İnsan doğar, yürür, büyür, gençleşir, orta yaşa gelir, daha sonra ihtiyarlık ve nihayet dünyadan âhirete irtihal eder. Bütün bu safhaların bir nizam ve intizam içinde olması elzemdir. Ebedî hayatı kazanmak için bu şarttır. Tek çare, İslam’ın emir ve yasakları dairesinde bu hayatı yaşamaktır.
Mucahid Yıldız

“Andolsun asra ki, insanlık hüsrandadır (ziyandadır). Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka. (Onlar ziyanda değillerdir.)”
— Asr Suresi
Cenâb-ı Mevlâ, Hz. Âdem (a.s.) ile Havva validemizi cennetine koyup orada hayatlarını devam ettirdiğinde, o cennet bahçelerinde yediklerinden, içtiklerinden, gezip gördüklerinden ve her türlü faaliyetlerinden elbette haz alıyorlardı. Orası zaten bir zevk ve safa yurdudur. Malûm olduğu üzere Allah’ın yasakladığına uzandıkları zaman, oradan dünyaya sürgün edildiler. Ve dünyadaki zevk ve safa, helâl/haram sınırları içinde Cenâb-ı Hak tarafından belirlendi. Artık ahiret hayatını kazanmak isteyenler için, hudutsuz bir haz dünyada mümkün değildir. Diğerleri dahi belli sınırları aşamazlar. Hazza doyumsuzluk insanı helâke götürür.
Yeryüzünde insanoğlu var olduğundan beri haz duymak, zevk u safa içinde yaşamak yalnızca gençliğin değil, tüm insanlığın içinde bulunduğu bir imtihandır. Ancak gençler, tecrübeleri itibarıyla çok yeterli olmadıklarından, şeytanın en çok kullandığı “haz duyma” tuzağına daha çabuk düşmektedirler.
Batı’da Sanayi Devrimi’yle birlikte küresel kapitalist güçler, ceplerini daha çok doldurmak, güçlerini daha çok artırmak için insanları kendilerine nasıl daha bağımlı hâle getirebileceklerinin yollarını aradılar. Hâlen de bu konudaki çalışmalarını sürdürüyorlar. Şimdiye kadar buldukları yöntemleri uygularken yeni yöntemler de geliştiriyorlar. Öncekilerden ziyade son tatbik ettikleri şeytani oyunlara bir göz atalım.
Günümüzde en büyük saptırıcı aracın internet olduğu kanaatindeyim. Hele de artık yaşına bile girmemiş bebeklerimizin dahi dikkatini çeken akıllı cep telefonları var ki onunla bir resim çekmek istediğinizde hayvanlar bile dönüp bakıyor. Elbette kullanıcı helal/haram sınırlarına riayet ediyorsa bu şeytani tuzağa düşmesi mümkün değildir.
Cenâb-ı Rabbü’l-Âlemîn nasip etti; yaklaşık 25 yıl önce insani yardım yapmak için Habeşistan’a gittik. Açlık felaketinin köyleri kasıp kavurduğu ve çok sayıda insanın hayatını kaybettiği bu bölgelerde gıda yardımı yapabilmiştik. O yıllarda bu dünyanın ücra köşelerinde internet ve cep telefonları yoktu. Günümüzde ise en gelişmiş Batılı şehirlerde nasıl yaygın ise Afrika’nın ya da Güney Amerika’nın en fakir bölgelerinde bile bu telefonların herkesin elinde olduğunu görüyoruz.
Yukarıda mevzu bahsettiğim Sanayi Devrimi sonrası insanlar, günümüzde olduğu gibi ferdiyetçi (bireyci) bir hayata sürekli itilmekte. Şeytani güçler bu şekilde insanların cemiyet hayatından uzaklaşmasını isterken, bir araya gelerek güçlenip kapitalist sömürü düzenine karşı ayaklanmalarını istemiyor.
Şayet toplanacaklarsa kendilerinden geçerek uyuştukları, hoplayıp zıplayarak haz aldıkları musiki değeri olmayan konserlerde ya da her türlü küfrün yaygın olarak duyulduğu futbol maçlarında toplanmalarını istiyorlar. Hoş, bu hesapları da şimdi geri tepiyor. Zira Aksa Tufanı sonrasında özellikle Batı’da birçok pop konseri ve futbol maçının Filistinlilere destek, Siyonist rejimi protesto gösterilerine dönüştüğüne şahit olduk.
Küresel şer güçlerin tatbik ettikleri bu oyunlar aslında tüm insanlara yöneliktir. Ancak daha önce de ifade ettiğim gibi bu tuzaklara düşen çocuklarımız ve gençlerimiz, kendilerini bu saldırılara karşı savunma konusunda yetersiz kalıyor.
Bu durumun asıl mesulleri çocuklarımız ve gençlerimiz değil, bizleriz. Zira o gençleri büyütüp yetiştirenler bizler değil miyiz? O hâlde, zararın neresinden dönersek kârdır düsturu ile A’dan Z’ye her şeyimizi sorgulayalım. Neleri doğru, neleri yanlış yaptığımızı gözden geçirelim. Çocukları olanlar, torunları olanlar… Hepimiz bu konuda otokritik yapmalıyız. Tenkitler olmadıkça daha doğrusuna ulaşmamız imkânsızdır.
İnsan doğar, yürür, büyür, gençleşir, orta yaşa gelir, daha sonra ihtiyarlık ve nihayet dünyadan âhirete irtihal eder. Bütün bu safhaların bir nizam ve intizam içinde olması elzemdir. Ebedî hayatı kazanmak için bu şarttır. Tek çare, İslam’ın emir ve yasakları dairesinde bu hayatı yaşamaktır.
Burada, hassaten gençlerimizin yaşadığı sıkıntılar üzerinde durduğumuz için çağdaş cahiliyenin çocuklarımızı zehirlemesinden nasıl kurtulabiliriz, nasıl bu zehirlenmenin önüne geçebiliriz sorusuna cevabımız; en temelde elbette aile terbiyesi, cemiyet terbiyesi ve eğitim olacaktır. Devletin en önemli görevlerinden biri de nesli muhafazadır. Bunun için eğitim kurumları çok mühimdir. Fakat bunlar hakkında bir şeyler ifade etmeden önce, ailede anne babaya düşen görevler nelerdir, bunlar üzerinde biraz duralım.
Günümüzde şahit olduğum bazı önemli hususlara dikkat çekmek isterim. Genç anne babaların çocuklarıyla meşguliyetlerinde en büyük noksanlık, tatlı-sert olmayı çok ihmal etmeleridir. Yani bir kısmı aşırı sert davranırken, bir kısmının ise hadsiz, hudutsuz bir şekilde çocuklarını şımarttıklarını görüyoruz. Bu hususta elbette en güzel misal, Hz. Rasûl-i Ekrem Efendimizin hayatıdır. Onu çok iyi okumak, anlamak ve tatbik etmek zorundayız. Aile hayatından alacağımız çok büyük dersler vardır.
Çocuklarımıza, gençlerimize hayatı daha iyi tanımaları, dünyanın yalnızca zevk ve sefa sürme yeri olmadığını anlamaları için birtakım fırsatlar vermeliyiz. Mesela, okul tatillerinde bir yerde çalışarak kazanç elde etmeleri, bu kazançlarıyla aile giderlerine ortak olmaları yahut kendi harcamalarını karşılamaları, onlara çok şey öğretir. Kazandıklarından, biriktirdiklerinden ihtiyaç sahiplerine tasadduk etmeyi öğretmek ve bundan duyacakları huzurun tadına varmalarını sağlamak gerekir.

Devletin eğitim konusundaki hassasiyeti de çok mühimdir. Eğitim açısından Batı’da gördüğümüz gidişatın hiç de iç açıcı bir durum arz etmediğini belirtmek isterim. Son elli yıldaki Amerikancı akımın, özellikle film sektörüyle tüm dünyada yaptığı tahribatın en fazlasını Avrupa’da görebiliriz. Maddî bakımdan, teknolojik vb. gelişmeler var gibi görünse de manevî alanda Batı büyük bir bunalım içindedir. Memleketimizde gençler hangi problemlerle karşı karşıya ise, aynısı Avrupa’da da yaşanmaktadır.
Aksa Tufanı ile dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Batı’da da insanların bir kısmı bir sarsıntı, bir kıpırdanma yaşadı. Mısır’daki Trump’ın “barış tiyatrosu”ndan sonra bazı yerlerde bu hareketlilik azalmış olabilir. Ancak bir kere küllere üflendi ve sönmeye yüz tutan ateşin korları yeniden alevlenmeye başladı. Küresel şer güçler inşallah artık bu cereyanın önüne geçemeyeceklerdir.
Devlet, eğitim konusunu her şeyden daha öncelikli görmelidir. Ekonomik gelişmeler, savunmada görülen ilerlemeler elbette övünülecek şeyler olabilir. Ancak, geleceğimizin teminatı olan gençlerimizin eğitimi konusunda ciddi adımlar atılmazsa tüm diğer gelişmelerin hiçbir değeri olmayacaktır.
Bir asra yakın süredir memleketimizdeki eğitim tahribatı, dünyanın hiçbir ülkesinde bu derece yapılmamıştır. Geçmişiyle bağları koparılmak istenen bir milletin geleceğinden bahsetmek, abesle iştigal etmekten başka bir şey değildir. O hâlde tahribatın öncesine gidilerek, o zamanın tecrübeleri ışığında günümüz şartlarına uygun bir eğitim sisteminin mutlaka geliştirilmesi gerekmektedir. Çok ciddi ve radikal değişimler yapılmadığı sürece problemler asla bitmeyecektir.
