni bir normal” içerisinde ve biz de bu yeni normalin içinden bakıyoruz olaylara. Yani evet bu da aynı fikir. Mesela tarih boyunca risalete müdahale eden bir yapı vardı; itiraz eden, savaşan, onunla kavga eden. Bugün de benzer bir kavga yaşanıyor. Yani artık resuller gelmiyor ama onların bize bıraktığı eserlerin üzerinde aynı itişme, kakışma devam ediyor. O zamanda da sosyalleşmeye karşı bir savaş vardı, bugün de var. Ancak buna ek olarak bugün “yeni normlar” da var. Evet, sosyallik sorunu yaşıyoruz. Mesela Metaverse’e bakalım: yeni bir giyilebilir elbise tasarlıyor ve size, insanlarla gerçek bir iletişime ihtiyaç duymadan; hatta haz dönemlerini dâhil ederek birçok şeyi orada yaşayabileceğinizi iddia ediyor. Bu, bir “tanrılık” iddiasıdır. İlk etapta insana güzel geliyor, bunu da söylemek lazım. Mesela biz, Mehmet abiyle çok kırılmış, darılmış ve birbirimizi yıpratmışızdır. Biraz uzaklaşma hissettiğimiz anda sanki orası bize bir çözümmüş gibi geliyor ama yarın, bir gün benim yine, Mehmet abiyle kavgaya ihtiyacım olacak. Fıtrat buna ihtiyaç duyuyor ya da birisine sarılmaya ihtiyacım var. Birisiyle tartışmaya, bir konuyu konuşmaya… İşte, hocamla tefsirle ilgili bir konuda itiraz edip birbirimizle tartışmaya ihtiyacımız var. Bu, sokaktaki insan için de böyle, ilim insanları için de böyle. Sokaktaki insan da futbol tartışması yapsın. Bunlara hepimizin ihtiyacı var. Metaverse’de hiç kimse, sizinle tuttuğunuz takımlarınızdan dolayı tartışmaz, bir şey vermez, haz üretmez. Yani… Birisinin bizi cimciklemesi lazım. Sosyallik, budur aslında. Çok büyütmeye gerek yok. Tramvayda gelirken kalabalık içerisinde gelmek de bir sosyallik eğer düşünürseniz. Biraz gözlemleyen insansanız, tramvaydaki kişilerin durumunu, yüz ifadelerini, konuşmalarını, tavır ve davranışlarını incelemek; büyük bir sosyalliktir örneğin. Dert ediyorsanız, ekstra zihniniz o dertle çalışır. Yani…Şehir hayatı belki biraz kaotiktir ama fazlaca da sosyalliği gerektiriyor. Her ne kadar insanlar yalnızlaşıyor gibi görünse de bu durum, Allah’ın insana verdiği fıtratı bozamayacağımızın bir göstergesi.

S: Hocam, peki bu anlattıklarınız içerisinde, şu aralar örneğin videolar yapılıyor yapay zekâ ile. Gerçek insanlara çok benzeyen konular, sesler, tonlar… Bu, bizim insana bakışımızı sanallaştırmıyor mu? Bu, bir değersizleştirme değil midir? Bu, bizim insanoğluna ve insanoğlunun mahremiyetine, onun bütünlüğüne bir değer atfettiğimizi varsayarsak, bu değerlerle oynamıyor mu? Yani o algıyı da bozmuyor mu?

C: Sanki istediğimiz herkese, her şeyi söylettirebiliriz algısı oluşturuluyor, evet. Bizim benzerimiz olan ve bizim gibi gözüken videolar var şu anda. Çoğu kişi bunu ayırt edemiyor. Yani biz, bu işle ilgilendiğimiz için ayırt ediyoruz ama herkes ilgilenmediği için bilmiyor. Babalarımız, dedelerimiz ayırt edemiyor mesela. Yani… bu bir suç da değil, tuhaflık da değil. İnsanların algılarıyla oynuyorlar. Burada olumsuz bir durum var. Mesela yapay zekâ ile üretilmiş bazı yaşlı amcalara kötü sözler söyletiyorlar. Sokaktaki insan böyle olabilir. Fakat, video çekerken, kamerayı aldığınızda, ses kaydı aldığınızda hiçbir insanı bu kadar rahat konuşturamazsınız. Bu, insanın tabiatına aykırı bir durumdur ama makine bunu kolaylıkla yapıyor. İnsanların “yeni normal” tanımlamasına ihtiyacı olduğunu düşündürtüyor. “Sokak böyleyse ben de böyle davranayım,” diye düşünceler doğuruyor. Yani, affedersiniz, çıplaklığı mesela bir doğal hâl gibi göstermeye çalışıyorlar. Fakat biz, yaradılış olarak evimizde bile çıplak gezmiyoruz ki. Tek başımızayken dahi çıplak değiliz ki. Bu “normali” tanımlarken aslında biraz zorlama bir tanımlama yapıyorlar. Maalesef bir grup insan bundan zarar görecek, biz de dâhil. Bir sezon, bir dönem, bir nesil belki biraz zorlanacak, etkilenecek. Mesela, bir zamanlar ateizmin bir grup insanı alıp götürmesi gibi… O rüzgâra kapılmaya benziyor. Şimdi de, yeni böyle “normallerle” yeni sapkınlıklar üretilebilecek. Resuller bize bunun ispatını vermiş zaten. Resuller döneminde de farklı araçlarla — Samiri’nin buzağısı gibi düşünün — yani illa araçlarla insanları etkileyip yoldan çıkartmak gibi işler yapılacak. Kız çocuklarının diri diri gömülmesi gibi… Böyle birçok sapkın olay, insanların yolunu değiştiriyor ya da İsrailoğullarının çeşitli vesilelerle Resullerin arkasında durmayıp oyun oynamaları, kötü işler yapmaları gibi birçok olay da aynı bu şekilde yürütülüyor. Sadece araçlar farklı, ama amaç aynı. İsrailoğullarının o günkü amacıyla bugünkü amacı arasında hiçbir fark yok. Yani… Allah-u Teâlâ’nın yarattığının üstüne oynanan tüm oyunlar, Kur’an’da ve Resuller’de gösterildiği gibi. Dolayısıyla, çözümleri de orada var zaten. Ha, biz onları görmesek, yani Kur’an’ı okumasak, anlamasak, Resuller’i unutsak dahi Allah-u Teâlâ bu işin peşini bırakmıyor. Ancak bu, bizim görev ve sorumluluklarımızı üstümüzden atmamız için bir gerekçe değil; bir de, hesap veremeyiz. Bu işin böyle bir yönü de var. Yani, bizim “yeni normale” de alışma hakkımız yok. Anlamak, durumu tespit etmek zorundayız. Bazen, o işin içerisinde durup yönlendirmeler yapmak zorundayız ama kabullenme hakkımız yok.

S: Ses, görüntü vb. işleyen yapay zekâ sistemlerinin mahremiyete yönelik riskleri var.
Hocam, biz bu mahremiyete yönelik riskleri nasıl en aza indireceğiz? Nasıl tedbirler alacağız?

C: Mahremiyet, gerçek anlamda eskiden sadece istihbarat ve güvenlik alanlarında var olan bir şeydi. Şimdi ise toplumun kılcal damarlarına kadar inmiş bir sorun olarak devam ediyor. Eskiden, televizyonlar yeni çıkmışken, hani televizyonlara itiraz ettiğimiz bir dönem vardı ya, o dönem çok güzelmiş. Şimdi ise çocuklarımızın telefonda ne izlediklerini, kimlerle görüştüklerini, kimlerle ne yaptıklarını bilmiyoruz. Bu, çok büyük bir tehlike. Önümüze neyin düşeceğini gerçekten bilmiyoruz. Öyle algoritmalar var ki, sizin bilgilerinizi, girdiğiniz çıktığınız her şeyi takip ederek, kim olduğunuzla ilgili çok ciddi bilgilere sahip oluyorlar. Mahremiyetiniz orada çöküyor. Sanıyorum 2013 yılındaydı, yanlış hatırlamıyorsam. Facebook’un CEO’su, “Sizin 68 beğeni yaptığınızda, ideolojik ve cinsel tercihlerinizi %90 doğruluk payıyla tahmin edebiliyoruz,” demişti. Bu, çok büyük bir risk. Mesela LGBT konusunu biz gereğinden fazla büyüttük. Belki dünyada oranı %1 bile değil. Hadi gizli olanları da ekleyelim, %2 olsun. İnsanların %98’i ise bununla uğraşıp durdu. Mesela Twitter’da, beğeniler kısmı üzerinden insan fişlemesi yapılıyor. Sosyal medyada insan fişleme çok yaygın. “Şu hoca karşı görüşte galiba, bir gazeteyi ‘like’lamış,” denilebiliyor mesela. Diyelim ki 20 yıl önce yanlışlıkla bir Facebook hesabından bir şey yazdık ve o hesabı kapattığımızı zannettik. Gerçekten, internette şu anki mevcut algoritmalar — belki daha da gelişmiş seviyelere ulaşmıştır — bu verileri silebiliyor gibi görünse de, durum pek öyle değildir. Dijitalde bir şeyi siz silebilirsiniz ya da o şey, sizin tarafınızdan görünmeyecek şekilde silinebilir. Yani siz görmeyin diye, görünmez hâle getirilebilir ama bu, o verinin tamamen silindiği anlamına gelmez. Bir yerlerde kayıt altındadır. Kayıtların hem çok güçlü hem de yorucu olması nedeniyle, yeni tekniklerle bu kayıtlara alanlar açılıyor. Ancak şunu da açıkça söyleyelim ki herkesin gönlü rahat olsun: Ortalama, sıradan bir insanın hiçbir kaydının tutulmasına ihtiyaç yoktur. Bir yerlere gelebilecek, bir yerlerde önemli iş yaptığı zaman tehdit altında tutulabilecek kişilerin amel defterleri! daha güçlü tutulur.  Yani şimdi, Mehmet abiyle ilgili bir şey tutulmuşsa, o bilgi tutulmuştur. Biz bunu engelleyemeyiz. Fakat, şöyle bir durum da var: Diyelim ki Gevaş ilçesinde yaşayan 25 yaşında bir delikanlı, 10 yıldır sosyal medyayı kullanıyorsa, muhtemelen sıradan bir kişidir.  10 yıl sonra diyelim ki, toplumun önünde önemli bir insan olmuşsa herhalde onun defterini de çıkarıyorlar. Yani, dijital dünyada “kaybolmak” diye bir şey yok. Dijital ortamda hiçbir şey kaybolmuyor. O veriler, kişinin konumuna ve durumuna göre ortaya çıkarılıyor ya da kişi öldüğünde kendiliğinden yok oluyor.

Bir de kişisel alanlarımız var. Telefonlarınızın kameraları, sizin isteminiz dışında da kullanıma dâhil edilebilen araçlardır. Bu kameralar, sadece daha iyi fotoğraflar çekmeniz için çift taraflı yapılmamıştır. Ortalama bir insan bundan çok yararlanabilir, o ayrı bir mesele. İşin başka yüzü de var. Asıl yüzü bu değil. Şu anda siz, telefonunuzu komuta etseniz de etmeseniz de — hatta kapalı tutsanız bile (kapalı derken tamamen elektriği kesilmiş değil, telefon açık durumda olacak) — telefon açıksa, istedikleri anda ve istedikleri yerden sizi izleyebilirler. Hiçbir zorluğu yok bunun. Bu teknolojik olarak da çok basit bir konu. Bu da artık, evlerimizde bile mahremiyetimizin olmadığı anlamına gelir. Ancak bu işi abartmadan, tedbir almak lazım. Bunun sonu gelmez; zira teknolojiyle yaşayamaz hale gelirsiniz. Bir süre sonra bu durum, psikolojik olarak paranoyaya, daha sonrasında ise ciddi olumsuz sonuçlara yol açar. Bir mümin için zaten konuşacağı şeyler her yerde aynı olmalı. Rahat olmalıyız. Elbette bir idarecinin, bir alt seviye memurla aynı şeyi, aynı yerde konuşmasına gerek yok, ama bundan da böyle çekineceğimiz konuşmalar olmaması lazım.

Bunun benzeri şöyle bir şey de var: Bir zamanlar, biliyorsunuz, kaset komploları üretildi. Kişide olmayan şeyler, kasette bir araya getirildi; film teknolojisi gibi. Şimdi deepfake dediğimiz işlerde daha da kötüsü yapılıyor. Bilişim uzmanları dışında kimse bunu fark edemiyor. Zaten fark etmeye de gerek yok; sokakta dedikodunun büyümesi yeterlidir. Görülen şeye inanır insan, onun arkasındaki teknolojiye değil. Ortalama insanın hali budur. Bizim dahi “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.” diyebileceğimiz şeyler olabiliyor. Bu riskler, bu teknolojilerden önceki teknolojilerde de vardı. Şimdi bu, daha da profesyonelleşerek devam ediyor. Yanlış olduğunu bildikleri hâlde inanıyorlar bazen. Çünkü inanmak istiyorlar. Alenen rüşvet görüntüleri de ortaya çıksa fark etmiyor.

S: Hocam, çeşitli algoritmalar kitleleri yönlendiriyor, trend belirliyor, popüler olanı dayatıyor vs. Bunu da sözde rızaya dayalı bir şekilde, biz tercih etmişiz gibi algılıyoruz. Hâlbuki muhataba iki opsiyon sunuluyor. Bunun bir manipülasyon olduğuna dair eleştirileri doğru buluyor musunuz?

C: Sosyal medya algoritmaları, sundukları tercihlerde rızaya dayalı gibi görünen manipülatif bir yapı içeriyor. Eskiden, modernizm döneminde — yani Sanayi Devrimi sonrası, 1789’dan sonraki dönemde — toplumları dize getirmek için dipçik zoruyla hareket ettiler. Kavga ettiler, ittiler, kaktılar. İnsanlar direndi, ideolojiler doğdu. Sistemler birbiriyle kavga eder hâle geldi. Toplumlar içinde farklı gruplar, farklı ideolojiler ve sistemler, kendi tanımlarına uygun kişileri yetiştiremediler. Avrupa’da da öyledir, Amerika’da da öyledir, Rusya’da da öyledir, bizde de öyle. Yani fark etmeden oldu bu; rızaya dayalı değildi çünkü. Dayak üzerine kuruluydu; dipçik zoruydu. Özellikle 80’lerde başlayan postmodern yumuşamanın ardından gelen yeni dönem ise farklıydı. Bu dönemde her şey sizin rızanızla yapılıyor ve herkese deniliyor ki: “Bakın, mantıklı değil mi?” Siz de diyorsunuz ki: “Aa, ne güzel bir şey. Evet, mantıklı.” Peki, bilgin var mı? Hayır. Nasıl mantıklı diyebilirsin ki? Yani ölçülmüş, tartılmış bir bilgin yok ki senin. İlk etapta herkese mantıklı geliyor; çünkü karşınızdaki kişi kötü bir şey söylemiyor. Diyor ki: “Ya, ben zaten senin bilgilerini kullanmayacağım; sadece kenarda tutacağım.” Tutma o zaman! Google gibi, değil mi? Evet, bizden rızası var. Tutma o zaman!

Vallahi, “Bir şey yapmayacağım.” diyor bu kez. Siz de diyorsunuz ki: “Ya, mantıklı değil mi? Rızamı aldı sonuçta.” Çünkü insan davranışlarına, insan fizyolojisine, morfolojiye, her şeye çalışıyorlar.

Mesela bir zamanlar Facebook’ta “20 yaş challenge” diye bir şey yaptılar. Bizim yaşımızdaki insanlar için 20 yaş eğlencesi diyelim. Yirmi yaşındaki resmini koyuyorsun, bir de şimdiki resmini koyuyorsun. Aslında bizim için mükemmel bir eğlence. Eskileri görüyoruz, yeniyi görüyoruz, çocuklarımıza, torunlarımıza gösteriyoruz falan. Bak, çok mantıklı; izaha muhtaç olmayan, gayet basit bir eğlence. Ama sizin morfolojinizi okudular, yapınızdaki değişimleri gördüler. Onun üzerinden bir şeyler yaptılar. Bir şey çıktı mı, çıkmadı mı ayrı bir mesele ama yaptılar. Denediler, başardılar. Çok iyi veri topladılar.

TikTok mesela… Gençlere bir akım, bir filtre çıkarttı. Soyunuyor çocuklar. Fakat filtre onu göstermiyor, tamam da; ekrandan bakana soyunmuş kişiyi göstermiyor. Filtreyi yapan, arkadaki adam görüyor herkesi. Kayıt alıyor. Senin fizyolojinin üzerinde iş yapıyor yani. Senin fizyolojinden büyük bilgiler topluyor. Belki hastalıklarını çıkarıyor, vücut fizyolojindeki problemleri görüyor. Hepsini birleştirdi mi, büyük sonuçlar elde ediyor.