Öncelikle belirtilmesi gereken husus; papa ziyaretinin olağan bir vakıa olduğudur ve çok ekstrem bir olaymış gibi algılanmaması gerekir.
Bekir Zakir Çoban
Prof. Dr., Ege Üniversitesi, Birgivi İlahiyat Fakültesi
Hristiyanlığın asıl yayılması, Roma İmparatorluğu tarafından önce 313 tarihli Milano Fermanı ile serbest bırakılması, ardından da 381’de İmparatorluğun resmî dini olarak ilan edilmesinden sonraki süreçtedir. Bu dinin ilk yerleştiği şehirler olmasa da imparatorluğun başkenti olmaları dolayısıyla İstanbul ve Roma, Hristiyanlık tarihinde her zaman önemli merkezler olmuşlardır. Doğu Roma İmparatorluğu 1453’e kadar varlığını sürdürürken, Batı Roma 5. yüzyılda barbar akınları nedeniyle yıkıldıktan sonra Kilise, Batı’da sadece dinî değil, aynı zamanda siyasî bir kurum olarak etkili olmuştur. Onun en önemli gücü, Avrupa’nın her yanına yayılmış olan kilise ve manastırlardan gelmektedir. Bunun yanında, Orta İtalya’nın önemli bir bölümü Pepin tarafından Kiliseye bağışlandıktan sonra “Papalık Devletleri” kendi toprakları olan bir siyasal kurum hâline gelmiş ve 1870’te İtalya Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar varlığını sürdürmüştür.
Osmanlı-Papalık ilişkileri, Orhan Bey zamanına kadar geri gider. Bununla birlikte, bu ilişkilerin en canlı olduğu zaman dilimi Rönesans ve Reform dönemidir. Osmanlı Devleti’nin ilk muhatapları, bilindiği gibi Rumlardır. Balkanlar da çoğunlukla Ortodoks mezhebindendir. Fakat Macaristan’ın fethiyle beraber, Osmanlı İmparatorluğu Katolik dünya ile kafa kafaya gelmiştir. Bu devre, aynı zamanda Avrupa’da Hristiyan birliğinin parçalanması, yani Protestan Reformu dönemine denk gelmektedir. Protestanlar, Papalığa karşı Türkleri daha “ehven” bir düşman olarak sunarken, Osmanlı idaresi de bu ayrılıktan stratejik olarak faydalanmaya yönelik hamlelerde bulunmuştur. Kaldı ki, pek çok Avrupa tarihçisi Luther hareketinin başarılı olmasında Osmanlı etkisinden söz eder. Hatta “Luther’in şansı Türklerdir” şeklinde bir deyim bile ortaya çıkmıştır.
İtalyan Cumhuriyet hareketi ile ortadan kalkan Papalık Devletleri’nin yerine, İtalyan Hükûmeti ile yapılan Laterano Anlaşması ile 1929 yılında şimdiki Vatikan Devleti kurulmuştur. 1960’lara kadar Vatikan’dan çıkmayan ve başka bir ülkeye gitmeyen papalar, VI. Paul ile ilk kez bu tarihten itibaren başka ülkelere seyahatler gerçekleştirmeye başlamıştır. Bu bağlamda, 1967’de VI. Paul’ün ziyareti, tarihte ilk defa bir papanın Türkiye’ye gelişidir. Sonraki papaların çoğunluğu da bu ziyaretleri devam ettirmiştir. Bu ziyaretlerde, hem Anadolu topraklarının Hristiyanlığın şekillendiği coğrafya olmasının hem de siyasî saiklerin önemli etkisi vardır.
Bir önceki papa olan Fransis, ölmeden önce İznik Konsili’nin 1700. Yıldönümü nedeniyle Türkiye’ye gelme niyetini ifade etmişti. Papa XIV. Leo’nun ziyaretinin önemli nedenlerinden birinin de selefinin bu niyetini gerçekleştirmek olduğunu söyleyebiliriz. Papa Leo, üç gün süren Türkiye programında Ankara, İstanbul ve İznik’te çeşitli etkinliklere katıldı. Ülkemize daha gelmeden medyada birçok yorum yer aldı. Bu yorumların büyük bölümü eleştirilerden ve komplo teorilerinden oluşuyordu. Bazıları bu ziyareti hükümet eleştirisinin bir vesilesi yapmaya çalıştı, bazıları ise “birtakım tehlikeler”e dikkat çekti. Hatta papanın memleketimize kötü bir büyü yapmaya geldiğini iddia edenler bile oldu. Tüm bu tartışmalar, ülkemizde Papalık, Hristiyanlık ve İznik Konsili gibi konularda ciddi bilgi eksiklikleri ve yanlışları olduğunu da gözler önüne serdi.
Uluslararası ilişkiler, dünya siyaseti ve mevcut konjonktür göz önüne alınmadan bu ziyareti sağlıklı bir biçimde değerlendirmek mümkün değildir. Bu bağlamda, öncelikle belirtilmesi gereken husus; papa ziyaretinin olağan bir vakıa olduğudur ve çok ekstrem bir olaymış gibi algılanmaması gerekir. Bir papa ziyaretiyle karışan bir ülke imajı, doğru bir imaj değildir. Papalar birçok ülkeye ziyarette bulunur; kendi politikaları, çıkarları ve hassasiyet gösterdikleri konular vardır. Önemli olan, ülkemizin bu ziyaret vesilesiyle dünyaya verdiği mesaj ve oluşturduğu imgedir. Bu anlamda, imparatorluk geleneğinden gelen bir devlet olan Türkiye, kendinden emin bir tavırla papayı ağırlamış, vermesi gereken mesajları vermiş ve uğurlamış bir devlettir.
Papanın ziyareti, Hristiyanlara yönelik bir birlik mesajı içermekle beraber bölgemizdeki çatışmalardan kaynaklı insani dramlara ve özellikle Gazze’deki soykırıma dikkat çekmek açısından da önemliydi. Tüm dünyada, Gazze’de yaşanan soykırımla ilgili bir blok oluşmuş durumda ve papanın cumhurbaşkanımızla birlikte bu konuda verdiği mesaj, bu bloğu güçlendirecek bir hamle niteliğindedir. Bir hususa daha dikkat çekmek yerinde olacaktır: O da Vatikan’ın İsrail ile tarihsel ilişkileridir. Özellikle İsrail sağıyla dirsek temasında olan Amerikan Evanjelistleri gibi grupların aksine, Katolik Kilisesi’nin Siyonizm’e ve İsrail politikalarına bakışı her zaman daha mesafelidir. Vatikan ile İsrail arasında diplomatik ilişki ancak 1994 yılında kurulabilmiştir. Vatikan, aynı zamanda Filistin Devleti’ni tanıyan ülkelerden biridir ve Filistin meselesiyle ilgili Hristiyan dünyada birlikte hareket edilebilecek en önemli müttefiktir.
