Refah Gerekli Ama Devlet Sosyal Olmak Zorunda mı?

Bu bağlamda refah devletinin bazı temel özellikleri öne çıkar. İlk olarak, refah devleti sosyal politika ile yakından ilişkilidir; ancak sosyal politikalar refah devleti için gerekli olsa da, sosyal politikaların varlığı her zaman refah devletini gerektirmez.

Faruk TAŞÇI

Prof. Dr., İstanbul Üni. İktisat Fak.

Farklı disiplinlerde ele alınan çok yönlü bir kavram olan refah, genellikle bireysel, iktisadi ve sosyal refah olmak üzere üç boyutta incelenir.

Refahın temel yönü olan bireysel refah, bireyin seçimleri ve tercihleriyle ilişkili olup “iyi olma”, “mutluluk” ve “yaşam kalitesi” kavramlarıyla yakın anlamda kullanılır. Bu bağlamda refah, bireyin yaşamından duyduğu memnuniyet ve esenlik halini ifade eder. Mutluluk ise bireysel refahın bir unsuru olarak; bir şeyden mutluluk duyma, mutlu hissetme, mutlu bir kişiliğe sahip olma ve yaşam memnuniyeti gibi farklı türlerde incelenir. Kimi zaman mutluluk, bir nesneye ya da duruma bağlı olabilirken, kimi zaman sadece içsel bir duygu durumudur. Sonuçta bireysel refah, kişinin ruh hali, kişilik özellikleri ve yaşam koşullarıyla yakından bağlantılı bir iyi olma halidir.

Refahın ikinci türü olan iktisadi refah, parasal olarak ölçülebilen ve bireysel refahların toplamını ifade eden bir refah biçimidir. Genellikle milli gelirle ilişkilendirilir ve bir ülkenin gelir, üretim ve tüketim düzeyinden elde edilen tatminleri kapsar. Bu çerçevede GSMH (Gayrisafi Yurtiçi Hasıla) verileri, iktisadi refahın ölçümünde önemli bir göstergedir. Ancak milli gelir hesaplamaları her zaman gerçek refah düzeyini yansıtmaz; çünkü kayıt dışı ekonomi, gelir dağılımı adaletsizliği, çevresel zararlar ve kırsal üretim gibi unsurlar bu ölçümlere tam olarak dâhil edilmez. Dolayısıyla iktisadi refah, toplam refahın yalnızca bir yönünü temsil eder ve sosyal ya da bireysel boyutları tek başına açıklayamaz.

Refahın üçüncü türü olan sosyal refah, toplumun genel iyi olma düzeyini ifade eder ve farklı açılardan ele alınabilir. Bir yaklaşıma göre sosyal refah, bireysel refahların toplamı olarak görülür; ancak farklı düşünürler bu konuda çeşitli sosyal refah fonksiyonları geliştirmiştir. Diğer bir yaklaşıma göre ise sosyal refah, iktisadi refahın uzantısıdır ve özellikle gelir dağılımındaki adaletle yakından ilişkilidir. Buna göre ortaya çıkan iktisadi refahın adil bir dağılım göstermesi, sosyal refahın varlığı için gereklidir. Ayrıca sosyal refah, sosyal politika ve refah devleti kavramlarıyla da bağlantılıdır; ancak bu kavramlar her zaman birbirini tam olarak karşılamaz.

Son olarak sosyal refah, bireylerin temel ihtiyaçlarını karşılamayı, yaşam standartlarını yükseltmeyi ve bu süreçte devletin aktif rol üstlenmesini ifade eder. Tam da bu noktada refah devleti kavramı önem kazanmaktadır. Refah devleti, dar ve geniş anlamda iki şekilde tanımlanır. Dar anlamda, gelir transferleri, sosyal hizmetler, sağlık, eğitim, konut ve çevre politikaları gibi sosyal destek ve iyileştirme faaliyetlerini kapsar. Geniş anlamda ise, devletin topluma sosyal ve ekonomik güvenlik sağlama sorumluluğunu üstlendiği bir yönetim biçimini ifade eder. Bu çerçevede refah devleti; piyasa başarısızlıklarını önlemek için müdahaleci, ekonomik dengeleri korumak için düzenleyici ve gelir eşitsizliklerini azaltmak için yeniden dağıtıcı bir rol üstlenir. Böylece hem sosyal adaleti hem de refah toplumunun oluşumunu hedefler.

Bu bağlamda refah devletinin bazı temel özellikleri öne çıkar. İlk olarak, refah devleti sosyal politika ile yakından ilişkilidir; ancak sosyal politikalar refah devleti için gerekli olsa da, sosyal politikaların varlığı her zaman refah devletini gerektirmez. Zira sosyal politikalarda devlet dışı aktörler (belediyeler, sivil toplum kuruluşları gibi) de rol alabilirken, refah devletinde kamunun etkinliği şarttır ve belirgindir. Devlet, toplumun üyelerine doğrudan hizmet sunar ve birçok sektörde aktif bir konumdadır. Bu nedenle refah devleti, özellikle İkinci Dünya Savaşı ile Petrol Krizi arasındaki dönemde olduğu gibi, yüksek düzeyde kamu harcamaları ve devlet müdahalesiyle karakterize edilir.

Refah devleti kavramı tartışılırken üzerinde durulması gereken önemli bir konu da sosyal devlet ile olan ilişkisidir. Sosyal devlet, devletin sosyal alandaki varlığını hak temelli bir anlayışla, buna uygun mevzuat ve kurumsal yapılar aracılığıyla hayata geçirmesi anlamına gelir. Sosyal devletin varlığının somut göstergesi de eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik kalemlerinden oluşan kamu sosyal harcamalarıdır. Bu nedenle, kamu sosyal harcamalarının GSMH içindeki yeri üzerinden bir ülkede sosyal devletin derecesi anlaşılabilir. GSMH içindeki kamu sosyal harcama oranlarının payı yüksek olan ülke, aha güçlü bir sosyal devlet olarak kabul edilir.

Refah devleti ile sosyal devlet kimi zaman aynı görülse de aralarında fark olduğunu savunanlar da vardır. Genel kabul gören görüşe göre, her refah devleti bir sosyal devlettir; ancak her sosyal devlet refah devleti değildir. Bu ayrım, uygulama biçimlerinden ve kavramsal farklılıklardan kaynaklanır. Ayrımın bir yönünde ideolojik etki söz konusudur. Refah devleti daha çok liberal demokrasinin kavramı iken; sosyal devlet, sosyalist demokrasinin uzantısı bir kavram olarak algılanmaktadır. Ancak nihayetinde her iki kavram da Batı’nın kavram havuzunun ürünüdür.

İki kavramın ayrımındaki diğer bir husus, vurgunun yönüyle ilgilidir. Refah devleti daha çok “ekonomik gelişmişlik” merkezli bir yaklaşıma işaret ederken; sosyal devlet, “dezavantajlılık merkezli” bir uygulama bütünü olarak telakki edilebilir.

            Zor soru şudur: Peki, bizim “devletimiz” için “sosyal devlet” veya “refah devleti” kavramı anlamlı ya da yeterli midir?

            Bu sorunun cevabını (rahmetli) Sabahattin Zaim, Sosyal Politika Dergisi’nin 2006 yılındaki 1. sayısında yayımlanan röportajında şu sözlerle vermektedir:

İslâmiyet, kompartmantalizmi kabul etmez. Tevhit dinidir. Adaletin, sosyali, iktisadisi, ailesi bilmem nesi olur mu? Adalet bir küldür; hayatın her safhasında, her zerresinde olmalıdır. Batı sisteminde ilimler kompartmantaldir, bölümlere ayrılmıştır. Farklı farklı kompartımanlar vardır, İslâmî anlayışta bu yoktur; bütünlük vardır, tevhit vardır. Cüzler, küllün parçalarıdır. Cüz-kül münasebeti vardır ama cüz külden bağımsız değildir. İktisat kendi içinde bir branştır ama İslâm’ın bütünü içindedir. Yani adalet bir küldür, her yerde olur. Ana baba da çocuklarına adaleti uygulayacak, amir de memurlarına adaleti uygulayacak. Çiftçi, ekiminde mahsulüne karşı adaleti uygulayacak. İnsan, çevresine karşı adil davranacak, Allah’ın verdiği nimete hor bakmayacak. Onun içindir ki “Adalet mülkün temelidir.” denilmiştir. Mülk burada kâinat manasındadır. Kâinatın temeli adalettir. Çünkü Cenab-ı Hak, onun üzerine kurmuştur sistemi. O yüzden denilmiştir ki, ‘Bir toplum, bir devlet küfür ile batmayabilir ama zulüm ile payidar kalamaz”. Zulüm, adaletin zıddıdır.

            Bu nedenle işin özü şu olmalıdır: Devletin “refah” veya “sosyal” sıfatlarıyla tanımlanmasından çok, devletin adil, doğru ve merhamet üzere işleyip işlemediği esastır. Devlette adaletin, doğruluğun ve merhametin varlığı, bir yönüyle “sistemi” gerektirse de esas olan sistemin aktörü insandır. Hal böyle olunca, sistemin yönetim pozisyonlarında olanlar adil, doğru ve merhametli ise; yani “güzel insan” ise, sistem yani devlet refah içinde olur, sosyal yönü güçlü durur. Aksi halde sıfatların varlığı kâğıt üstünde kalır.

En zor soru da şudur: Neye göre adalet, doğruluk ve merhamet?

El cevap: Dayan(dır)ılan inanca ya da inançsızlığa göre!