Hasan Aycın İle “41 Mısra 41 Çizgi” Üzerine

İstiklâl Marşı, ülkemizin tapu senedidir. Acının, gözyaşının, kederin, akıtılan kanın, heyecanın, fedakârlığın, kahramanlığın, cesaretin mücessem halidir. Bu marş, yazıldığı günden bu yana muhtelif şekillerde anlaşılmaya, yorumlanmaya çalışılmıştır. Ülkemizin yüz akı sanatkârlarından çizer Hasan Aycın, ilk kez 41 Mısra 41 Çizgi adıyla İstiklâl Marşı’mızı çizgiyle yorumladı. Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından basılan kitap hakkında sanatçı Hasan Aycın ile söyleştik. Bize böyle bir çalışma kazandırdığı için okuyucularımız adına kendisine yürekten teşekkür ediyoruz.

İNSİCAM

Öncelikle dergimiz İnsicam’a zaman ayırdığınız için teşekkürlerimizi sunarız.

Sanırım herkes için sürpriz oldu. Bu kez tematik bir albümle çıktınız karşımıza. Nasıl doğdu 41 Mısra 41 Çizgi? Ne tür sancılar çektiniz?

Hoş bir tevafuk oldu diyelim. Hesapta yoktu. 2021’in Mehmet Akif ve İstiklal Marşı Yılı ilan edilmesiyle Konya belediyesinin talebi oldu, bismillah dedik…

Yıllar önce “40 Hadis 40 Çizgi” adlı tematik bir çalışmam olmuştu. Hâlen devam eden her sureye bir çizgi çalışmam da var. Ama İstiklal Marşı üzerine bir ilk oldu. Benim bildiğim İstiklal Marşı’yla ilgili başka böyle bir çalışma yok; o anlamda da bir ilk.

Şunu teslim edelim, eşsiz bir İstiklal Marşı’mız var, müthiş. Ruh, coşku, ritim, damar.. gerçekten müthiş. Akif merhum ‘Allah bir daha bu millete istiklal marşı yazdırtmasın’ demiş; yazılamaz da… Sancı konusuna biraz farklı değineyim; asıl sancıyı merhum Akif çekenlerle birlikte çekmiş, orda kalmamış, güçlü coşkun mısralarla da terennüm etmiş. Ben onu anlamaya ve anladığımı göstermeye çalıştım.

İstiklal Marşı’nı çizmek nasıl bir duygu? Hangi mısra veya mısralar zorladı sizi?

Nasip diyeyim. Ne desem eksik ya da fazla olur; en yalın ifadeyle nasip oldu diyeyim. Elhamdülillah.

Baştan zorladı, onu söyleyeyim. Aslında İstiklal Marşı bizim en son, en muhtasar ve en veciz kurtuluş ve kuruluş destanımız. Sayılı mecazlar üstünden yürüyor. Batı, medeniyet, canavar, taş, toprak, yurt, ocak, vatan, ırk, millet, hürriyet, istiklal, yıldız, hilal, sancak, bayrak, şafak, zincir, yara, kan, can, şehit, ruh, yetim, ezan, mabet, dua, arş, Hakk… Bu kadar mı? Bir kaç eksik olabilir. Ama bu kadar. Bunlarla anlatmış her şeyi merhum Akif. ‘Korkma’ deyip başlıyor. Başka hangi İstiklal Marşı böyle başlar? Hayır, sen korkuyorsun sakın ‘korkma’ demiyor, asla ‘korkma’ diyor. Buyurun, daha ilk mısra. ‘Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak’ diyor. Yeni günün başlangıcıdır şafak. Kızıldır. Sancağın rengi de öyle; adı üstünde al sancak. Ama şafakta yüzer; yani şafak dediği zemin ü asuman arasında bir kızıl umman. Sönmez dediğine göre şafağın aydınlığının kaynağıdır aslında al sancak. Yani yüzdüğü ummanın kaynağı. Kandan aldığı rengini, şafağa verir ve onda yüzer. Düz okumayla böyle. Ben bu anlam dünyasına yabancı değilim, anlarken zorlanmıyorum; Akif bizim öncülümüz. Ama anladığımı görselleştirirken doğal olarak ilk zorlanmayı yaşadım. Baştan zorladı, onu söyleyeyim deyişim bundan. Bu zorluğu aşacak kolaylığım vardı tabii. Yani, bugün pat diye çizmeye başlayıp başlangıcından bugüne benim dışımda oluşturulmuş görsel kavramlarla ifadeye yeltenmiyorum, tersine kırk yılı aşkındır anlamlarına katkıda bulunduğum ve kendi değerler evrenimi onlarla ifadeyi hak ettiğime inandığım kavramlarla görselleştirmeyi seçiyorum. Biraz dolaşık oldu ama işin aslı budur. Ortaokul sıralarındayken karşıt fikirli bir hocamız vardı, çoğunlukla ters düşerdik kendisiyle. Bir gün “Akif’iniz de medeniyet için ‘tek dişi kalmış canavar’ demişti, bakın bakalım öyle mi?” diye çıkışmıştı. Söz konusu mısra için çizerken bu hatıra aklıma geldi; dedim kendi kendime, hocamız hayatta ve hâlâ aynı görüşteyse şu anda yanımda olsa ‘şimdi iletişimiyle, ulaşımıyla, teknolojisiyle vs. “medeniyet” böyleyken sen öyle mi çizeceksin?’ dese… Şöyle demeliyim dedim: Onlar bizim görmediğimizi gördüler, yaşamadığımızı yaşadılar ve Akif mısralara döktü. Ben onun dediğini çizmeye çalışıyorum; ulur, boğar, tek dişi kalmış canavar diyorsa elbette öyle çizerim.

Çizgiler yeni çizilmiş. İstiklal Marşı’nın anlaşılması hakkında şimdiye kadar makale ve kitap düzeyinde çeşitli çalışmalar yapıldı. İlk kez böyle bir yorum ve açıklama ile karşı karşıyayız. Önceki, öteki çalışmalarınıza baktığımızda 41 Mısra 41 Çizgi nerede duracak, nasıl duracak?

Çalışmalarım içinde özel bir yeri olsun ve hep öyle kalsın isterim…

İsterim ki, bu millet ve yeryüzüne yayılmış bu ümmet, insanlığın son umudu olacaksa -ki buna yürekten inanıyorum- “İstiklal Marşı” o umudun sancağının rüzgârı olsun; çizgilerimin o rüzgâra minicik bir değişi olsun.

Çizgilerde sizin sıkça kullandığınız el, baskın bir motif olarak öne çıkıyor. Cami ve minare de. Konsept gereği Türkiye haritası ve bayrak da öne çıkan motiflerden. Bunları baştan mı belirlediniz yoksa süreç içerisinde mi böyle gelişti?

Yok, yok ben belirlemedim. Akif dümdüz mabet, ezan, minare, vatan, yurt, hilal, bayrak.. diyor zaten; başka nasıl çizeyim. Şu sorulabilir belki; o öyle demeseydi ben yine böyle mi çizerdim? Bu anlamsız bir soru olurdu şüphesiz. Çünkü, öyle söylemeseydi marş böyle olmazdı.

Doğrudur, ‘el’ baskındır; diğer çalışmalarımda da sıklıkla kullanırım. Öncelikle ayırıcı bir öğedir; biz insanları diğer görünür canlılardan kesin biçimde ayırır ‘el’. Önemi ve işlevi üzerine ne söylesek sözümüz eksik kalır.

Çalışmayı bitirdiğinizde, kalemi masaya bıraktığınızda neler hissettiniz? İlk çizdiğiniz ile son çizdiğiniz arasında neler yaşadınız?

Çabalarını mutlu sonla tamama erdirenlerin yaşadığı itminan hâli diyelim; hiç bir şeyin ona denk olmayacağı şükür hâli.

Çalışma sürecinde tatlı bir gerginlik yaşadım. Bu benim doğalım ama. Gerildim; imzayı atınca rahatladım… Gerildim; imzayı atınca rahatladım… Bu hâl yoğun biçimde geceli gündüzlü bir ay sürdü. Çizemediğim günler olduğu gibi birkaç çizgi çizdiğim günler de oldu. İlk imzayı 7 şubatta atmıştım, son imzayı 7 martta attım. Elhamdülillah.

Okuyucularımız adına teşekkür eder, daha nice çizgilerinizle buluşmayı arzu ederiz.