Osmanlı Ormancılığında Orman Yangınlarıyla Mücadele Yöntemleri

Milli Mücadele Dönemi’nde Ankara Hükümeti, hazırladığı kanun tasarısında ömür boyu kürek cezasını yinelemiştir. Bu konuyu detaylıca anlatmamızın sebebi ormanlarımız hiçbir dönem başıboş bırakılmamıştır.

Erhan Kılıç

Orman Yüksek Mühendisi

İçinde bulunduğumuz mevsim itibarıyla orman yangınları gündemdeki yerini korumaktadır. Ülkemizde orman yangınlarının geçmişini, mücadele yöntemlerini ve hukuki yönünü bilmekte fayda vardır. Ülkemiz Akdeniz iklim kuşağında yer almaktadır.  Meteorolojik şartlar, bitki örtüsü, sarp ve engebeli arazi yapısı ve en önemlisi insan faktörü yangınları kaçınılmaz hale getirmiştir. İhmal ve dikkatsizlik sonucunda meydana gelen yangınların yanında tarla açmak, hayvan otlatmak, ağaç kovuğundan bal almak, kömür yapmak, kereste kaçakçılığı vb. nedenlerle de ormanlar kasten yakılmıştır. Özellikle daha ucuza odun kömürü elde etmek için İstanbul’un her iki yakasındaki yapraklı ormanlar acımasızca yakılmıştır. Zira yeni kesilmiş yaş ağaçlardan kömür yapılması halinde, ortalama beşte bir oranında kömür elde ediliyor olmasına karşın yangın sahalarından satın alınan kurumuş odunlardan yarı yarıya kömür elde edilebildiği tecrübe edilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında orman fen ve muhafaza memurlarının askere alınmasıyla birlikte yangın miktarında ciddi bir artış olmuştur. Daha vahimi ise savaşın bitmesiyle yaşanmıştır. Bu dönemde düşman unsurları, çeteler ve firari askerler orman yangınlarına sebebiyet vermiştir. Yani bugün olduğu gibi geçmişte de insan faktörü ön plandadır.

Osmanlı ormancılığında her ne sebep olursa olsun, insanlığın ortak malı sayılan ormanlarda yangın çıkarmak yasaklanmıştır. 1514 tarihinde ormanda ateş yakan Mihal isminde bir kişi korucu Hızır’ın beyanıyla Üsküdar mahkemesince cezalandırılmıştır. 1840 tarihli ilk orman layihasında yangınlarla mücadele için orman reisi ve korucuları görevlendirilmiştir. Orman yangınları çoğunlukla civarda oturan köylülerin ve ücretli amelelerin çalıştırılmasıyla söndürülmüştür. Çoğunlukla bekçi, bekçibaşı ve harik korucusunun sorumluluğunda yangınlarla mücadele edilmiştir. Sadece büyük yangınlarda askeri unsurlar devreye sokulmuştur. Osmanlı Dönemi’nde kasten orman yangın çıkarmanın müeyyidesi ömür boyu kürek cezasıdır. Aslında ağır bir yaptırımı vardır. Bu sebeple müeyyide zaman zaman gevşetilmek istenmiştir, alternatifleri aranmıştır. Sivas Valisi Halil Rıfat Paşa 1885 tarihli Tembihname isimli eserinde diğer suçların takibinde kullanılan kaseme usulünün orman yangınları için de kullanılmasını tavsiye etmiştir. Buna göre köylüler öncellikle orman yangınına müdahale edecek ve sonrasında suçluyu yakalayıp devlete teslim edecektir. Şayet suçlu bulunamaz veya teslim edilmezse kaseme usulüne başvurulacaktır. Kaseme usulü, olay yerinde yaşayan insanların yemin ederek suçun failini görüp görmediklerini beyan etmesidir. Buna rağmen fail tespit edilemez ise meydana gelen zarar, ifadeye çağrılan kişilerden tazmin edilmektedir. Ancak ilerleyen yıllarda kaseme usulünün orman yangınlarında işe yaramadığı ortaya çıkmıştır. Zira yangının gerçek zararına karşın tahsil edilecek bedeller zamanla orantısız hale gelmiştir. Ayrıca uzak mıntıkalarda bulunan ormanların korunmasında köylülerin mesul tutulmasının, hukuken doğru olup olmadığı sıkça tartışılmıştır. Tekrardan kürek cezasına dönülmüş ancak ömür boyu değil süreli olarak uygulanmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında ülkemizde görev yapmış Alman uzman Veith, 1870 tarihli Orman Nizamnamesi güncelliğini yitirdiği ve istenilen faydayı vermediği düşüncesiyle faillere para cezası verilmesini teklif etmiştir. Milli Mücadele Dönemi’nde Ankara Hükümeti, hazırladığı kanun tasarısında ömür boyu kürek cezasını yinelemiştir. Bu konuyu detaylıca anlatmamızın sebebi ormanlarımız hiçbir dönem başıboş bırakılmamıştır.

Osmanlı ormancılığında orman yangınlarıyla ilgili yapılan yayınlarda, yangınların sınıflandırılması ve mücadele yöntemleri bugün yapılanlardan çok farklı değildir. Örneğin 1890 tarihli Orman ve Maadin Mecmuası’nda çıkan bir makalede yangının durumuna, hava hallerine ve ormanın yapısına göre çeşitli mücadele yöntemleri tarif edilmiştir. Yangınla mücadele yönteminin seçimi, mevcut durum göz önüne alınarak tecrübeli ve dirayetli itfaiye memurlarına bırakılmıştır. Yangının yerde seyretmesi durumunda dal, yaprak ve kuru otların üzerine vurularak veya toprak atılarak söndürülmesi istenmiştir. Baltalıklarda ise, yangının başka yerlere sıçramaması için belirli bir mesafeden şerit açılması tavsiye edilmiştir. Açılan şeritlerin üzerindeki yangına elverişli materyalin olması halinde, yanıcı maddelerin yangın istikametine doğru atılması istenmiştir.  Koru ormanlarında yangın tepeye çıkmışsa karşı ateş yönteminin kullanılması istenmiştir. Ayrıca yangın söndürüldükten sonra tekrar alevlenme olmaması için belirli bir müddet beklenmesi ve sahanın kontrol altında tutulması istenmiştir. 1900’lerin başında yangınların artmasıyla birlikte bugünde olduğu gibi tür değişikliği tartışması olmuştur. Yangına hassas ağaçların yerine yangına dayanaklı olduğu iddiasıyla Kaledonya taraflarından tropikal bir ağacın ülkemiz şartlarına alıştırarak üretilmesi istenmiştir.

Osmanlı Dönemi’nde orman yangınları ilk kez sistematik bir şekilde 1918 yılında kayıt altına alınmıştır. Cumhuriyet tarihinde ise 1937 yılından sonra kayıtlar tutulmaya başlanmıştır. Her iki veri de ormancılığımız açısından çok kıymetlidir. Zira bu veriler ışığında yangın geçirmiş meşcerelerin yangın sonrası gelişimini izlemek mümkündür. Ayrıca yangın sonrasında bitki toplulukları ve tür kompozisyonunun değişip değişmediği kolayca anlaşılabilmektedir. Bu bilgiler yanık sahaların restorasyonu için de önemlidir. Nasıl ki tarihi eserlerin yenilemesinde mümkün olduğunca aynı taşı yerine koymaya çalışıyorsak ormancılıkta da aynı prensip geçerlidir.