Türkiye, Suriye krizinin başlangıcında mültecilere yardım sağlayan birçok ülkeyi eleştirmiştir. Bunun nedeni ise Suriyeli mültecilere barınma, gıda ve ilaç da dâhil olmak üzere maddi ve manevi insani yardım sağlamada hâlâ dünya ülkelerinin önünde olmasıdır.
İbrahim HAYEL
Gazeteci

Mavi gözler, sarı saçlar ve beyaz ten… Tüm bu nitelikler Rus işgalinden sonra Ukrayna’yı terk etmek zorunda kalan Ukraynalı mülteciler için bir pasaport oluşturdu. Öte yandan, özellikle Suriye, Afganistan ve diğer yoksul ülkelerden gelen ve onlarca yıldır savaşlara ve afetlere tanık olan siyah saçlı, siyah gözlü ve koyu tenli mülteciler hâlâ Avrupa’nın ve uluslararası toplumun gözü önünde sınırlarda bekletiliyor. Hatta bazıları denizde ölüme terk ediliyor.
Ayrıca on binlerce mülteci, savaşın tüm zorluklarını yaşadıktan sonra Türkiye’de kendilerine güvenli bir sığınak buldu. Ancak Rusya-Ukrayna savaşı, özellikle gece gündüz insan hakları çağrısı yapan Avrupa ülkeleri arasında açık bir çelişki ve çifte standart ortaya çıkardı.
Türkiye’nin Mülteciler Konusundaki Tutumu
11 yıldan fazla bir süredir Türkiye’deki ve hatta tüm dünyadaki Suriyeli mülteci sorunu “çözümsüz” hâle getirilmiş durumda. Öyle ki bu sorun daha fazla acı ve yerinden edilme hikâyeleriyle sonuçlandı. Aynı zamanda ev sahibi ülkeler, bugün dünyamızın içinden geçmekte olduğu büyük ekonomik krizde hem toplumsal açıdan hem de mali açıdan kendilerine yük olan büyük bir sorumluluk altında kaldılar.
Belki de en fazla sayıda Suriyeli mülteciye (yaklaşık dört milyon) ev sahipliği yapan Türkiye hem ev sahibi hem de bağış yapan ülkelerden biri olmasının yanı sıra günlük yaşam hizmetleri sunan ve bu bağlamda en endişeli ülkedir diyebiliriz. Bu durum en çok barınma, sağlık, yemek, eğitim ve iş sahalarında büyük bir mali yük oluşturmaktadır.
Türkiye, Ürdün ve Lübnan gibi diğer komşu ülkelere ve hatta mültecilerin topraklarında ikamet etmesine izin veren Avrupa Birliği ülkelerine kıyasla bu sorumluluğun büyük bir kısmını kendi başına yüklenmek zorunda kaldı.
Birleşmiş Milletler Türkiye Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin verilerine göre, Suriye’deki savaş yaklaşık 6 milyon 600 bin kişiyi ülkeyi terk etmek zorunda bıraktı. Bunların yaklaşık 3 milyon 700 bini Türkiye’ye sığındı. Bu da Türkiye’yi en çok mülteci barındıran ülke yaptı. Tüm bu sorumluluklara ve mültecileri ağırlamak için harcanan paranın 40 milyar doları aştığı ifade edilmesine rağmen Türkiye, mülteci dosyasının yönetiminde Avrupa ülkelerinden farklı bir yaklaşım benimsedi.
Suriye’de savaşın patlak vermesinden bu yana Türkiye, açık kapı politikası uyguluyor ve bu konuda mültecilerin topraklarında ikamet etmeleri için insani koşullar sağlamaya da hevesli. Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türk yetkililer, gelen mülteciyi kökeni, inancı, dili, rengi ve kültürü ne olursa olsun bir insan olarak gördüklerini birden fazla vesileyle vurguladılar.
Türkiye’nin mültecilere yönelik bu insani yaklaşımının aksine Avrupa ülkelerinde sınırlarını mültecilere kapatıp alarm durumuna geçilerek bu dramın bir “kriz” olarak nitelendiren bir dizi olay vuku buldu. Avrupalılar, bu krizden çıkmak için belki de tarihlerinde ilk kez bir kararda ittifak ettiler ve Türkiye’yi kurtarıcı olarak ön plana çıkarmak konusunda anlaştılar. Çözüm, mültecilerin insani ilkelerine ve bu konudaki 1951 Cenevre Sözleşmesi hükümlerine aykırı olsa da kıta dışında yani Türkiye gibi güvenli bir ülkede kalmaları konusundaki ısrarlarıydı.
2016 yılında Avrupa ile Türkiye arasında mülteciler konusunda imzalanan anlaşmada, Türkiye topraklarından ayrılacağı teyit edilen ve Yunanistan’a giden göçmenlerin yeniden Türkiye tarafından kabul edileceği öngörülüyor. Öte yandan Suriyeli olmayan göçmenlerin de ülkelerine geri gönderilmesi için gerekli tedbirler alınıyor. Anlaşmada ayrıca, 2015 yılında Avrupa’ya gelen bir milyondan fazla kişiden Yunanistan’a geçen mülteci sayısının yaklaşık 800 bini bulması nedeniyle, Türkiye’nin yasadışı mülteci akışını önlemek için gerekli önlemleri alacağı da belirtiliyor.
Mülteci krizine akılcı ve kesin bir çözüm bulunması için Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’deki fay hatlarının karıştırılmasına izin vermeyeceğinin güvencesi ile Suriye’de mültecilerin yaşayabileceği güvenli bir bölge oluşturulmasını önerdi. Türkiye Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 2022 yılı için Suriyeli mültecilerle ilgili son istatistikleri açıkladı ve Türkiye topraklarında geçici koruma altında ikamet eden Suriyelilerin sayısının 3 milyon 741.251 kişiye ulaştığını söyledi.
Türkiye, büyük çalkantıların yaşandığı bir coğrafyada yer alması nedeniyle Suriyelilerle sınırlı kalmayıp, savaş ya da kötü ekonomik koşullar nedeniyle ülkelerini zorla terk etmek zorunda kalanların da göç kapısı oldu. Bu da üzerindeki yükü ve ekonomik ve sosyal baskıları artırdı. Türkiye Göç Dairesi’nin son verilerine göre mülteciler arasında Iraklılar 700.000’den fazla kişiyle Suriyelilerden sonra ikinci sırada yer alıyor. Bu göç, Amerika’nın Irak’ı işgalinden sonra başladı ve daha sonra Irak şehirlerinin 2014’te DAEŞ militanlarınca işgalinden sonra daha büyük bir insan seline sebep oldu. Hemen ardından İranlılar, Afganlar, Filistinliler, Uygurlar ve Afrikalılar, Avrupa’ya geçmek için transit olarak gördükleri Türkiye’ye girdiler. Ancak birçoğu geçişte başarısız oldu ve mecburen Türkiye’de kaldılar.
Türkiye, Suriye krizinin başlangıcında mültecilere yardım sağlayan birçok ülkeyi eleştirmiştir. Bunun nedeni ise Suriyeli mültecilere barınma, gıda ve ilaç da dâhil olmak üzere maddi ve manevi insani yardım sağlamada hâlâ dünya ülkelerinin önünde olmasıdır.
Türkiye’de Mülteci Düşmanlığı Artıyor Mu?
Açık kapı politikasına rağmen, Türkiye’deki mültecilere yönelik düşmanlık, son yıllarda bir dizi politikacının mültecilere daha katı kısıtlamalar getirme kampanyaları ile tırmanışa geçti. Ve bu da mültecilere, özellikle de Suriyelilere yönelik nefret duygularının artmasına olumsuz etki etti.
Suriyelilerin mallarının tahrip edildiği ve hatta ekranlarda tanık olduğumuz şekliyle “yakıldığı” Ankara’nın Altındağ Mahallesi’ndeki olaylar ve daha sonra Suriyelilerin ülkeden gönderilmesi çağrısında bulunulması, nefret kampanyalarının organize edilmesinin bir sonucu olarak hiç de sürpriz olmadı. Bu bağlamda, Türk toplumunun Suriye’deki iç savaşın başladığı ilk yıllarda (2011-2012) mültecilere karşı gösterdiği sempati ve kardeşlik duyguları, bazı bilinçli saptırmalar neticesinde belirli kesimlerin onlara daha düşmanca duygularla yaklaşmasına zemin hazırladı.
Ancak artan bu duygu ve tepkilerin bir gecede ortaya çıkması elbette muhtemel değil. Daha doğrusu Türkiye’deki siyasi partilerin bazıları yıllardır göçmen politikalarını eleştirerek bu nefret zeminini oluşturmakta insani olmayan tavırlar ortaya koyuyor. Zira yaklaşan seçimlerde siyasi kazanımlar elde etmek ve daha fazla oy almak için bu meseleyi bir koz olarak kullanıyorlar. Bu da söz konusu anlaşmazlıklarda Suriyeli mültecileri rakip partiler arasında siyasi bir rekabet malzemesine dönüştürmektedir.
Türk sokağı, Türk siyasetçilerin tutumlarından büyük ölçüde etkileniyor. Örneğin bir muhalefet partisi lideri verdiği bir demeçte düzensiz göçün, isimsiz bir işgal olduğunu, Türkiye’nin demografik yapısına yönelik bir komplo olduğunu ve bu düzensiz göçte küresel ve bölgesel güçlerin izlerinin araştırılması gerektiğini söyledi.
Muhalefetteki bir diğer parti lideri ise bir sonraki seçimlerde başarılı olması ve cumhurbaşkanı olması halinde Suriyelileri iki yıl içinde ülkelerine iade edeceğine dair destekçilerine söz vermiş ve onlara hazır bir planı olduğu konusunda güvence vermiştir. Bunu Esad rejimiyle bir barış anlaşması yoluyla uygulanacağını ve Şam’daki Türk Büyükelçiliğini yeniden açacağını; ülkelerinde Suriyeliler için okul, şirket ve fabrika inşa etmek için Avrupa Birliği’nden gerekli fonu sağlayacağını ifade etmiştir.
Avrupa Birliği’nin İki Yüzlülüğü
Mart 2022’nin başlarında Avrupa İçişleri Bakanlığı, Brüksel’de Ukrayna’dan kaçan mültecilere “geçici koruma” sağlamayı kabul etti ve 2001 tarihli bir muhtıra ile üç yıla kadar AB’de kalmalarına ve çalışmalarına izin verdi.
Bakanlık, Polonya ve Avusturya gibi bazı ülkelerin muhalefeti ışığında üye ülkeleri bölen bir konu olmasını göz önüne alarak bu tedbirin Ukrayna’dan kaçan ancak Ukrayna vatandaşlığına sahip olmayan mülteciler için de geçerli olup olmayacağına açıklık getirmedi. Avusturyalı Bakan Gerhard Karner bu tedbire Ukraynalı olmayan mültecileri dahil etme konusunda isteksiz davranırken, Lüksemburg herhangi bir ayrımcılığı reddetti. Dışişleri Bakanı Jan Asselborn, “Ten rengi, dili veya dini ne olursa olsun Ukrayna’daki tüm insanlar için geçici koruma sağlayacağımızı umuyorum, şimdi ayrımcılık yapmamalıyız” dedi.
Örneğin, Ukrayna’daki savaştan kaçan insanları karşılayan Polonya hükümeti birkaç ay önce, çoğu Orta Doğu, Afrika ve Beyaz Rusya’dan gelen sığınmacı dalgasına verdiği yanıt nedeniyle uluslararası toplumda sert eleştirilere maruz kaldı.
Bütün bunlar, Avrupa Birliği’nin mülteci kabulüne yönelik çifte standardını bir kez daha gözler önüne serdi. Çünkü Rusya-Ukrayna savaşından sadece aylar önce Ağustos 2021’de, Avrupa Birliği, Taliban yönetiminin ülkenin kontrolünü ele geçirdikten sonra Afganların “kontrolsüz” akışının önlenmesinde özen göstermenin önemini vurguladı.
Yapılan tüm çabalara rağmen, Türkiye’den Yunanistan’a deniz yoluyla geçmeye çalışırken boğulan mültecilerle ilgili basında çıkan acı görüntülere ve Suriye içinde ve dışında yüzlerce yerinden edilmiş insanın ölümüyle ilgili günlük haberlere rağmen, birçok Avrupa ülkesi insani sebeplerle mültecileri ülkelerine almamakta ısrar ettiler. Bu durum, Avrupa Komisyonu’nu Mayıs 2016’da, sığınmacı kotalarını almayı reddeden AB üye devletlerine mali yaptırımlar uygulanmasını önermeye zorladı.
Bugün, savaş ve kriz yaşayan çeşitli ülkelerden gelen mülteciler ve insan hakları savunucuları, Avrupa ülkelerine mültecilerle dayanışmalarının çifte standardını soruyorlar. Ve uluslararası kanallarda konuşan Avrupalı politikacıların ve medya profesyonellerinin medeni (!) Ukraynalı mülteciler ile “aynı entelektüel ve eğitim düzeyine” sahip olmayan diğerlerini kıyaslarken ırkçı terimlerle konuştuklarına şahit oluyoruz. Türkiye’deki duruma bakıldığında ise esasen ülkedeki şiddetli kutuplaşma nedeniyle bu sorunun çözümü daha karmaşık olabilirdi. Erdoğan liderliğindeki hükümet, mültecileri renk, ırk ve ten ayrımı yapmaksızın kabul etmeye ve ağırlamaya vurgu yaparken muhalefet mülteci dosyasını 2023’te yaklaşan seçimlerde siyasi bir kart olarak kullanıyor. Bu, ekonomik krizlerin ve kişi başına düşen gelirin azalmasıyla pekiştirilen mülteci karşıtlığını elbette ki artıracaktır. Tüm bunların sonunda gelecekte bir gün Ukrayna’da, Suriye’de ve dünyanın birçok ülkesinde istikrar sağlanacağını umuyorum. Ancak Ortadoğu’da hakları gasp edilen, Batılıların mevcut refah ve istikrarı için kendileri mazlum durumuna düşürülen ve bu yüzden de yardıma muhtaç olan milyonlarca çaresiz insanı unutmamalıyız.