Bize göre din İslam olduğundan, İslam Allah tarafından gönderildiğinden insan ve toplumun ihtiyaçlarını dikkate alan ve bunları gideren emirler ve yasaklar konmuştur. Ahlak da büyük ölçüde din kaynaklıdır. Ahlaki esaslar İslam’ın temel iki kaynağı olan Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin sözleri ve davranışlarından çıkarılır. Hukuk da, ister şer’î ister beşerî hukuk olsun, bireyin ve toplumun menfaat ve maslahatı gözetilerek yapıldığından iktisadi ve mali denge daima dikkate alınır. Bu üçlüye, örf ve âdeti de ilave edebiliriz.
Mustafa ÖZEL
Prof. Dr., FSMVÜ

Toplumda yaşanan hadiseleri doğuran sebepler vardır. Bunlar zaman ve zemine göre değişiklik arz ederler. Ama her olumsuz durumun ortaya çıkmasında asla değişmeyen bir unsur varsa o, insandır. İnsan, Kitabımızda haber verildiği üzere zayıf bir varlıktır (Nisâ, 28). Bu zayıflık, onu kendi sınırlarını aşmaya, başkasının sınırlarını ihlal etmeye, haksızlığa, hukuksuzluğa, kural tanımazlığa iter. Eğer bu duruma dışarıdan, üst makamlar tarafından müdahale edilmezse, toplumsal katmanlar arasında çatlaklar oluşur, dengesizlikler meydana gelir, telafisi ve tedavisi zor sonuçlar doğar.
Her insanın sahip olduğu haklardan biri, hayat hakkıdır. Hayat hakkını sağlayan unsurların başında ise hayatını idame ettirecek bir gelire sahip olmak gelmektedir. Buna bağlı olarak da Allah’ın insanlara bahşettiği nimetlerin belli bir oranda paylaşılması, dağıtılması ve üleşilmesi gelir. Her insan elbette zekâ, akıl, fıtrat vb. açılardan farklıdır. Bu farklılıklar onun çalışma hayatını, dolayısıyla kazancını doğrudan etkiler. İş üretmek, iş çıkarmak, işi takip etmek, tarlayı ekip biçmek, plan ve programlı olmak, iş hayatında yerinde ve doğru kararlar vermek gibi fiiller, insanın çalışma hayatını doğrudan ve derinden etkileyen unsurlardan bazılarıdır. Şunu demek istiyorum kısacası: İnsanların kazanç ve gelirlerinin farklı olması gayet tabiidir. Ancak tabii olmayan, insanların haklarına razı olmayıp hak ettiklerinden fazlasına talip olmaları, bu taleplerinin peşinde koşarken de önüne çıkanları ezip geçmeleridir.
Toplumsal hayatta zengin ve fakir insanların olması, hayatın tabii akışındandır. Burada üzerinde durulması gereken nokta, varsıllarla yoksullar arasındaki makasın büyük olmasıdır. Bu noktada yöneticilerin devreye girerek toplumsal adaleti sağlayacak tedbirleri alması beklenir. Devlet veya hükümet denen erk, idaresi altında bulunanlar içinde ve arasında iktisadi bir ölçü ve denk kuramazsa, bir ahenk tutturamazsa, kurduğunda bunu sürdüremezse toplumda kaos çıkar, kargaşa meydana gelir, düzen bozulur.
İslam, sosyal bir din olması hasebiyle, toplumda bireyler arasında iktisadi manada makasın açılmaması için mali ibadetlere ayrı bir ehemmiyet verir. Kur’an-ı Kerim’de bedeni bir ibadet olan namazla mali bir ibadet olan zekât, çoğu yerde birlikte, arka arkaya anılır (msl. Bakara, 110; Mâide, 55; Tevbe, 71). Zekâtın yanı sıra üzerinde durulan ve zorunlu olmayan ancak sık sık hatırlatılan, inananların dikkati çekilen diğer bir konu da infaktır. İnfak, DİA’da “Allah’ın hoşnutluğunu elde etme amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, muhtaçlara aynî ve nakdî yardımda bulunması” olarak tanımlanmıştır. İnfakta bulunmanın yeri, zamanı ve miktarı yoktur. Ayetlerde konu anlatılırken üç husus öne çıkar: Allah’ın rızık olarak verdiklerinden infak etmek (msl. Bakara, 3; Nisâ, 39; Fâtır, 29), Allah yolunda infak etmek (msl. Bakara, 262; Enfâl, 60; Muhammed, 38; Hadîd, 10) ve bu manaya yakın olarak Allah rızası için vermek (msl. Bakara, 272; Bakara, 265).
İnsanlar arasında ahenk ve uyumu sağlayan unsurlar din, ahlak ve hukuktur. Bize göre din İslam olduğundan, İslam Allah tarafından gönderildiğinden insan ve toplumun ihtiyaçlarını dikkate alan ve bunları gideren emirler ve yasaklar konmuştur. Ahlak da büyük ölçüde din kaynaklıdır. Ahlaki esaslar İslam’ın temel iki kaynağı olan Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin sözleri ve davranışlarından çıkarılır. Hukuk da, ister şer’î ister beşerî hukuk olsun, bireyin ve toplumun menfaat ve maslahatı gözetilerek yapıldığından iktisadi ve mali denge daima dikkate alınır. Bu üçlüye, örf ve âdeti de ilave edebiliriz.
İnsanlık tecrübesi göstermektedir ki, insanı dizginlemek zordur. Çünkü:
1- İnsan, hırslı bir varlıktır. Hırs onu yoldan çıkarmakta, benmerkezciliğe itmekte, egoist olmaya teşvik etmektedir. “Âdemoğlunun iki vadi dolusu altını olsa, üçüncüsünün de olmasını ister.” hadis-i şerifi (Müslim, Zekât, 116.), bu durumu net olarak ortaya koymaktadır. Burada şu kutlu sözü de analım: “Cimrilikten sakının! Çünkü cimrilik, sizden öncekileri birbirlerinin kanını dökmeye ve kendilerine haram kılınanları çiğnemeye sevk ederek helâk etti.” (Müslim, Birr, 56).
2- İnsan, kibirli bir varlıktır. Kibir, kötülüğün ve nankörlüğün mücessem hale geldiği iblisle özdeşleşmiş bir kavramdır. Hz. Adem’e secde etmemesi, onun kıymet ve azametini kabul etmemesi, bu sebeptendir. Kibir, sahibini istiğnaya (Allah dâhil, hiçbir varlığa muhtaç olmama) duygu ve düşüncesine götürür. Oysa buna sahip olan (müstağni olan) yegâne varlık, Allah’tır (c.c.). Kibir insanı şirke, İslam dairesinin dışına götürür. Şu peygamberî uyarıyı dikkate almak hepimizin boynuna borçtur: “Bir kimse kibirlene kibirlene sonunda zalimler grubuna kaydedilir. Böylece zalimlere verilen ceza ona da verilir.” (Tirmizî, Birr 61).
3- İnsan, mala mülke düşkün bir varlıktır. Şu ayet-i kerime (Âdiyât, 8), bu hususu çok açık olarak ifade etmektedir: “O (insan) mala ne de çok düşkündür!”. Fecr suresinde, 15. ayet ve sorasında insan psikolojisi anlatılmaktadır. Burada zikredilen bir ayetin (Fecr, 20) meali şöyledir: “Malı ne kadar da çok seviyorsunuz!” İnsanın mala olan düşkünlüğüne ve bunun anlamsızlığına işaret şu hadisi de anmakta fayda var: “Âdemoğlu, malım malım deyip duruyor. Ey âdemoğlu! Yiyip tükettiğin, giyip eskittiğin veya sadaka olarak verip sevap kazanmak üzere önden gönderdiğinden başka malın mı var ki!” (Müslim, Zühd 3-4).
4- İnsan, fakirlik korkusuyla yaşar. Bu duygu ve endişe, onu hayır hasenatta bulunmaktan, iyilik yapmaktan, yardım etmekten uzak tutar. Hâlbuki mülkün sahibi Allah’tır (c.c.), herkese rızkı veren O’dur. Verdiği rızkı kendisi doğrudan vermez elbette, birilerini vesile kılar, birileri üzerinden verir. Bu bağlamda şu iki ayet, dikkate değerdir: “Şeytan içinize yoksulluk korkusu düşürür ve çirkin şeyler yapmanızı emreder.” (Bakara, 268). “Eğer yoksulluktan korkarsanız, Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar.” (Tevbe, 28)
Şimdi, yukarıda örnek olarak saydığımız bu olumsuz vasıfları ortadan kaldırmanın yolu nedir, sorusunun cevabına bakalım. Sözü fazla uzatmadan kısaca maddeler halinde cevabı verelim.
1- İnsan, ölümlü bir varlık olduğunu aklından çıkarmamalıdır. Dolayısıyla sahip olduğu her şey, bir gün elinden çıkıp gidecektir. Daha doğrusu, başkalarına kalacaktır. Bu bakımdan bu dünyadan ayrıldıktan sonra arkasından iyilikle, güzellikle anılmasını önemsemelidir. Bu duygu ve düşünce onu elindekileri, bunlara sahip olmayanlarla paylaşmaya sevk edecektir.
2- İnsan, paylaşmanın mutluluk olduğunu unutmamalıdır. İnsanlar çeşitli vesilelerle, farklı davranışlarla mutlu olurlar. Bunlar içinde sahip olduklarımızdan vererek, elimizdekileri paylaşarak elde edilen mutluluğun ayrı bir yeri ve ehemmiyeti vardır. Bu duygu ve anlayışı, her yerde herkese yaymak gerekmektedir.
3- İnsan, hemcinslerine sahip çıktığı oranda insandır. Bu sahip çıkış psikolojik, ekonomik, sosyolojik vb. açılardan olabilir. Toplumdaki her bireyin ihtiyacı farklıdır. Aslında herkes bir şeye, birine muhtaçtır. Toplumda hiçbir şekilde hiç kimseye, hiçbir şeye muhtaç olmayan hiç kimse yoktur. Ekonomik durumu iyi olan, ruhsal olarak bir ihtiyaç içinde olabilir. Hiç kimse eksiksiz, tam, mükemmel değildir. Binaenaleyh her insan mutlaka başka bir insana muhtaçtır. Çevremize bu gözle baktığımızda, sorumluk ve görev hissimiz artar.
4- Her insan düzenli infak yapma, hayır hasenatta bulunma plan ve programı yapmalıdır. Bu plan, elbette her bir insanın ekonomik durumuna göre olacaktır. Gelir ve kazanç arttıkça, bu oran katlanarak artırılmalıdır. Bu oranı elbette herkes kendi iç dünyasında, vicdanında belirleyecektir.
5- Birilerine mali destekte bulunmanın kolay olmadığını, bunun fıtratla, yaratılışla bir ilgi ve alakasının olduğunu elbette unutmuyoruz. Nefsimizin, iç varlığımızın bizi engellemeye çalıştığını ihmal etmeden ona rağmen, aile bireylerimizin, yakınlarımızın ve çevremizin, “Sen çalışıp kazanıyorsun, onlar da çalışıp kazansın, âlemin enayisi sen misin!” gibi yoldan çıkarıcı sözlerine itibar etmemek gerektiğini daima aklımızda tutmalıyız. Bu tür söz ve düşüncelerin şeytanın iğvası, yoldan çıkarma, iyilikten ve doğrudan saptırma gayreti olduğunu unutmamak lazım. Yapılan yardım ve iyiliğin, her şeyden önce kendimize rağmen kendimize yaptığımız daima hatırda tutulmalıdır.
Yukarıda söylediklerimizi kısaca toparlamak istersek şöyle diyebiliriz: Toplumdaki sosyal adaletsizliğin, yoksulluğun temelinde ahlaki sorun/lar vardır. Yoksulluk, ahlaki bir sorundur. Parayı, maddeyi putlaştıranların her türlü ahlaki kuralı hiçe saymaları, burada mühim bir yer tutmaktadır. İnsanın, geçici olarak sahip olduğu her türlü varlığa, bunlar sonsuzmuş gibi değer atfetmesi, onun insanlığına halel getirmektedir. Yoksulluk aslında yoksunluktur, insani, ahlaki, vicdani ve dini değerlerden yoksunluktur.
