Prof. Dr. Ercan Öztemel 1962 yılında Elazığ’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamladı. 1984 yılında İTÜ Sakarya Mühendislik Fakültesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. 1985-1987 yılları Boğaziçi Üniversitesinde Yüksek Lisans, 1988-1992 yılları arasında İngiltere’de Galler Üniversitesi Elektrik, Elektronik ve Sistem Mühendisliği Okulu, Sistem Mühendisliği Bölümünde doktora çalışmalarını tamamladı. Halen, Marmara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Endüstri Mühendisliği bölümünde Endüstri Mühendisliği Anabilim Dalı Başkanı olarak çalışmaktadır. Yapay zekâ, zeki imalat sistemleri, yönetim bilişim sistemleri, benzetim ve modelleme, askeri benzetim, simülatörler, stratejik planlama, kalite yönetimi gibi alanlarda araştırmalar yapmaktadır. Bu konularda çok sayıda makale, bildiri ve kitapları bulunmaktadır.
İNSİCAM

S: Kıymetli hocam merhabalar. Yapay zekânın insanlık tarihini değiştiren bir dönüm noktası olduğu söylenebilir mi? Bu gibi yorumlara bakarak, yapay zekânın hayatımıza yeni girdiğini düşünüyoruz; ama bu doğru mu?
C: Merhabalar.
Yapay zekâ, insanlık tarihinde yeni bir dönemin başlamasını sağlayacak nitelikte gelişmeye devam etmektedir. Henüz tam anlamı ile bir dönüm noktası olduğunu söylemek zor olmakla birlikte, o yönde bir gelişmeye doğru hızla yol alınmaktadır.
Yapay zekâ, insan hayatına yeni girmemiştir. 1950’li yıllardan beri bilim insanları yapay zekâ geliştirmeye devam etmiştir. Başlangıçta, insan benzeri bir sistem ve makine geliştirme amacı ile çalışmalar başlamıştır. Geliştirilen makinenin zeki olup olmadığını belirlemek için Turing testini geçmesi istenmiştir. Bu test için, bir değerlendirici (sorgulayıcı), test edilecek makine ve başka bir insan farklı odalara konulmaktadır. Sorgulayıcı, bir soruyu hem makineye hem de insana sormaktadır. İstediği konuda, istediği soruyu istediği şekilde sorabilmekte ve her iki taraftan da cevap gelmektedir. Soruyu soran, gelen cevapların makineden mi insandan mı geldiğini ayırt edemiyorsa, o makinenin “zeki” olduğu kabul edilmektedir. Hatta makineyi ayrıştırabilmek için sorgulayıcı, istediği hamleyi yapabilmektedir. O zamandan beri bu testi geçen bir makine henüz yapılamamıştır.
1970’li yıllara gelindiğinde, özellikle makinelerin öğrenmesinin mümkün olmayacağı yönünde hazırlanmış 1996 yılında yazılan ALPAC[1] ve 1973 yılında yazılan Lighthill[2] raporları nedeni ile yapay zekâ çalışmaları ilk “kışını” yaşamıştır. Bunların ardından, 1970’li yılların sonlarında zeki makine yapmanın güçlüğünü gören bilim dünyası, soru soran kişinin belirli bir alanda sınırlanmasına karar vermiştir. Alanı daralttıkça testten geçen yazılımlar yapılması mümkün olmuş ve böylece uzman sistem teknolojisi gelişmiştir.
1980’li yıllarda, zeki makine üretme beklentisi yerini zeki program üretmeye bırakmıştır. Uzman sistemler gelişirken, diğer yandan yapay zekâ için geliştirilmiş olan LISP gibi programlama dillerinin istenilen başarı düzeyine ulaşamayınca yapay zekâ, tabiri caizse, ikinci kez “kış uykusuna” yatmıştır. Ancak bilim insanlarının zeki program üretme tutkusu paralelde devam etmiştir.
1986 yılında geliştirilen çok katmanlı algılayıcı makine öğrenmesi algoritması ile makinelerin öğrenebileceği gösterilmiştir. Yeni geliştirilen üst düzey bilgisayar programlama dilleri, yapay zekânın tekrar uykudan uyanmasına yol açmıştır. Bulanık önermelerin işlenebilmesi, insan karar verme sürecine biraz daha yaklaşılmasını sağlamıştır. Genetik algoritmalarla, normal bilgisayar programlarını kullanarak çözülemeyen problemleri çözmeyi mümkün kılınca, 1990’lı yılların ortalarına doğru yapay zekânın ticarileşme dönemi de başlamıştır. Endüstrinin ilgi göstermesi nedeni ile bilimsel çalışmalar her geçen gün daha da odaklanmış; her gün yeni yapay zekâ algoritmaları ortaya çıkmaya başlamıştır. Kara tahta uygulamaları gibi bazı teknolojilere ise olan ilgi zayıflamıştır.
Yeni ortaya çıkan yapay zekâ teknolojileriyle birlikte robotik ve enformasyon teknolojilerindeki gelişmeler, aynı zamanda tekrar zeki makine üretme merakını ortaya çıkarmıştır. Kendi başlarına karar veren, bağımsız çalışan, olaylara odaklanabilen ve olaylar arasında öncelik ilişkileri kurabilen zeki ajanlar geliştirme yönünde önemli çalışmalar yapılmış ve başarılı sonuçlar alınmıştır. 2010’lu yıllarda zeki ajanların başarılı olması, insansız araç geliştirme yönündeki çalışmaları da tetiklemiştir. Buna paralel olarak, robotik, enformasyon ve yapay zekâ teknolojilerinin gelişmesi ile endüstriyel yaşamın dönüşeceğine yönelik düşünceler, Almanya hükümetinin büyük paralar vererek tanımladığı Endüstri 4.0 çerçevesinde 2015’li yıllardan sonra toplumda yeni bir dönüşüm dalgasını tetiklemiştir.
Bu arada, doğal dil işleme teknolojisinde de önemli gelişmeler olmuş; insanoğlu, konuştuğu dilin tüm inceliklerini bilgisayara modelleyebilmiş ve Büyük Dil Modelleri geliştirilmiştir. Makine öğrenmesi ile Büyük Dil Modelleri birleştirilince, 2017 yılında transformer yapısının geliştirilmesi ile üretken yapay zekâ çalışmalarının önü açılmıştır. 2020 yılında üretken yapay zekâ toplum ile tanışmış ve ondan sonra önü alınmaz bir gelişme seyri yaşanmıştır. Yapay zekâ artık Turing testini geçebilecek düzeye doğru hızla yol almış ve almaya da devam edecektir.
Toplum tarafından da yapay zekânın benimsenmesi, yeni bir toplumsal dönüşümü tetikleyebileceğini göstermektedir. İnsanlar, geçmişten geleceğe yapay zekânın seyrini tam olarak bilmediklerinde, onun hayatımıza yeni girdiğini düşünmektedir. Toplum ile bütünleşmesi yeni olmuştur. Ancak bu, 75 yıllık bir çalışmanın ürünüdür. Üretken yapay zekâdan önce; sembolik yapay zekâ, uzman ve istatistiksel yapay zekâ gibi yapay zekâ türleri ile insanoğlu karşılaşmıştır. Yakın gelecekte de sürpriz sayılabilecek yeni gelişmeler olasıdır.

S: Hocam, deepfake ve benzeri çalışmalara bakıldığında, yapay zekânın insan bilincini, ruhunu, duygularını ve estetik anlayışını yakalayabileceğine dair inanç ve ön görüler hakkında ne düşünüyorsunuz? İnsanı modelleyen bir yapay zekâ ne kadar ileri gidebilir?
C: Zekâ ile akletme arasındaki farkı anlamadan, bu sorunun cevabını doğru yanıtlamak zordur. Zekâ, insanoğlunun olaylar arasında ilişki kurabilme yeteneğidir. Yapay zekâ da tam olarak bunu öğrenmektedir. Akletme ise ruhi bir melekedir; yani ruh ve kalple ilgilidir. Yapay zekâ hiçbir zaman bir ruha kavuşamayacağı için, insan ruhun ve bilincinin bir benzerine sahip olması mümkün görünmemektedir.
Duygulara gelince; eğer insanoğlu zekâsını kullanarak duyguları modelleyebilirse, bunları yapay zekânın taklit etmesinin önü açılmış olur. Yapay zekâ, kendisine sunulan veriler arasındaki ilişkiyi öğrenerek ona dayalı yorumlar yapabilmektedir. Şunu çok iyi anlamak gerekmektedir: Kelimeler arasındaki ilişkiler ile sorulan sorulara cevap vermektedir. Yani bir soru sorulduğunda, o soruya karşılık olabilecek kelimeleri belirlemekte ve onları dil modelinden geçirip anlamlı cümleler oluşturmaktadır. Yani bir soru sorulduğunda, ona karşılık gelebilecek cevabı “uydurmaktadır”.
Zaman zaman ilgisiz cevaplar üretmesi, aynı sorulara her seferinde farklı cevaplar üretmesinin (halüsinasyon görmesinin) nedeni de budur. Her seferinde farklı ilişkiler, öğrenme modelinde öne çıkabilmektedir. Yapay zekânın hangi kabiliyetlere sahip olacağına, oluşturulan model ile insanoğlu karar vermektedir. Gelişen aslında yapay zekâ değil, insan zekâsıdır. O geliştikçe, daha zeki sistemler modelleyebilmektedir. İyi robot yapmak da, kötü robot yapmak da insanın elindedir.
Yapay zekânın kendi başına bir bilinç kazanması ya da inanca kavuşması mümkün değildir. Buna sahip olabilmesi için, insanın bunun yolunu açacak modeller geliştirmesi gerekmektedir. Yapay zekâ, insanın yardımı ile yeni bir yapay zekâ da geliştirebilir; insanın yaptıkları işleri yapacak bir robotu da geliştirebilir. Ama ruh olmadığı sürece geliştirilen her şey, robot düzeyinde kalacaktır. Dahası, yapay zekâ çok daha zeki olabilecektir. Ancak bir insanın yerine geçmesi mümkün olmayacaktır.
S: Hocam, yayınlarınızda sıklıkla yapay zekâ destekli bir dijital dönüşüm sürecinde olduğumuzu ifade ediyorsunuz. İnsanın bu süreçteki konumu ve katkısı gün geçtikçe azalıyor mu, yoksa azaldığına dair bir algıya rağmen “insan faktörü” hâlâ hayati bir noktada mı?
C: Yukarıda da söyledim: Yapay zekânın mimarı insandır. Onun nasıl çalışması gerektiğine de insan, geliştirdiği model ile karar vermektedir. Eğer insanoğlu, 1950’li yıllarda mantık kuramını bilgisayarlaştıracak yolu bulmasa idi, bugün yapay zekâdan bahsetmiyor olacaktır. 1985 yılında çok katmanlı algılayıcı modeli geliştirilmese idi, bugün “öğrenen zekâ” diye bir şey olmayacaktı. 2017 yılında birileri “dikkat mekanizmasını” geliştirmemiş olsa idi, bugün üretken yapay zekâyı konuşmuyor olurduk.
Toplum dönüşmektedir. Dijital dönüşüm tüm dünyayı sarmıştır ve yapay zekâ, bu dönüşümün en önemli itici gücüdür. Yapay zekânın gelişmesini sağlayan da insandır. Yakın gelecekte insan, kendi kendisini de geliştiren bir zekâ modeli oluşturabilecektir. Bu zekâdan bazıları kötü sonuçlar doğurabilir; ancak tam tersi de mümkün olabilecektir. İnsanlar da iyi insan, kötü insan olarak toplumda dolaşmaktadır. Belki gelecekte kötü robotlar da olacaktır. Ama kötü bir robotu durdurmak ve kötülüklerini önlemek, kötü insanları durdurmaktan on kat daha kolay olacaktır.

S: Tıp, eğitim ve savunma alanlarında yapay zekâ uygulamalarının hızlı ilerlemesi, devlet ve toplum bazında yapay zekâya olan güveni tetikliyor gibi. Bu konu hakkında neler söyleyebilirsiniz? Yapay zekânın kullanım alanlarına bakıldığında mutlak bir güven söz konusu olabilir mi? Yapay zekâ, hangi “sivil” alanlarda temkinli kullanılmalı?
C: Yapay zekâ, uzun yıllardır tıp, eğitim ve savunma alanlarında o veya bu şekilde uygulanmaktadır. Bazı uygulamaların adına yapay zekâ denmese de arkasında yapay zekâ algoritmaları çalışmaktadır. Son zamanlara kadar bu alanlardaki gelişmenin istenilen düzeyde olmaması, aslında toplumun genelinde yapay zekâya güvenin yeterli düzeye ulaşmamış olmasına yol açıyordu. Üretken yapay zekâ ile toplumun büyük bir kesimi, yapay zekânın gücünü gördü. Cep telefonlarıyla bile onunla sohbet etme imkânı buldu. Sorduğu sorulara yapay zekânın verdiği cevapların doğruluğu hem şaşırtıyor hem de içte içe ona olan güveni artırıyordu. Zaman içerisinde bu güven artabilir ama kalıcı bir güven oluşması için insanların, yapay zekânın gerçekte nasıl çalışabildiğini, hata yapabileceğini, her söylediğinin mutlak doğru olarak kabul edilemeyeceğini anlaması gerekir. Eğer her işte mutlak doğruyu yapay zekâdan beklerse, zaman zaman hüsrana uğrayacağı durumlar oluşabilir. Yapay zekâ her alanda kullanılabilir. Eğer doğru veriler ile yapay zekâ eğitilebilir ve kararlarını doğrulayacak bir mekanizma (ki bu henüz tam olarak gelişmemiştir) oluşturulabilirse, yapay zekânın ilgili alanlarda kullanılmasının önünde bir engel olmaz. Bir mahsuru da olmaz. Ki bunu önlemekte zaten mümkün olmayacak ve yapay zekâ her alanda, hayatın ortasında olacak gibi görünmektedir.
S: Son olarak, bir yapay zekâ okuryazarlığı gerekli mi, hocam? Uluslararası hukuka uygunluğu açısından da, devletler hem profesyonel hem de sivil alanlarda yapay zekâyı kullanırken belirli bir norm ve ilke ortaya koymalı mıdır?
C: Gelecekte, insanlar ile robotların birlikte yaşayacağı topluma doğru hızla yol alınmaktadır. Yapay zekâ, gelişimini büyük bir hızla sürdürmektedir. Yapay zekânın toplum ile bütünleşmesinin önündeki en önemli sorunlardan biri de beraberinde getirdiği bir takım etik ve hukuki sorulardır. An itibariyle, toplumsal olaylarda onun sorumluluğu ve rolü ile ilgili bir belirsizlik vardır. O nedenle, yapay zekânın toplum içinde sürdürülebilirliğini sağlayacak mevzuat düzenlemelerine büyük oranda ihtiyaç olacaktır. Mevzuat ve yasal düzenlemelerin yapılması, yapay zekânın toplumsal kimlik kazanması ve kabul görmesi bakımından önemlidir. Bu konuda sadece ulusal çalışmalar yapmak yeterli olmayacak; belki ortak bazı standartlar çerçevesinde uluslararası bir yapılanmaya gidilerek ülkelere küçük düzenlemeler yapma imkânı verilmesi en doğru yol olacaktır.
Sokaklarda insansız araçların dolaştığı zamanlara az kalmıştır. Robot polislerin toplumda güvenliği sağlamadığı zamanlar gelmektedir. Robotların insanlar ile arkadaşlık ettiği bir toplum oluşmaktadır. Bu toplumlarda, robotların eylemlerini topluma zarar vermeden yürütmelerini sağlayacak düzenlemeler kaçınılmaz olacaktır. Yapay zekâ geliştiricilerini bağlayan ve onları sorumlu tutan düzenlemeler kötü niyetli sistemlerin geliştirilmesinin önüne geçebilecektir. Belki zamanla, topluma zarar veren robotların toplanması (kötü niyetle yazılmış kitapları toplamak gibi) gibi hukuki yollarda aranacaktır. Yapay zekâ ile oluşabilecek mahremiyet, güvenlik, önyargıları ve hesap verebilirlik gibi sorunların çözülmesi, yapay zekânın da gelişimini de olumlu yönde etkileyecektir.