Yapay Zekâ ve İslam, sadece akademik bir inceleme değil, aynı zamanda bir uyanış çağrısı ve sorumluluğu yeniden hatırlatma gayesi taşıyor.
Betül ZEYREK

Yapay zekâ, 20. yüzyılın ortalarından itibaren insanlığın olduğu her alanı kuşatmaya başlamıştır. Çağımızın en büyük bilimsel gelişmelerinden biri olarak, insan hayatını derinden etkisi altına alan bir değişim ve dönüşüm sürecini başlatmıştır.
İnsanoğlu bu dünyaya bazı sorumlulukları yüklenmek, emanete sahip çıkmak için gönderilmiştir. Yapay zekâ ise bu sorumluluğu ve imtihanı daha da ağırlaştırarak arttırmış durumdadır. Çünkü insanoğlu teknolojiyi geliştirirken, kendi ahlaki değerlerini de ürününe yansıtarak kullanır. Eğer ürettiği ürünü adaleti sağlamak, bilgiyi kolaylaştırmak ve bilgiye erişimi arttırmak gibi insanlığa fayda sağlamak için kullanırsa, yaptığı şey hem ibadet hem de Allah’ın insanlara verdiği aklı doğru kullanmanın şükrü olur. Eğer ürettiği ürünü insanları dolandırmak, sömürmek, insanlığın onurunu zedeleyici şekilde kullanmak, dinin manevi değerlerini yok saymak gibi nedenlerden dolayı kullanırsa, o zaman kendi elleriyle insanlığı kötüye sürüklemiş ya da yönlendirmiş olur. Bu da hem ahlaki değerlere hem de yaratılma gayesine ters düşer. Yaptığımız seçimler bizim kendi sorumluluğumuz altındadır. Bu yüzden, yapay zekâ insan hayatını kolaylaştırsa da sorumluluğu asla ortadan kaldırmaz. Bunun bilincinde olarak, teknolojiyi sonuna kadar kullanmak gerekir.
Yapay zekâ, Müslüman için hem büyük bir nimet hem de büyük bir imtihan sebebidir. Çünkü asıl mesele teknoloji değil; onun nasıl ve ne şekilde kullanıldığıyla alâkalı bir durumdur. İnsan, Allah’ın verdiği aklı ve bilgiyi nasıl yönlendireceğini belirlerken yapay zekâ ile İslam arasındaki en güçlü bağ da işte burada ortaya çıkar: emanet bilinci, sorumluluk ve adalet.
Yapay zekâ ile ilgili sayfalar dolusu yazı yazılabilir, tartışmalar yapılabilir. Kısaca fikrimi beyan ettikten sonra, bu konu ile alakalı yapılmış bir çalışmadan bahsedeceğim: “YAPAY ZEKÂ ve İSLAM”
İnsan, ilk defa kendisine benzer şekilde düşünen, hesap yapan, karar veren bir “ŞEY” ile karşı karşıya. Bu karşılaşma, sadece teknik bir ilerlemenin değil, aynı zamanda varoluşsal bir sorgunun kapısını aralıyor. Prof. Dr. Mehmet Bülgen’in editörlüğünü üstlendiği “Yapay Zekâ ve İslam” isimli eser, tam da bu kapının eşiğinde, insanın geleceğe dair endişeleriyle inanç dünyasının birikimini buluşturuyor. Bu kitabı asıl önemli kılan şey ise Türkiye’de İslâmî perspektiften yapay zekâ konusunu ele alan ve sistematik biçimde tartışan ilk kapsamlı çalışma olarak alanındaki boşluğu dolduruyor olmasıdır. Hatta bu alanda yapılacak olan çalışmalar için örnek teşkil edeceğini düşünüyorum.
İlk baskısını Ocak 2025 yılında yapan kitap, Timaş Yayın Grubu tarafından Akademi – İlahiyat/Felsefe grubundan okuyucuya sunulmuştur. Yazar kadrosu; ilahiyat, felsefe ve mühendislik alanlarından akademisyenlerden oluşuyor. Böylece kitap, tek boyutlu bir teknoloji eleştirisi olmaktan çıkıyor ve tüm bu alanların da yer aldığı ortak bir tartışma zeminine dönüşüyor.
Eser, teknolojiyi ne tamamen reddediyor ne de sınırsız bir güç yükleyerek kutsallaştırıyor. Aksine, okuyucudan, bakış açısını bilinçli bir şekilde kullanarak, İslami düşüncenin perspektifinde ahlaki değerlerden ve varoluşsal sebebinden vazgeçmeden geleceği yeniden şekillendirmeyi öneriyor. Bu yönüyle Yapay Zekâ ve İslam, sadece akademik bir inceleme değil, aynı zamanda bir uyanış çağrısı ve sorumluluğu yeniden hatırlatma gayesi taşıyor.
Kitabın bazı bölümlerde akademik dilin çok fazla kullanılmış olması, genel okuyucu kitlesini zorlayabilir. Teorik yoğunluğunun fazla olması, genel çerçeve olarak olumlu gibi gözükse de günlük hayatın pratiklerinden fazla örnekleme bulunmadığı için yetersiz kalmış diyebilirim. Daha fazla olay incelemelerine yer verilse, daha anlaşılır olabilir diye düşündüm. Ayrıca bu konuda yaşanan sorunlar ön plana çıkartılıp incelenmiş; fakat çözüm noktasında çok fazla alternatife yer verilmemiştir. Bu durum kitabın amacını gölgeliyor mu? ASLA! Kitap, her yönü ile insana kendini, iradesini ve sorumluluklarını hatırlatarak, kendini revize etmesi gerektiğini vurguluyor.
Yapay zekâ teknolojilerinin ibadet, ahlak ve toplumsal düzen üzerindeki etkilerini günümüz örnekleriyle ele alması, eseri çağdaş bir kaynak haline getirmiş oluyor. Özellikle ibadet ve simülasyon ilişkisi üzerinde durularak; namazın, haccın ve kutsal yolculukların dijital taklide indirgenmesi, “hakikat” ve “temsil” anahtar kelimeleri etrafında birbirinden farklı ve kıymetli soruları insanın aklına getirmiştir. Hatta kitabın ana gayesini, bunlar üzerinden yapılan araştırmalar oluşturmaktadır.
Bu esere, tek boyutlu bir teknoloji eleştirisi demek yanlış olacaktır. Kitap, teknolojiyi dinî bir süzgeçten geçirerek hem imkânlarını hem de tehditlerini gündeme getirerek günümüz problemlerine olan hâkimiyetini de göstermiş oluyor. Oldukça fazla kaynak taraması yapılmış; ayetlerden ve hadislerden de dayanaklar sunularak, kapsamlı bir eser ortaya çıkarılmıştır.
Sonuç olarak, yapay zekâ toplumun her kesimini etkisi altına alarak hızla gelişmesini sürdürecektir. Bu gelişmeden, insanın dinî değerleri ve inanç sistemi de etkilenecektir. Amaç, teknolojiyi bu minvalde yeniden ele almaktır. Çünkü sen teknolojiyi yönetmezsen, teknoloji seni yönetir ve o yaşamın bir parçası olursun. Bakış açısını geliştirerek; gelişen dünya düzenini, kendi sorumluluk ve değerlerini göz ardı etmeden, sonuna kadar teknolojiyi kullanarak yönetebileceğimiz, hâlihazırda kullanılan bir teknoloji var. Dolayısıyla, teknolojiyi yönetmek için sınırsız imkânlara yahut doğaüstü güçlere de gerek yok.
İnsanın özgür iradesi, niyeti ve ahlaki tercihleri; yapay zekânın insanlığa katkısını veya zararını belirleyecektir. Bu nedenle İslam, yapay zekâya ilişkin tartışmalarda ahlaki değerlerin, adalet ilkesinin ve sorumluluk bilincinin merkeze alınmasını gerekli görmektedir. “Sözün özü: “Âlim robot” yapmak da “zâlim robot” yapmak da insanoğlunun kendi elindedir.” (syf.43)