Yoksulluk kültürünün bireyler tarafından içselleştirilmesi, zamanla yoksulluğun normalleşmesine ve sorgulanmamasına yol açar. Bu süreçte birey, yoksulluğu bir kimlik hâline getirir; kendi potansiyelini küçümser, değişim ihtimalini reddeder ve mevcut durumunu kabullenir. Bu durum, yoksulluğun yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyolojik bir sorun olduğunu gösterir.
Kadir CANATAN
Prof. Dr., İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü

Yirminci yüzyılda teknolojik ilerlemeler, küreselleşme ve ekonomik büyüme birçok toplumda refah seviyesini artırmış gibi görünse de yoksulluk hâlâ milyarlarca insanın hayatını doğrudan etkileyen temel bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Yoksulluk yalnızca ekonomik bir eksiklik değil; aynı zamanda sosyal dışlanma, fırsat eşitsizliği, psikolojik baskı ve kültürel izolasyon gibi çok boyutlu etkileri olan karmaşık bir olgudur. Dünya Bankası’nın verilerine göre, hâlâ yüz milyonlarca insan günde birkaç dolardan az bir gelirle yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Bu durum, yoksulluğun sadece gelişmekte olan ülkelerin değil, gelişmiş toplumların da çözüm aradığı küresel bir mesele olduğunu göstermektedir.
Yoksulluk, tek bir biçimde tezahür etmez; farklı türleri ve görünümleri vardır. Bu türleri anlamak, yoksulluğun nedenlerini ve sonuçlarını daha derinlemesine analiz edebilmek açısından kritik öneme sahiptir. Başlıca yoksulluk türleri şunlardır:
Mutlak yoksulluk, bireyin temel yaşam ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık hizmetleri, temiz su gibi) karşılayamayacak düzeyde gelir ve kaynaklara sahip olmamasıdır. Bu tür yoksulluk, hayatta kalma mücadelesiyle doğrudan ilişkilidir ve genellikle uluslararası ölçütlerle tanımlanır.
Göreli yoksulluk, bireyin yaşadığı toplumun genel yaşam standartlarının altında bir yaşam sürmesi durumudur. Örneğin, bir kişi temel ihtiyaçlarını karşılayabiliyor olsa da toplumun genel refah düzeyine kıyasla dışlanmış ve dezavantajlı hissedebilir. Bu tür yoksulluk, sosyal eşitsizlik ve adaletsizlikle yakından ilişkilidir.
Yoksulluğun mekânsal boyutu da önemlidir. Kentsel yoksulluk, şehirlerde yaşayan bireylerin yüksek yaşam maliyetleri, işsizlik ve barınma sorunlarıyla mücadele etmesini ifade ederken, kırsal yoksulluk, tarım dışı gelir kaynaklarının sınırlılığı, altyapı eksikliği ve eğitim olanaklarının yetersizliği gibi faktörlerle şekillenir. Ekonomik yoksulluğun ötesinde, bireylerin bilgiye erişim eksikliği, eğitim olanaklarından mahrum kalmaları ve kültürel gelişimlerinin sınırlanması da bir yoksulluk biçimidir. Bu tür zihinsel ve kültürel yoksulluk, bireyin potansiyelini gerçekleştirmesini engeller ve toplumsal gelişimi sekteye uğratır.
“Yoksulluk Kültürü” Kavramının Teorik Çerçevesi ve Tarihsel Gelişimi
Yoksulluk yalnızca ekonomik bir durum değil, aynı zamanda bireylerin davranışlarını, değerlerini ve yaşam biçimlerini şekillendiren bir kültürel yapıdır. Bu yaklaşım, özellikle antropolog Oscar Lewis’in 1950’li yıllarda ortaya koyduğu “yoksulluk kültürü” (culture of poverty) kavramıyla akademik literatürde yer bulmuştur. Lewis’e göre, uzun süreli yoksulluk içinde yaşayan bireyler ve topluluklar, zamanla kendilerine özgü bir yaşam tarzı geliştirirler. Bu yaşam tarzı; çaresizlik, güvensizlik, kadercilik ve toplumsal dışlanma gibi unsurlarla örülüdür.
Oscar Lewis, Meksika ve Porto Riko’da yaptığı saha araştırmaları sonucunda, yoksulluğun yalnızca maddi eksiklikten ibaret olmadığını, aynı zamanda bireylerin düşünce biçimlerini ve sosyal ilişkilerini etkileyen bir kültürel kalıp olduğunu ileri sürmüştür. Lewis’e göre yoksulluk kültürü şu özellikleri taşır:
- Geleceğe dair plan yapmama: Yoksul bireyler, belirsizlik ve güvensizlik nedeniyle uzun vadeli hedefler belirleyemez.
- Kadercilik: Bireyler, içinde bulundukları durumu değiştiremeyeceklerine inanır.
- Kurumsal güvensizlik: Devlet, eğitim ve sağlık gibi kurumlara karşı güvensizlik gelişir.
- Aile yapısında bozulma: Tek ebeveynli aileler, erken yaşta evlilikler ve çocuk işçiliği yaygındır.
- Toplumsal dışlanma: Yoksul bireyler, toplumun genelinden soyutlanmış hisseder.
Lewis’in bu yaklaşımı, yoksulluğun kuşaktan kuşağa aktarılmasını açıklamak açısından önemli bir teorik temel sunar. Ancak bu teori, zamanla bazı eleştirilerle de karşılaşmıştır.
Eleştiriler ve Alternatif Yaklaşımlar
Yoksulluk kültürü teorisi, bazı çevrelerce “yoksulluğu bireyin suçu gibi göstermek”le eleştirilmiştir. Eleştirmenler, yapısal faktörlerin (eğitimde fırsat eşitsizliği, işsizlik, ayrımcılık, ekonomik politikalar) göz ardı edilmemesi gerektiğini savunmuşlardır. Bu bağlamda, yoksulluğun kültürel değil, sistemik nedenlerle sürdüğünü ileri süren yaklaşımlar da gelişmiştir. Örneğin, Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nün “habitus” kavramı, bireylerin içinde bulundukları sosyal çevreye göre davranış kalıpları geliştirdiğini ve bu kalıpların ekonomik koşullarla şekillendiğini savunur. Bu yaklaşım, yoksulluğun kültürel yönünü reddetmeden, onu daha geniş bir sosyolojik bağlamda ele alır.
Yoksulluk kültürünün bireyler tarafından içselleştirilmesi, zamanla yoksulluğun normalleşmesine ve sorgulanmamasına yol açar. Bu süreçte birey, yoksulluğu bir kimlik hâline getirir; kendi potansiyelini küçümser, değişim ihtimalini reddeder ve mevcut durumunu kabullenir. Bu durum, yoksulluğun yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyolojik bir sorun olduğunu gösterir.
İçselleştirilmiş Yoksulluğun Etkileri
1.) Bireysel Düzeyde Etkiler
İçselleştirilmiş yoksulluk yaşayan bireyler, zamanla kendi potansiyellerine olan inançlarını yitirir. Örneğin, bir genç “Bizim mahalleden kimse üniversiteye gitmez.” diyerek eğitim hedeflerinden vazgeçebilir. Bu tür düşünceler, bireyin kendini değersiz hissetmesine ve yaşamdan beklentilerini azaltmasına yol açar.
Yoksulluk içselleştirildiğinde, birey içinde bulunduğu durumu değiştiremeyeceğine inanır. Örneğin, bir işsiz birey “Zaten kimse beni işe almaz.” diyerek iş aramaktan vazgeçebilir. Bu pasif tutum, bireyin toplumsal hayata katılımını sınırlar.
İçselleştirilmiş yoksulluk, bireyin eğitim ve kişisel gelişim fırsatlarını değerlendirmemesine neden olur. Örneğin, bir çocuk okulda başarısız olduğunda ailesi “Bizim soyumuz okumaz.” diyerek durumu normalleştirebilir. Bu yaklaşım, kuşaklar arası yoksulluğun sürmesine zemin hazırlar.
2.) Toplumsal Düzeyde Etkiler
İçselleştirilmiş yoksulluk, bireylerin toplumun genelinden soyutlanmasına neden olur. Örneğin, bir mahallede yaşayan insanlar şehir merkezindeki etkinliklere katılmaktan çekinebilir; “Bizim oraya gitmemiz garip olur.” gibi düşüncelerle kendilerini dışlanmış hissederler.
Bu kültürel yapı, yoksulluğun bir döngü hâlinde nesilden nesile aktarılmasına neden olur. Örneğin, bir ailede anne ve baba eğitim almamışsa, çocukların da eğitim alma ihtimali düşer. Bu durum, yapısal eşitsizlikleri daha da derinleştirir. İçselleştirilmiş yoksulluk, bireylerin sosyal sınıflar arasında yükselmesini zorlaştırır. Örneğin, bir birey iş kurma fikrini “Bizden patron olmaz.” diyerek reddedebilir. Bu tür düşünceler, ekonomik kalkınmanın önünde psikolojik bir engel oluşturur.
Türkiye’de Bir Tartışma: Sosyal Yardım Politikaları Yoksulluk Kültürü Yaratıyor Mu?
Türkiye’de son yıllarda sosyal yardım politikaları, özellikle düşük gelirli kesimlerin yaşam standartlarını korumak ve temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yaygın biçimde uygulanmaktadır. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın yürüttüğü nakdi yardımlar, gıda ve barınma destekleri, eğitim bursları ve sağlık hizmetleri gibi uygulamalar, milyonlarca yurttaşın hayatında doğrudan etkili olmuştur. Ancak bu yardımların uzun vadeli etkileri konusunda kamuoyunda ve akademik çevrelerde önemli bir tartışma yaşanmaktadır: Yardımlar, bireyleri güçlendiriyor mu, yoksa onları bağımlı hâle getirerek yoksulluk kültürünü pekiştiriyor mu?
Bir görüşe göre, sürekli ve koşulsuz yardımlar bireylerin üretkenliğini azaltmakta, çalışmaya yönelik motivasyonlarını zayıflatmakta ve yoksulluğu bir yaşam biçimi hâline getirmektedir:
- Bağımlılık Riski: Yardımların sürekliliği, bireylerde “Devlet bakar.” anlayışını pekiştirerek kendi yaşamlarını dönüştürme çabasını azaltabilir.
- Pasif Vatandaşlık: Bu görüşe göre, yardım alan bireyler zamanla toplumsal sorumluluklardan uzaklaşır, karar alma süreçlerine katılım göstermez ve edilgen bir vatandaşlık geliştirir.
- Siyasi Bağlılık ve Yardım İlişkisi: Bazı eleştirmenler, yardımların siyasi sadakati artırmak için kullanıldığını ve bu durumun demokratik katılımı zayıflattığını ileri sürmektedir.
Bazı akademik çalışmalar, uzun süreli yardım alan bireylerin iş gücüne katılım oranlarının düşük olduğunu ve bu durumun kuşaklar arası yoksulluğu besleyebileceğini göstermektedir.
Karşıt görüşe göre, sosyal yardımlar bireylerin temel ihtiyaçlarını karşılayarak onları hayata tutundurur, sosyal dışlanmayı önler ve fırsat eşitliği sağlar:
- İnsani Müdahale: Yoksullukla mücadelede yardım politikaları, bireylerin temel haklarını korumak için gereklidir. Açlık, barınma ve sağlık gibi temel ihtiyaçlar karşılanmadan bireyin gelişimi mümkün değildir.
- Geçici Destek Mekanizması: Yardımlar, bireyin kriz dönemlerinde ayakta kalmasını sağlar ve uzun vadede eğitim, istihdam gibi alanlara yönelmesini kolaylaştırır.
- Toplumsal Adaletin Tesisi: Bu görüşe göre, sosyal yardımlar gelir dağılımındaki eşitsizlikleri azaltarak daha dengeli bir toplum yaratır.
Birçok örnek, eğitim bursları sayesinde üniversiteye giden gençlerin, ailelerinin yoksulluk döngüsünü kırdığını ve toplumsal hareketliliği sağladığını göstermektedir.
Bu tartışma, sosyal yardım politikalarının yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve siyasal etkilerini de gündeme getirmektedir. Yardımların yoksulluk kültürünü besleyip beslemediği; uygulama biçimi, sürekliliği, koşulları ve eşlik eden destek mekanizmalarına bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Bu konuda çok az sayıda yapılan akademik çalışma, sosyal yardımların uzun vadeli etkilerinin olumsuz olduğunu ortaya koymaktadır.
Kenan Şahin’in (2023) çalışması, Türkiye’de uygulanan sosyal yardım politikalarının yoksulluğu tamamen ortadan kaldırmaktan ziyade onun etkilerini hafifletmeye yönelik olduğunu savunmaktadır. Literatür taraması yöntemiyle yürütülen bu analizde, Türkiye’nin sosyal yardım sistemleri OECD ülkeleriyle karşılaştırılmış; özellikle yardımın kapsamı, sürdürülebilirliği ve hedef kitleye ulaşma başarısı değerlendirilmiştir. Çalışma, sosyal yardımların kısa vadeli rahatlama sağladığını ancak kalıcı çözüm için yeterli olmadığını vurgulamaktadır.
Mehtap İpek Dedeoğlu (2022) doktora tezinde, sosyal yardımların yoksulluk üzerindeki etkisi kamu yönetimi perspektifinden ele alınmıştır. Dedeoğlu, yoksulluğun ölçüm yöntemlerini, yardım türlerini ve bu yardımları uygulayan kurumları detaylı biçimde incelemiştir. Tezin temel bulgusu, sosyal yardımların bireylerin yaşam kalitesini artırdığı yönündedir. Ancak bu yardımların yapısal dönüşüm yaratmadığı, yani bireyleri uzun vadede yoksulluktan çıkarmakta yetersiz kaldığı ifade edilmektedir. Yardımların geçici bir destek sunduğu, fakat ekonomik ve sosyal kalkınma için daha kapsamlı stratejilere ihtiyaç olduğu vurgulanır.
Mersin Üniversitesi’nde Rabia Dal & Nurcan Temiz (2023) tarafından hazırlanan bir yüksek lisans tezine dayalı makalede, sosyal yardım harcamaları ile yoksulluk oranı arasındaki ilişki zaman serisi analiziyle incelenmiştir. Araştırma sonuçlarına göre, sosyal yardımlar yoksulluk oranını doğrudan azaltmamakta; ancak yoksulluğun etkilerini hafifletici bir rol üstlenmektedir. Ayrıca çalışmada, sosyal yardım harcamalarının Türkiye’nin milli gelir içindeki payı da değerlendirilmiş ve bu harcamaların ekonomik sürdürülebilirliği tartışılmıştır. Yardım kurumlarının etkinliği, erişim kapasitesi ve denetim mekanizmaları da analiz edilmiştir.
İçselleştirilmiş Yoksulluktan Çıkış: Eğitim, Farkındalık ve Politika
İçselleştirilmiş yoksulluk, bireyin zihninde kök salmış bir çaresizlik duygusudur. Bu duygunun kırılması, yalnızca ekonomik destekle değil; aynı zamanda zihinsel, sosyal ve kültürel dönüşümle mümkündür. Bu dönüşümün temel taşları eğitim, farkındalık ve kapsayıcı sosyal politikalardır.
1.) Eğitim Yoluyla Güçlenme
Eğitim, bireyin kendini tanıması, potansiyelini keşfetmesi ve toplumsal hayata katılması açısından en güçlü araçtır. Özellikle dezavantajlı bölgelerde sunulan nitelikli eğitim, yoksulluk kültürünü kırabilir. Türkiye’de bazı belediyelerin açtığı ücretsiz etüt merkezleri sayesinde, düşük gelirli ailelerin çocukları üniversiteye hazırlanma imkânı bulmuş ve sosyal hareketlilik sağlanmıştır. Eğitimli bireyler, yoksulluğu sorgular, alternatif yaşam biçimleri geliştirir ve kendi çocuklarına farklı bir gelecek sunabilir.
2.) Farkındalık ve Psikososyal Destek
Yoksulluğun içselleştirilmiş biçimi, bireyin zihinsel dünyasında yer eder. Bu nedenle psikolojik destek, farkındalık çalışmaları ve toplumsal dayanışma mekanizmaları büyük önem taşır. Kadınlara yönelik düzenlenen “kendini ifade etme” atölyeleri, özgüven kazandırarak sosyal hayata katılımı artırabilir. “Seninle Başarabiliriz” gibi motivasyon odaklı projeler, bireylerin kendilerini yalnız hissetmemelerini sağlar.
3.) Kapsayıcı Sosyal Politikalar
Devletin ve yerel yönetimlerin uyguladığı sosyal politikalar, içselleştirilmiş yoksulluğun kırılmasında kritik rol oynar. Bu politikalar, bireyin yalnızca ekonomik değil, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını da gözetmelidir. İstihdam garantili meslek kursları, bireylerin hem beceri kazanmasını hem de işgücüne katılmasını sağlar. Güvenli konut ve erişilebilir sağlık hizmetleri, bireyin yaşam kalitesini artırarak yoksulluğun normalleşmesini engeller.
4.) Rol Modeller ve Başarı Hikâyeleri
Toplumda benzer koşullardan çıkıp başarıya ulaşan bireylerin hikâyeleri, içselleştirilmiş yoksulluğun çözülmesinde ilham verici olabilir. “Gecekondu mahallesinden çıkan doktor” gibi örnekler, gençlerin hayal kurmasını ve çaba göstermesini teşvik eder.
Kaynakça
Bourdieu, P. (1990). The Logic of Practice. Stanford University Press.
Dedeoğlu, M. İ. (2022). Sosyal yardımların yoksulluk üzerindeki etkisi: Kamu yönetimi perspektifi (Doktora tezi).
Dal, R., & Temiz, N. (2023). Sosyal yardım harcamaları ile yoksulluk oranı arasındaki ilişki: Türkiye örneği. Mersin Üniversitesi.
Lewis, O. (1966). La Vida: A Puerto Rican Family in the Culture of Poverty—San Juan and New York. Random House.
Şahin, K. (2023). Türkiye’de sosyal yardım politikalarının yoksulluk üzerindeki etkileri: OECD ülkeleriyle karşılaştırmalı bir analiz.
