“Yetişkinlerin gençleri soruna dönüştürmesi ve gençlerin büyüklerden kaynaklanan problemlerle yüzleşmek zorunda kalması”dır asıl mesele.
İnsicam Söyleşiler

SORU: Hocam, isterseniz şöyle başlayalım: Türkiye’nin “gençlik” diye bir sorunu var mı? Varsa, bu sorun bugüne mi mahsustur? Dünle bugün arasında bu bağlamda ne gibi farklar vardır?
Evet, günümüzde gençlerle, hatta çocuklarla ilişkilendirilen bir sorun algısı var; ancak bu durumu “gençlik sorunu” olarak tanımlamak, veriler ve gerçeklik açısından doğru değildir. Eğer illa bir yaş grubuyla ilişkilendirmek gerekirse, bunun aslında bir “yetişkin sorunu” olduğunu söylemek daha isabetlidir. Daha açık ifade etmek gerekirse: “Yetişkinlerin gençleri soruna dönüştürmesi ve gençlerin büyüklerden kaynaklanan problemlerle yüzleşmek zorunda kalması”dır asıl mesele.
Toplum olarak sorunları çoğu zaman gençler ve kadınlar üzerinden tartışmayı, kötü gidişatın faturasını da yine bu iki gruba kesmeyi seviyoruz. Orta yaşlı erkekler ise genellikle sütten çıkmış ak kaşık gibi eleştirinin dışında tutuluyor. “Namus”, “ahlak”, “aile” gibi konularda kadınları; dijitalleşme, evlilik, eğitim, kuşaklar arası meseleler gibi başlıklarda ise gençleri suçlayarak rahatlıyoruz. Oysa bir değişim, bir yozlaşma ya da bir farklılaşma varsa, bu toplumsal hâl tüm yaş gruplarını, her cinsiyeti ve toplumun bütün kesimlerini etkiler.
Peki, çağımızda nelerden şikâyet ediyoruz? Adaletsizlikten, savaşlardan, soykırımlardan, işgallerden, göç ve iç çatışmalardan, şehirleşmenin insanı dışlamasından, gelir dağılımı eşitsizliğinden, ırkçılıktan… Listeyi uzatabiliriz. Tüm bu sorunlara baktığımızda, bunların hangisinin çocukların veya gençlerin ortaya çıkardığı meseleler olduğu sorusu bizi doğrudan sonuca götürür. Bu sorunları doğuran kararları kimlerin aldığına ve uyguladığına baktığımızda, “gençlik sorunu” söyleminin ne kadar yanıltıcı olduğu daha iyi anlaşılır.
Kuşaklar arası sorun her dönemde vardı. Ancak sanayileşme, şehirleşme, dijitalleşme ile değişim hızlandı; bu da dede ile torun arasındaki farklılaşmayı, anne-baba ile çocuk arasına, hatta kardeşler arasına kadar indirdi. Yetişkinlerin kitap okumayı terk etmesi, araştırmalardan uzak kalması, gençlerle aralarına farklı gerekçelerle mesafe koyması, bu kopuşu daha da artırdı. Kuşaklar birbirinden uzaklarda büyüyor. Ortadaki durumu bir mazeret veya bahane olarak kullanmak doğru değil; bunlar, az çok çözüm bulunabilir konular.
SORU: “Gençler internet bağımlısı” veya “Gençler evlenmiyor” gibi önümüzde duran sorunlar için ne dersiniz bu durumda?
Ekranlarda, konferanslarda, seminerlerde, çalıştaylarda hep çocuklar ve gençlerin dijital bağımlılığı konuşuluyor, çözümler aranıyor. Evet, böyle bir sorun var; çözüm de bulmalıyız. Ama sonuçlarla ilgilenip esas nedenleri ortadan kaldırmazsak, çalıyı ucundan sürükleyen adam gibi çalı yerinde durur, elimizde sadece çalının uçları kalır. Çocuklar ve gençlerin internet bağımlılığı bir sonuçtur.
Mesela ülkemizde dijital bağımlılığın oran bakımından elli yaş üstünde daha yüksek olduğu gerçeğiyle hiç ilgilenmeyiz. Anne baba internet bağımlısıysa, çocuğun bağımlı olması kaçınılmaz bir sonuçtur. Sigara tiryakisi bir babanın çocuğuna sigarayı yasaklaması ne kadar yanlışsa, bu da öyledir.
Evliliğe gelince… Gençlerin evliliği ertelemeleri de bir sonuçtur. Burada ekonomik sorunlar, mahremiyetin azalması ve sosyalleşmenin artması, zorlaştırıcı gelenekler, uzun eğitim süresi, kariyer planlamaları gibi pek çok etken var. Hâlâ başlık parasını sürdüren aileler bulunuyor. Aile baskısıyla gereksiz eşya alımları devam ediyor. Takı tutkunluğu da sürüyor. Bunların hepsi, evlenmek isteyen gençleri evlilik kararlarında zorluyor, isteksizleştiriyor.
Ayrıca biliyorsunuz, inancımızda ve kültürümüzde gençleri evlendirmek vardır. Bir gence “Ne zaman evleniyorsun?” diye pek sorulmaz; daha çok ebeveynine “Evladını ne zaman everiyorsun?” diye sorulurdu. Evlilik, büyük ölçüde, evleneceklerin çevresine düşen sosyal, kültürel, ekonomik ve dini yönleri olan bir durumdur.
O zaman şunu soralım: İnancımızın ve kültürümüzün aileye ve topluma yüklediği bu önemli sorumlulukla ilgili kaç dernek, vakıf, platform var? Üçü beşi geçmez. Cami yaptırma veya su kuyusu açmak amacıyla kurduğumuz dernekler ve vakıflar kadar bu meseleye de vakit ayırmalıyız.
Bu örneklerin daha fazlasını N’apsak Bu Gençleri? adlı kitapta detaylıca analiz ettim. Gençler aleyhine kullandığımız ön yargılı kalıp cümlelerin sayısı çok fazla; yüze yaklaşıyor, belki daha da fazla.
SORU: Gençlerin aile ortamında veya toplumda dikkat çeken davranışları ve geçmişi bilmemeleri konusunda da benzer düşünceleriniz mi var?
Evet, büyüklerimiz sıklıkla “Gençler bilmez” cümlesini kullanır. Ancak bunu kesin bir yargı olarak görmek doğru değildir.
Gençler, bilmedikleri varsayılan konuları belki de biliyor olabilir; bilmiyorlarsa da yetişkinlerden daha hızlı öğrenebilirler. Hatta bazı durumlarda, o bilgiyi bilmemek onlar için bir eksiklik de olmayabilir.
Belki de biz öğretmediğimiz ve öğretici ortamlar sunmadığımız için, sanat ve kültür ürünlerimiz yeterli olmadığı için o konuyu, o olayı ya da tarihi vakayı bilmiyorlardır.
SORU: Türkçemizde “ev hanımı”, “ev kızı” gibi ifadeler var. Son birkaç yılda bunlara yeni bir ifade daha eklendi: “Ev genci.” Bu adlandırma ilk ne zaman ortaya çıktı? Bu kavram bize mi özgü, yoksa dünyadaki bir gelişmenin yansıması mı? Siz ne düşünüyorsunuz?
“Ev genci” ifadesi büyük olasılıkla İngilizcedeki “Not in Education, Employment, or Training” (NEET) kavramının Türkçedeki karşılığı olarak kullanılmaya başlandı. Bu grubun üç temel özelliği var: Genç olmak, eğitim hayatının içinde bulunmamak ve bir işte çalışmamak. Bu üç unsur bir araya geldiğinde genç, fiilen “evde” kabul ediliyor; geliri yok, işi yok, eğitime devam etmiyor. Bu durum doğal olarak sosyal çevresini daraltıyor ve vaktinin büyük bölümünü evde geçirmesine yol açıyor.
“Eğitimde, öğretimde veya istihdamda olmayan gençler” kavramı Avrupa’da 1990’lı yıllarda ortaya çıktı ve 2000’li yıllarla birlikte yaygınlık kazandı.
NEET ifadesinin kullanılmaya başlandığı yıllar; köyden kente göçün hızlandığı, şehirleşmenin arttığı, tarımda makineleşmenin yaygınlaştığı ve teknolojik gelişmelerin ivme kazandığı dönemlerdir. Tüm bu gelişmeler eğitim ve istihdam süreçlerini de doğrudan etkilemiştir.
SORU: Bu adlandırmanın arka planında sizce neler var? Ne oldu da böyle bir sınıf ortaya çıktı? Sebepleri ve çözüm yolları nelerdir?
Bu olgunun ortaya çıkışı çok yönlü ve birçok nedene dayalıdır. Öncelikle aile boyutu ele alınmalıdır: “Helikopter ebeveynlik” veya “ahtapot ebeveynlik” olarak tanımlanan aşırı korumacı tutumlar, çocukların edilgen, izole ve meslek hayatına dair becerilerden yoksun bireyler olarak yetişmesine neden olabiliyor. Bu da gençleri “ev genci” kategorisine itebiliyor.
Dijitalleşme, yapay zekâ ve robot teknolojilerinin pek çok mesleği dönüştürmesi veya gereksiz hâle getirmesi, genç işsizliğini artıran başka bir faktördür.
Ayrıca dünya genelinde eğitim sistemlerinin çoğu hâlâ fazlasıyla teorik, didaktik ve bilgi aktarımına dayalıdır. Beceri, yetenek, meslek ve sanat gelişimi yeterince önemsenmemekte; sanayi ve üretim sektörü ile eğitim arasında gerçek bir iş birliği bulunmamaktadır. Bu yapısal sorunlar, gençlerin istihdam olanaklarını sınırlandırmaktadır.
İşverenlerin yarı zamanlı, çevrim içi ya da uzaktan çalışma gibi yeni nesil modelleri yeterince sunamaması da sorunu derinleştiren bir başka etkendir.
SORU: Peki, “ev genci” olgusu geçici bir durum mudur? Zamanla hayatımızdan çekilip gidecek mi? Yoksa kalıcı, kronik bir mesele hâline mi gelecek? Bu konuda sizin gelecek öngörünüz nedir?
Umarım “ev genci” olgusu geçici olur ve uzun vadeli, kronik bir yapıya dönüşmez. Bunun için süreci çok boyutlu verilerle takip etmeli ve tek yönlü değil, çok yönlü çözüm arayışlarına yönelmeliyiz. Gençlerle ilgili tüm meselelere, özellikle de “ev genci” sorununa toplum olarak el birliğiyle yaklaşabiliriz; disiplinler arası ve kurumlar arası iş birliğinin gücünden yararlanmak bu noktada hayati önem taşır.
Son yıllarda birçok meselenin çözümü sadece ekonomide aranmaya başlandı. Elbette, toplumsal meselelerde bazı dinamiklerin diğerlerinden daha belirleyici olduğu durumlar vardır; ancak konu insan ve toplum olduğunda, tek bir faktöre yaslanmak çözüm getirmez. Etkili ve sürdürülebilir çözümlere ulaşmak için çoklu dinamikler, farklı perspektifler ve eş zamanlı tedbirler gerekir.
İnsan ve toplumla ilgili konularda psikolojik, sosyolojik, kültürel ve dinî bakış açılarından yararlanmadan sağlıklı sonuçlara ulaşmak mümkün değildir. Bu nedenle meseleye bütüncül bir yaklaşım şarttır.
SORU: Ülkemizde resmî ve sivil kurumlar, dernek ve vakıflar, aileler bu olayın ne kadar farkında sizce? Bu mesele hakkında yapılan çalışmalar, araştırmalar var mı?
Farkındalık var ama farkındalığın devamında olması gereken toplumun meseleye çözümcül yaklaşımı zayıf. Geniş kitleler “Devlet çözsün.” noktasında statik bir duruş gösteriyor. Evet, devlet öncü olmalıdır ama kişiler, aileler, sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler de çözüme destek vermelidir. Hatta devlet meseleyi çözmek istemezse bile halk, çözüme zorlamalıdır.
Türkiye İstatistik Kurumu “ev genci” kategorisini ölçüyor ve düzenli olarak eğitimde, öğretimde veya istihdamda olmayan gençlerle ilgili verileri paylaşıyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2025’te yayımlanan İzleme ve Değerlendirme Raporu’nda, 15–24 yaşındaki NEET gençlerin “aktif iş gücü hizmetlerinden” faydalanmalarına yönelik kurs ve programlar yürütüldüğü görülüyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın da bu alanda çalışmaları var. Konuyla ilgili çalışma yapan başka devlet birimleri, sendikalar ve sivil toplum örgütleri de bulunmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığı’nın, beceri, yetenek, meslek ve sanat gelişimini önceleyen Türkiye Yüzyılı Maarif Müfredatı’nın sorunu azaltıcı fonksiyon göreceğini düşünüyorum.
Tabii, bu mesele küresel bir sorun aynı zamanda. Dolayısıyla, dünya çapında da çalışmaların izlenmesi gerekir.
SORU: Tamamlayıcı olarak eklemek istedikleriniz var mı?
Toplumun geneline ait bir vakayı veya sorunu, bir yaş grubuna ya da cinsiyete indirgemeden analizlerimizi yapmalı ve çözüm aramalıyız. Çözüm için tek veri veya tek bir bakış açısıyla yetinmek, toplumun renkli, dinamik ve dingin yapısıyla uyuşmaz. Çoklu veri, çoklu analiz ve çoklu çözümler peşinde koşmalıyız. Kurumlar arası koordinasyon da çok önemlidir. Aile ve toplum da çözümün aktif aktörleri olmalıdır. Gençlere günah keçisi gibi davranmaktan da vazgeçmeliyiz.
