Arş’ın Gölgesine Talip Bir Genç!

Bir çocuğun ve gencin ruhunu ve karakterini şekillendiren en büyük etken ailesidir.

Mülayim Sadık Kul

“Ev Gençleri” tabiri, gençlerin dışarı çıkmak ve sosyal hayata katılmak yerine kendi odasında, hatta kendi masasında günün çoğunu geçirmesi anlamında kullanılan bir tabir olmalı. Eskiden “evcil erkek” tabiri vardı; olumlu manada, “evinde ailesiyle vakit geçirmeyi, dışarı çıkmaya tercih etmek” anlamında kullanılırdı. Dışarıda işi bitince oyalanmadan evine dönen, kahve ve benzeri alışkanlıkları olmayan demekti.

Ev deyince elbette masadan ve kendine ait odadan daha fazlası kastedilse de özellikle oyun bağımlısı gençler söz konusu olduğunda bu tabir çok daha dar bir alanı işaret ediyor demektir.

İnsicam dergisinde dosya konusu olarak bunun seçilmesi, özellikle de günümüz açısından çok isabetli olmuş. Zira neredeyse evinde bir veya daha fazla çocuk olan her aileyi yakından ilgilendiren genel bir problem. Eskilerin deyimiyle “umûm-u belvâ” derecesinde bir musibet. Gerçi çocuk sayısının çok ya da az olması, sonucu çok da değiştirmeyebiliyor. Kimisi tek çocukla her türlü problemi en uç noktada yaşayabilirken, kimisi de çok çocukla çok daha sağlıklı bir aile yaşantısına sahip olabiliyor.

Bu meselenin diğer bir yönü de “ferdiyetçilik” veya “yalnızlık” dediğimiz fenomenin aslında çoğu insanın bilinçli bir tercihi olmayıp modernitenin, modern devlet ve kapitalist anlayışın dayattığı bir netice olmasıdır.

İdeali ve ait olduğu bir cemiyet olmayan böyle bir genç, hazzına mahkûm ve yapılan tüm yönlendirmelere, propagandalara açık demektir.

Dolayısıyla üretilen oyunlar veya sizi ekrana bağlayan herhangi bir ürün, insanları biraz bilgilendirmek veya eğlendirmek için üretilmiş masum, değerden bağımsız, nötr bir hadise değildir.

Bu ifadeler, her taşın altında birilerinin parmağı olduğunu vehmeden komplo teorisi gibi biraz karamsar gözükse de niyetimiz ümitsizlik aşılamak değildir. Ama teşhis doğru yapılmadan tedavi de mümkün değildir. Dolayısıyla madalyonun iyi tarafında bazı güzel örnekler olsa da bugün itibariyle medya ve ekrana hükmeden büyük yapıların belli bir hedefe yönelik, bilinçli ve aslında insan varlığını kendi çıkarları için manipüle etmeye yönelik ürünler ürettiği artık madalyonun diğer tarafıdır.

Meseleye dinî ve ahlakî perspektifle bakmak, aynı zamanda sosyolojik ve psikolojik yönünü de ele almak demektir. Zira bu meseleyi ne psikolojiden ne de sosyolojiden bağımsız ele alma imkânımız yoktur.

Problem, bazen çocuk ve gencin kendisinden kaynaklanabilirken, bazen de bundan şikâyet eden ebeveynlerin bizatihi ektiklerinin bir sonucu olabiliyor.

Günümüzde pek çok çocuk, daha bebek yaşta maalesef akıllı telefonla tanışmak durumunda kalıyor. Her hâlükârda, ağlayan çocuğun susmasını sağlamak ya da bir şekilde kendilerini rahatsız etmesini önlemek isteyen anne babalar, sorumsuzca çocuğu herhangi bir çizgi film ya da çocuk programıyla oyalamayı en kestirme, pratik çözüm gibi görebiliyorlar.

Oysaki anne babanın çocuklarına yapabilecekleri en büyük kötülüklerden biri, kontrollü ve bilinçli olmayan akıllı telefon ve benzeri teknolojik ürünlerin kullanımı ve tüketimidir.

Çocuklarından şikâyetçi olan anne babaların sosyal medya bağımlısı olmaları ise işin çok daha vahim başka bir boyutudur. Zira bu, çoğu zaman problemi içinden çıkılmaz bir hâle sokar.

“Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?” denilen şaşkınlık, farkında olarak ya da kolayımıza geldiği için, sonuç itibarıyla yağmurdan kaçarken doluya tutulmayı beraberinde getirir. Oysa böyle bir durumda, kadim kültür ve eğitim metodumuz her şeyden önce bilmediğimiz konularda bir bilene sormayı ve doğru kaynaktan yardım almayı öğretir. Bu kaynak, bazen bizatihi Allah’ın kelâmı olan Kur’an olabileceği gibi, çoğu zaman da Peygamber Efendimizin sünneti ve ona ittiba eden sâlih kulların tavsiyeleri olabilir.

Eve kapanıp sosyal hayattan kopmanın en tesirli panzehiri, sünnet temelli bir hayat anlayışına ve pratiğine sahip olmaktır. Buraya kadar söylediklerimiz, aslında her birimizin bildiği, tekrar ettiği ama bir adım öteye geçip de çare bulamadığımız; eğitim ve sosyal çevreyle yakından alâkalı meselelerdir. Meselenin problem tarafı, çözüm yollarına nispetle hepimize daha tanıdık. Zira bu konu gündeme geldiğinde fikir beyan etmeyecek çok az insan vardır.

Akıllı telefonların insanları nasıl aptallaştırdığından tutun, kaybedilen kıymetli vakitlerin hoyratça nasıl heba edildiğine kadar, her aklı başında insanın dile getirdiği meseleler bunlar.

Peki, çözüm noktasında gerçekten pek çoğunun dediği gibi çaresiz miyiz? Her şeyi denedik ama bir türlü netice alamadık mı? Çözüm diye sarıldığımız şey, meseleyi daha da içinden çıkılmaz bir boyuta mı taşıdı?

Şimdi bu sorular üzerinde biraz kafa yorarak; hem dinî ve kültürel değer kodlarımıza hem de mevcut uzmanların tavsiyelerine kulak vererek, şu başlıklar altında kendimize bir yol haritası çizmeye çalışalım:

  • Aile,
  • Sosyal çevre ve arkadaş grubu,
  • Zevk alacağı ve kişiliğini geliştirmeye destek olacak herhangi bir spor, sanat dalı veya hobi,
  • Kendisine “abi” veya “abla”lık yapacak, gerçekten değer verip güven duyduğu biri,
  • Örnek alabileceği bir insan.

Bu sınıflandırma, aynı zamanda “Nereden başlanılması gerekir?” sorusunun da bir nevi cevabı olarak düşünülebilir. Biz, işin merkezinde ailenin olduğunu düşünerek söze ve çözüme onunla başlamak istiyoruz.

Aile

Ailedeki sosyal yapı ve aile fertlerinin birbirleriyle olan ilişkisinin, bu tür sorunları önlemede ya da her şeye rağmen varsa daha kolay ve sağlıklı çözebilmede anahtar rol oynadığını tespitle başlayalım.

Sorumluluklarının bilincinde olan ebeveyn, eğer kendilerine düşen görevi ellerinden geldiğince bilerek ve özveriyle yerine getiriyorsa, aslında ortada panik yapmayı gerektirecek çok büyük bir problem yok demektir. Demek istediğimiz; sağlıklı bir aile ortamı, hem çocuğun aradığı ilgi ve sevgiyi hem de ihtiyaç duyduğunda gerekli ihtimam ve korumayı sağlama potansiyeline sahiptir.

Değişen şartlara ve hayatımızın her alanını kontrol etme tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz sosyal medya ve teknolojiye rağmen, bir çocuğun ve gencin ruhunu ve karakterini şekillendiren en büyük etken ailesidir. “İnsan aslına çeker!” derken atalar hem kalıtsal hem de karakter eğitimi olarak, bir evladın mutlaka ebeveyninin mirasçısı ve temsilcisi olduğuna dikkat çekmişlerdir.

Âlimden zalim, zalimden de âlim çıkabilse de bu, kural değil istisnadır. Dolayısıyla armut dibine düşer. Biz çocuğumuzun hangi ahlâk ve karakterde olmasını istiyorsak, hayatımızı ve tüm yapıp ettiklerimizi buna göre gözden geçirip yeniden şekillendirmemiz gerekir.

Elinden telefon düşmeyen bir anne ya da babanın evladına telefonu yasaklaması ne ifade eder? Kendisi sigara içen veya kumar bağımlısı olan bir babanın, evladına sigaranın veya kumarın zararlı olduğunu anlatmaya çalışması ne kadar etkiliyse; kendisinin ekran veya telefon bağımlısı olduğunun farkında olmayan bir ebeveynin, evlatlarını düzeltmeye çalışması da o kadar beyhudedir.

Anne-baba, her şeyden önce evlatlarına hayatlarıyla örnek olmalıdır. Bunu tam yapamıyorsa, hiç olmazsa kötü örnek olmaktan kaçınmalıdır. Bütün bunların en başında da evlada helâl lokma yedirmek gelmektedir. Vefa Hazretleri’yle ilgili anlatılan kıssa, helâl lokmanın ne anlama geldiğini anlatması bakımından gerçekten çok güzel bir örnektir. Zamanında hamileliği sebebiyle aş eren bir annenin, komşudan izinsiz olarak toplu iğne ucuyla portakaldan emdiği birkaç damla, yıllar sonra çocuklarının sakanın tulumlarını delmesi şeklinde netice verebilir. Bu meşhur hadise doğru mudur, değil midir; asıl meselemiz elbette bu değildir. Asıl mesele, bazen çok önemsiz diye düşündüğümüz basit hataların çok büyük tehlikelere gebe olduğunu hatırlatmaktır. Helâl lokma yemenin ve yedirmenin ne kadar önemli olduğu, günümüzde yeniden hatırlanması gereken en kıymetli değerlerden biridir.

Sosyal Çevre ve Arkadaş Grubu

Aileden sonra çocuğun kişiliğini ve karakterini belirleyen en önemli ikinci etken, sosyal çevre ve arkadaş grubudur. Sosyal çevre, daha geniş bir anlamda arkadaş grubunu da içine alabileceği hâlde, özellikle vurgu yapma ihtiyacı hissettik. Sosyal çevre; çocuğun sosyalleştiği okulu, camisi veya zamanını birlikte geçirdiği spor ve benzeri faaliyetlerdeki kişilerden oluşabileceği gibi, bunların dışında da aidiyet hissettiği özel bir arkadaş grubu olabilir. İşte gençlikte bu sosyal çevrenin oluşmasında, ebeveynin bilinçli bir şekilde devrede olması gerekir. Yani, çocuklarının herhangi bir yerde rastgele sosyalleşmesi değil; bizzat onların da oluşumuna katkı sundukları bir çevre olmalıdır. Çocuğumuzun hangi okula gittiğinden, hangi spor veya hobiyle meşgul olduğundan ve kimlerle bu faaliyetleri yaptığından ailenin birinci derecede haberdar olması ve evlatlarını rencide etmeden bu oluşuma önayak olması gerekir. Efendimiz’in “Kişi, arkadaşının dini üzeredir. Öyleyse kimle arkadaşlık edip dostluk kurduğunuza dikkat edin!” kutlu sözünü hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Atalarımızın “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu haber vereyim!” hikmetli sözü de bu kutlu sözle tam örtüşmektedir.

Özetle, çocuğumuz eğer çevresiyle arkadaşlık kurmuyorsa ya da evde oturup bilgisayar başında oyun oynamayı tercih ediyorsa, bunu ciddiye almamız gerekir. Erken yaşta edineceği sosyal çevre, onu böyle bir tehlikeden büyük ölçüde koruyabilir.

Cami

Müslüman toplumun merkezinde cami vardır. Dolayısıyla Müslümanın sosyalleşmesi de camiyle olur. Çocuklarımızı, vakti geldiğinde cami ve onun etrafında şekillenen dinî müesseselerimizle tanıştırmak gerekir. İmamın kim olduğunu, cemaatin ne demek olduğunu, Müslümanların neden beş vakit camide namaz kıldıklarını, cemaate ait bir fert olmanın ne anlama geldiğini çocuk, gönlünün ve kişiliğinin şekillenmeye başladığı ilk dönemde yaşayarak anlamalıdır. Müslüman çocuğun cami sevgisini küçük yaşta kazanması çok önemlidir. Bu sebeple, çocukların sosyalleşme yerlerinin başında camiler gelmelidir. Bu manada, cami çevresinde kenetlenen cemaat mutlaka üzerine düşen görevi yerine getirmeli ve gençler için camiyi hayatlarının vazgeçilmezi kılmalıdır.

Almanya’da birçok cami derneğinin bu manada örnek faaliyetleri, gelecek açısından ümit vericidir. Hayatımda en zevk aldığım işlerden birinin camide gençlerle birlikte olmak olduğunu söylemeliyim. Türkiye’deki gençlerin Avrupa aşkıyla yanıp tutuştukları bir dönemde, Avrupa’da doğmuş, büyümüş bu gençlerin gözlerindeki parıltıyı görmek; gönüllerindeki Allah ve Peygamber aşkını hissetmek, ne büyük bir devlettir! İslâm güneşinin Batı’dan doğacağı müjdesi, sanki ilk meyvelerini veriyor gibi. Rabbim, bu manada gayret eden Müslümanların ve cemaatlerin sayılarını artırsın!

Spor, Müzik, Sanat, Hobi

Bunların her biri ayrı ayrı ele alınabilecek önemli konular olsa da üzerinde durduğumuz bağlam açısından birlikte değerlendirilebilir. Bu meşgaleler, çocuğumuzu hem ruhen hem zihnen hem de bedenen geliştirecek hayati faaliyetlerdir. Bazı çocukların bu alanların hepsine karşı ilgi ve becerisi olsa da bazıları yalnızca birine odaklanabilir. Her hâlükârda, çocuğun masa başında ve ekran karşısında olmasına engel olacak en temel ve sağlıklı çarelerden biri; gençlerimizin bu alanlardan birinde yoğunlaşması ve kendini geliştirmesidir. Çocuğu spor yapsın diye antrenörlük yapan veya kulüplerde aktif görev alan arkadaşlar tanırım. Bazı çocuklar, kimilerine nispetle daha müşkülpesent ve daha fazla ilgiye muhtaç olabilirler. Anne-baba, çocuğun ihtiyacı ne kadarsa o kadar yanında olup evladını bu tür faaliyetler için desteklemelidir.

Yaşadığım garip bir tecrübe de çocukları yönlendirirken neye, ne kadar değer vermemiz gerektiğini bazen karıştırmamızdır. Demek istediğim; çocuğun beden gelişimi kadar dinî ve manevî eğitimi de bir o kadar kıymetlidir. “Ağaç yaş iken eğilir.” demiş eskiler. Çocuk, kendi dinî değerleri hakkında evde aldığı eğitimi, daha özel mekânlarda geliştirmelidir. Müslüman bir çocuk, bir spor kulübünde sosyalleştiği gibi; aynı zamanda dinini ve ahlâkını öğreneceği bir cami derneğinde de bulunmalıdır. Bazı ebeveynlerin, çocuklarının spor veya müzik eğitimi için gösterdikleri titizliğin onda biri kadar, karakter ve ahlâkî eğitim için titizlenmediklerini görmek insanı üzüyor. Dolayısıyla genç, her insan gibi hem ruhunu hem de beden ve zihnini geliştirecek faaliyetleri birlikte yürütmelidir. Bunu ayarlayacak olan ise birinci derecede anne-babadır. Spor için her yere çocuğuyla giden ama çocuğunun gittiği caminin yolunu bilmeyen nice ebeveyn tanıdım. Almanya örneği başta olmak üzere tüm Avrupa, bu anlamda camilerin aynı zamanda sosyal faaliyetlerin yürütüldüğü yerler olması açısından gençler ve aileler için çok güzel fırsatlar sunmaktadır.

Abi-Abla

Bu tabir belli yapıları ve metotları hatırlatsa da hayatın içinde çok önemli bir değerdir. Bu, Müslüman olmanın yüklediği bir sorumluluktur. Buna ister abi-abla, ister kardeşlik hukuku diyelim.

Birçok insanın yetişmesinde, kendisine örnek aldığı bir büyüğü veya abisi önemli bir rol oynamıştır.

Çoğunlukla ebeveynin sözüne kulak vermeyen bir genç, gönülden bağlı olduğu abisini kırmaktan çekinir. Dolayısıyla anne babalar, her şeyi bizzat kendileri yapmaya çalışmayıp, bu konuda akıllıca yönlendirme ve tercihlerle çocuklarını abilik, ablalık yapabilecek güzel insanlarla tanıştırmalıdır. Burada cemaatlerin yadsınamaz bir rolü ve vazifesi olduğu ortadadır. Toplum içinde ve bulunduğumuz mekânlarda böyle sosyal bir ilişki ve sevgi bağı oluşturmadan başarılı olmak mümkün değildir.

Örnek insan

Bu, bir yönüyle kendi hayat tecrübemin bana öğrettiği bir hakikat diye düşünüyorum. Hayatıma yön veren hocalarım ve büyüklerim olmasaydı, herhalde evde başladığımız güzel hikâyeler hep yarım ve sonuçsuz kalırdı. Rabbim önümüze, ruhumuza ve gönlümüze dokunan; kendine kul olmanın zevkine nasıl varılacağını öğreten güzel insanlar çıkarttı. İşte bütün mesele burada düğümlü.

Gençleri motive eden şeylerin başında haz ve heyecanın geldiği açıktır. Bir gruba ait olmak, aidiyet hissi bugün de gençleri bir araya getiren en önemli sebeptir. Farklı olmak, gencin fıtratında; akan deli kanında vardır. Öyleyse yukarıda sıraladığımız bütün bu mekân ve imkânlar, bu aşk ve zevkin kazanılma merhaleleri olmalıdır. Eğer Hz. Mus’ab b. Umeyr’in, Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin iman aşkı; gençlerimize ailede başlayan, cami ve sosyal çevreyle devam eden eğitim sürecinde tattırılabilirse; bu takdirde kapitalizm ve hedonizmin yalancı konforu onu aldatmaya yetmeyecektir.

Peygamber Efendimizin hadis-i şerifte buyurduğu, imanın tadına varmanın yolunu ve yöntemini bir şekilde gençler için yeniden keşfetmemiz gerekir. Efendimiz (sav.) şöyle buyurdular:
“Üç şey vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kişi imanın tadını alır: Allah ve Resûlü’nü her şeyden çok sevmek. Sevdiğini sadece Allah için sevmek. Allah, kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak kadar korkunç ve tehlikeli görmek.” (Buhârî, Müslim). Abdulfettah Ebu Ğudde’nin “İslam zevktir” dediği hakikat de budur. Bütün mesele; yapıp ettiklerimizle, aldığımız tedbirlerle çocuğumuza ve genç Müslümana bu lezzeti tattırmaktır. Bunu başardığımızda artık geçici zevkler ve hevesler ne kulluğun ne de bunu gerçekleştirmenin gereği olan sorumluluğu kuşanmanın önünde bir engel olacaktır.

Bütün bunları özetleyen şu ilahi uyarıyla sözümüzü taçlandıralım:

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun!” (Tevbe, 119). Ümmete ve bizim nesle düşen en önemli görev; bu gençlerin sırtlarını dayayabilecekleri, bitmez tükenmez gençlik ateşinin harladığı fitnelere karşı sığınabilecekleri güvenilir limanlar olmak ve kurmaktır. Onlara abi ve hami olmayı Rabbim bize nasip etsin!

Ne mutlu gençliğini Allah’a kullukla geçiren ve hiçbir gölgenin olmadığı o günde, Arş’ın gölgesinde gölgelenecek gençlere!