Gümüşhânevî Geleneğinde Râmûz el- Ehâdîs Okumaları Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi ve İnsan İnşası

İstikameti, kerametten üstün sayan, “en büyük keramet istikamettir” diyen tasavvuf erbabı için, “Kâle Allah”, “Kâle Rasulullah” demek, fıkhın soğuk yüzünden ya da “üstadım buyurdular ki”, demekten daha salim bir limandır.

Mustafa KARATAŞ

Prof. Dr., İstanbul Üni. İlahiyat Fak.

Mehmed Zahid (Kotku) Efendi, İcâzetnâme-i Nefîs li-Râmûzi’l-Ehâdîs, M. Esad Coşan Arşivi,
Ahmed Ziyaeddin-i Gümüşhanevi Koleksiyonu, Dosya No: 3, Gömlek No: 41.
  1. Gümüşhânevî Geleneğinde Hadis ve Sünnet

Hadis ilminin konusu bizzat Hazreti Peygamber olması itibariyle dünya ve ahiret saadetini elde etmeye vesile olacak bilgileri içerir. Çünkü insanlar, yeme ve içmeye varıncaya kadar bütün işlerinde ona muhtaçtır. Hadis ehlinin fazileti yüksektir. Zira Resûlullah (s.a.v.) onlar hakkında: “Bizden bir şey işitip de onu işittiği şekilde başkasına ulaştıran kimsenin, Allah yüzünü ak etsin. Nice tebliğ edilen vardır ki, işitenden daha gayretli olur.” (Tirmizî, İlim 7; Ebû Dâvud, İlim 10) buyurmaktadır. Diğer bir Hadis-i şerifte ise söyle buyrulmuştur: “Kıyamet gününde, bana en yakın olanlar, bana en çok salavat getirenlerdir.” (Tirmizî, Vitir 21). Bu ümmet içinde, hadis ehlinden daha çok Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e salavat getiren yoktur.

Gümüşhânevî geleneğinde hadis ilminin, bir sünneti öğrenmenin, öğretmenin ve onunla amel etmenin, kıymeti ve ehemmiyeti çok fazladır. Allah Tealâ’nın Habibi, son Peygamberi ve en yüksek ahlâk üzere yaratmış olduğu Efendimiz aleyhisselamın söz ve fillerinde; Kur’ân tefsirini, ahlâkın zirvesini, insanlığın idealini, dünya ve ahiret saadetinin tamamını ve insanlık tarihinin gelmiş ve gelecek büyük hakikat ve ikazlarını buluruz. İnsan, elinde olmadan akıp giden bu hayatın her saniyesinde, iyi ile kötü, doğru ile yanlış ve mutluluk ile mutsuzluk arasında bocalayıp durur. İşte Allah Tealâ’nın kullar için, büyük bir lütuf olarak göndermiş olduğu Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’ in mübarek söz ve fillerinin bilinmesi de bu bakımdan büyük bir önem taşır.

Aralarında Kastamonulu Hasan Hilmi (ö.1911), Safranbolulu İsmâil Necâtî (ö.1921), Dağıstanlı Ömer Ziyaeddin (ö.1921), Tekirdağlı Mustafa Feyzi (ö.1926) gibi huzur dersi muhatap ve mukarrirliğine kadar yükselmiş âlimlerin de bulunduğu 116 kişiye hilâfet veren Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî (ö.1893), dinî ilimleri öğrenme ve sünnete uyma konusu üzerinde hassasiyetle durmuş, tekkesinde hadis okutmaya ağırlık vermiş, böylece Gümüşhânevî Dergâhı bir “dârülhadis” hüviyeti kazanmıştır. Daha sonra Abdullah Hasib Yardımcı (ö.1949), Abdülaziz Bekkine (ö.1956) ve Mehmed Zahid Kotku (ö.1980) Hocaefendiler de sırasıyla camilerinde talebelerine bu eseri okutmuşlardır.

İnsanların yararlanması ve kendisinden talep edilmesi üzerine kaleme aldığını belirttiği Râmûz el-Ehâdis eserini tasnif eden Ahmed Ziyaeddin Gümüşhânevî, söz konusu eserini değişik hadis kitaplarından seçerek meydana getirmiştir. Eser, alfabetik hece sırasına göre hadislerin yer aldığı 7103 hadis-i şerif ihtiva eder. Bunun 6402 kadar Hz. Peygamber (s.a.v.)’in söz ve fillerine, 701 kadar da hilye ve şemâiline aittir. Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim, Sünen ve Müsnedlerden, Taberânî, İbn Asâkir, Deylemî, İbn Hibbân ve Hâkim ve diğer pek çok kitaptan derlediği hadis kitabında, aldığı kaynakların rumuzlarını da hadislerin sonuna eklemiştir.

Ahmed Ziyaeddin Gümüşhânevî’nin Râmûz el-Ehâdîs kitabı, diğer eserlerinden daha fazla meşhur olmuştur. Ayrıca Râmûz el-Ehâdîs hadislerine kendisi bizzat şerh yazmıştır. Hadisleri şerhettiği beş ciltlik Levâmiu’l-Ukûl adlı eserinde her bir hadis hakkında geniş açıklamalar yapmış, o hadisin sıhhati hakkında itirazlar varsa kendi usulünce cevaplar da vermiştir. Râmûz ve onun şerhi Levâmi adlı eserlerinde gerek sistem gerek rumuzların seçimi gerekse içindeki hadislerin sıhhati bakımından zayıf hadisleri barındırması sebebiyle hadis usulü açısından eleştirilmektedir. Râmuz’un alfabetik olması ve Gümüşhânevî’nin kullandığı kaynaklar ve hadislerin sıhhati itibariyle eser, İmam Suyûtî’nin kavli hadislere yer verdiği alfabetik hadis kitabı el-Câmiu’s-Sağîr’e daha çok benzemektedir. Ayrıca Râmûz şerhinde Münâvî’nin Feyzü’l-Kadîr eserinden de yararlandığı bilinmektedir. Bu şerhte hadislerin zayıf dahi olsa onu kitabına alma gerekçelerini de yazmıştır.

Ahmed Ziyaeddin Gümüşhânevî’nin halifelerinden olan Ömer Ziyaeddin Dağıstanî’nin Zübdetü’l-Buhârî adını verdiği Buhârî’nin Sahîh adlı hadis eserinden seçerek derlediği eseri de meşhurdur.  Ancak tekke geleneğinde Buhârî ya da bir başka eser yerine Râmûz vazgeçilmez bir eser olagelmiştir. İstikameti, kerametten üstün sayan, “en büyük keramet istikamettir” diyen tasavvuf erbabı için, “Kâle Allah”, “Kâle Rasulullah” demek, fıkhın soğuk yüzünden ya da “üstadım buyurdular ki”, demekten daha salim bir limandır. Gümüşhânevî geleneği hatta Nakşibendi Halidiyye kolu, İslamî ilimleri ve insana hizmeti öncelemişlerdir. Hadisin yumuşak yüzü ve ilmin rehberliği, güzel ahlâk ile de birleşince daha sonra “Görünmeyen Üniversite”ye dönüşen bu dergâhı cazip hale getirmiştir.

2. Râmûz el-Ehâdis Okumaları ve İnsan İnşası

Ahmed Ziyaeddin Gümüşhânevî, “Bu kitapla meşgul olmak ve onu mütalaa etmek, bin kitapla meşgul olmaktan daha hayırlıdır” derken bu kitabın değerinden daha çok, tekke geleneğinde Râmûz’un vazgeçilmez konumunu belirlemiştir. O, zühd ve tasavvufun ilimsiz yozlaştığının farkındadır ve tarikat ehlini daima Kur’ân ve Sünnet çizgisinde tutmak istemektedir. Hadis dersleri esnasında dinin hayat ile irtibatı kurularak aynı zamanda mürîdâna tarikatın prensipleri de verilmiş olmaktadır.

Tekirdağlı Mustafa Fevzi Efendi, Yeni Cami’de bir müddet hadis dersleri yaptıktan sonra, her sene bir defa hatmetmek suretiyle Beyazıt Camii’nin hünkâr mahfili altında Râmûz el-Ehâdîs derleri vermiştir. Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi kendisinden iki defa halvet aldıktan sonra yirmi yedi yaşlarında irşad salahiyetine ermiş, Râmûz el-Ehâdîs, Kasîde-i Bürde ve Delâil-i Hayrât icazetleri almıştır. Nureddin Topçu, Necmeddin Erbakan gibi şahsiyetlere de tesiri olan Abdülaziz Bekkine Hocaefendi’den sonra görev yaptığı camilerde Râmûz dersleri yapmış, bilhassa İskenderpaşa Camii’nde pazar günleri ikindi namazlarından sonra yıllarca (1958-1980 arası) Zahid Kotku Hocaefendi bu geleneği sürdürmüştür. Gelenek halinde aksamadan devam eden bu hadis dersleri, kendisinden sonra da damadı Prof. Dr. Esad Coşan Hocaefendi tarafından devam ettirilmiştir. Bu derslere kesintisiz 1980 yılından itibaren on üç sene devam ettiğimi söyleyebilirim. Esad Coşan hocamızın ısrarlı talebi ve emri üzerine İskenderpaşa Camii’nde başladığım imamlık vazifesinde yine onun tavsiyesiyle her ikindi namazı sonrası yaptığım Riyâzu’s-Sâlihîn derslerinden başka, birkaç defa da Esad hocamız gelemediği için cemaate pazar günü ikindi sonrası Râmûz el-Ehâdîs dersi yaptığımı hatıra olarak belirtmeliyim.

Buhârî, Müslim, Muvatta, Ebû Dâvûd, Tirmizî gibi kitaplar dururken cemaate içerisinde zayıf hadislerin de yer aldığı bilinen Râmûz’un ısrarla neden okutulduğu, bir hadis ehli ve İskenderpaşa’da yıllarca kalmış ve imamlık yapmış biri olarak şahsıma da sorulmuştur. Hadisçi açısından benim de olmazsa olmazım, elbette Buhârî’nin Sahîh adlı eseridir. Kaldı ki, oradaki hadislerin sıhhatini en az bizim kadar Ahmed Ziyaeddin Gümüşhânevî hocamız da bilmektedir. Ancak Buhârî’nin Sahîh’i gibi eserler halk için yazılmamıştır. Onların içerisinde alışverişin en ince ayrıntılı hükümleri, hadler, ibadetler, muamelat, akla gelebilen her türlü konuyla ilgili bölümler yer almaktadır. 

Buhârî gibi eserleri okuyup anlamak için sırf ilim ehli olmak gerekir. Bu sebeple İmam Nevevî gibi zatlar Riyâzu’s-Sâlihîn gibi daha çok ahlâk ve fazilete dair hadislerin yer aldığı kitaplar derlemişlerdir. et-Terğîb ve’t-Terhîb gibi, et-Tâc gibi eserler halka yönelik vaaz ve nasihat yollu hadis okumaları maksadıyla derlenmiş eserlerdir. Onlarda da sıhhati tartışmalı hadisler yer almaktadır. Bu tür eserlerin amacı ilim talebesi ve ilim erbabı yetiştirmek değil, insan yetiştirmektir. Bu nedenledir ki, kanaatimce hadislerin sıhhatinden veya mevzuun öneminden çok, insan ahlâkını ve toplum hayatını acilen tedavi edebilecek, tabir caizse ilacı tercih etmişlerdir. İnsanı yetiştirmek, yetişebileceği ortamı ve kültürü oluşturabilmek için bazen hikâyeler, kıssalar hatta masallar bile tesirli olmaktadır. Ancak bir hususa dikkat etmek gerekir ki, bu hadislerin sıhhatini ve izahını bilmeden ehil olmayanın delil getirmesi de doğru olmaz.

Râmûz’daki hadisler daha çok iman, ibadet ve ahlâka dairdir. Kitap incelendiğinde ahlâk ile alakalı olanların ağırlıkta olduğu fark edilecektir. Râmûz okumalarında ilim elbette önemlidir ancak burada hedeflenen öncelikle ilim değil insandır. Zira ilim gaye değil ancak kıymetli bir vasıtadır. Aslolan Allah’a kul olabilmektir. “Şeyhlik de boş, dervişlik de boş, aslolan Allah’a iyi bir kul olmaktır” sözüyle Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi, hedefi net olarak belirlemiştir. Toplumdaki yozlaşmaya sessiz kalmayan bir mürşidin önce insan inşa etmek için ömrünü vakfettiğini görüyoruz. Onun nezdinde Râmûz, her bir hadisle nakış, nakış örerek inşa etmek istediği insan için kullandığı bir aynadır.

            Râmûz’daki hadisler alfabetik sıraya göre okunduğundan tabiatıyla birden fazla farklı konular içermektedir. Bu durum ise, hadis dinleyen ve takip edenlerin zihinlerindeki pek çok sorunun cevap bulmasına vesile olmaktadır. Gerek ferdi gerek aile düzeni gerekse güncel ve toplumsal konularda, bir gencin çözüm aradığı meseleleri Hocaefendi kendi yumuşak üslubu ile gönüllere nakşetmektedir. Konulu tasnif edilmiş kitaplar, elbette kendi yöntemi bakımından faydalıdır ancak takip edildiğinde bu kadar farklı konulara temas etmek mümkün olmamaktadır. Zihninde pek çok soruyla gelmiş insanların cevabını bulacağı hadislerde alfabetik sistem daha uygundur.

İrşad ve eğitim esnasında Hocaefendi bir muallimden çok, şefkat sahibi, merhamet yüklü bir rehber ve dost konumundadır. Onun asli vazifesi huzuruna gelene Allah’ı hatırlatmak, bunu da derin bir ihlas ve tevazu ile yapmaktır. O yanına gelenlere külfet nazarıyla değil, rahmet ve emanet nazarıyla bakar, ona dua eder, hayrını ve felahını temenni ederdi.

Hadis derslerinde dinin hayat ile irtibatı kurularak aynı zamanda tarikatın prensipleri de dinleyenlere verilmiş olmaktadır. Nitekim “En büyük günah, gaflettir” sözünü Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi çokça zikreder, kitaplarında çokça tekrar eder. Nakşilikteki “huş der dem/an içinde uyanıklık” ilkesini vurgulamış olmaktadır. Tasavvuftaki “derviş ibnü’l-vakttir/vaktin oğludur” sözü de bu ilkeyi gönle yerleştirmenin bir başka ifadesidir. “Nazar ber kadem” prensibiyle tevazuyu; “sefer der vatan” düsturuyla, behimî ve süflî sıfatlardan melekî sıfatlara yönelmeyi; “halvet der encümen” sözüyle, halk içinde Hakk ile beraber olmanın sırrı aktarılır. Hadis dersleri yeri geldiğinde bu ilkeleri aktarmak için en güzel fırsat ve ortamlardır. Talebeler çoğunlukla izdiham halinde pür dikkat dinlerler ve notlar alırlar.

Hocaefendi gerek vaazlarında gerekse kitaplarında müridlerini kendine itaate değil, Allah ve Rasulüne itaate davet eder. Kemâlattan çokça söz eder; kâmil olabilmek için Üsve-i hasene olan Rasulullah aleyhisselam’ın ahlâkını örnek almak ve yaşamak lazımdır. Günahlardan kaçınmanın yanı sıra tövbeye yönelmek gerektiğinin üzerini ısrarla çizer. Daima abdestli olmayı, şehvetlerden ve hayvani hislerden uzak durmayı, nefse ve şeytana uymamayı hatırlatır.

Onun şiarlarından biri belki de en önemlisi kardeşliktir, kalp kırmamaktır. “Gardaşlık pekey demekle kaimdir” düsturunu öğretmek ve kalplere yerleştirmek için ömrünü vakfetmiş Hocaefendi’nin mektebinde yetişenler, bu cümlelerin kıymetini çok daha iyi anlarlar. “Müminler ancak kardeştir” ayetinin (Hucurat, 49;10) hakkıyla yaşayan örneklerini görmek için, o yıllarda pazar günü ikindi vakti, hadis dersinden sonra görünmeyen üniversite İskenderpaşa Camii’nin avlusuna bakmak yeterlidir. Ne muhteşem bir manzaradır o an, aman Allahım! Her biri başka üniversite ve şehirden gelmiş, yüzlerce hatta binlerce gencin birbiriyle candan musâfaha ve samimiyetle sarılması… Dakikalarca sohbet ve son yıllarda tekke çorbası, pilav, ayran ve zerde ikramı…

Kardeşliği bunun kadar güzel anlatacak, ne bir kitap ne de bir örnek görebilirsiniz. Oradaki muhabbet ve ihlas, başka hiçbir şeyle mukayese edilemez. İşte bu muhabbet ve kardeşlik, Hocaefendi’nin az önce yaptığı hadis dersinin kalpten kalbe yansıması ve bedende zuhur etmesidir. Bu manzara, doksanlı yıllara kadar rahmetli Esad Coşan hocamızın dersleriyle de devam ettirilmiştir. Şimdi ise, özlemle yâd ettiğimiz güzel bir anı olarak kalmıştır.

Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi’nin öğretisinde kardeşlik ne kadarsa Müslümanlık da o kadardır. Hikmet sükûttadır; halbuki insanlar onu çok konuşmada arıyorlar. Allah’ı bilmek ancak nefsi bilmeye bağlıdır. Tokluk şehveti artırır, tembellik ve uyku getirir. Herkes yahşi ben yaman, herkes buğday ben saman. Tövbekârları sevmeli, müminlere karşı merhametli ve mütevazı olmalıdır. Kibirlenmek büyük günahtır, Allah kibirlenenleri sevmez. Başkalarının ayıpları yerine kendi kusuruyla meşgul olana ne mutlu! İlim öğrenmenin fazileti hadsiz hesapsızdır; Cenab-ı Hakk ilmin daima arttırılmasını istemiş olduğundan bizim bu ilme itirazımız mümkün değildir. Yunus Emre, o da memleket evladı bak ne güzel sözleri var:

Ne varlığa sevinirim,

Ne yokluğa yerinirim

Aşkın ile avunurum

Bana seni gerek seni

Ahmed Ziyaeddin Efendi’nin Karz-ı Hasen Sandığı kurduğunu biliyoruz. O dönemde faize de alternatif olarak pek çok ihtiyaç sahibine yardımcı olmuştur. Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi de bilhassa öğrencilere yardımcı olmak maksadıyla Hak Yol Vakfı’nın kurulmasını yetmişli yıllardan itibaren teşvik etmiş ve 1980 yılında faaliyete geçmiştir. Yerli üretime de çok önem veren Hocaefendi’nin ısrarları ve işaretleriyle Rahmetli Necmettin Erbakan ve arkadaşları, ilk iş olarak yüzde yüz yerli Gümüş Motor’u kurmuşlardır.

Üniversitelerdeki anarşi yıllarında inançlı gençliğe adeta kalkan olmuş, onların sağ salim, mekteplerini bitirebilmeleri için onlara velilik yapmıştır. Yıldız’da ve diğer üniversite ve kampüslerde nice güzel insanların yetişmesine katkı sağlamış, o günlerin şirk, küfür ve isyan bataklığında boğulmalarına razı olmayarak, onlara kol kanat germiş, caminin yanı başına suffe diyebileceğimiz bir yurt da inşa ettirmiştir. Bir Mehmetler ordusunu andıran Mehmet İncili, Mehmet Güney, Mehmet Emre, Mehmet Arar gibi kıymetlerin yetişmesine vesile olmuştur. Zekeriya Karaman, Hüseyin Kullemci, Süleyman Zeki Bağlan, bu manevi limanda korunmuş, Sabahaddin Zaim, Raşit Küçük, İrfan Gündüz, Ahmet Turan Arslan, Mehmet Demir, Ahmet Akın Çığman, Ali Rıza Temel gibi binlerce hoca; Önügörenler, Çamlılar, Bayraktarlar, Hakkı Yükseller, Saim Akaylar doktorlardan, mühendislerden pek çok insan; Özallar, Erbakanlar gibi siyasetçilerden ve birçok bürokrat, milletvekili ve bakanlardan niceleri bu has bahçenin gülleri olmuştur. Yetmişli yıllardan sonra ülkenin kaderine damga vuran ne kadar inançlı ve yetişmiş nesil varsa, çok azı müstesna, bir şekilde yolu Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi ile kesişmiştir ve kendisinden istifade etmişlerdir.

Toplumdaki yozlaşmaya bigâne kalmayan bir mürşid-i kâmilin önce insanı inşa etmek için evrad ve ezkârla birlikte, Tasavvufi Ahlâk, Cennet Yolları, Nefsin Terbiyesi, Müminlere Vaazlar, Hadislerle Nasihatler gibi kitap ve yazılarıyla, cuma sonrası ve pazar günleri yaptığı sohbetlerle nice yıllar çaba sarf ettiğini, geri kalan ahir ömründe ise, toplumu inşa etmek için kurumlara yöneldiğini görüyoruz. Ankara’da cami ve külliyesiyle Öz Elif Sitesi’nin kurulmasına öncülük etmesi, müritleriyle hac ve umre yolculukları, Anadolu seyahatleri, vakıf kurma çalışmaları, son haccının ardından hastalanıncaya kadar ümmetin ve ülkenin derdi hep derdi olmuştur. Hasta haliyle bize evinin camından kurban parası vermesini unutamam. Ruhu şâd olsun. Peygambere komşu olsun.

Sonuç olarak Mehmed Zâhid Kotku Hocaefendi’nin ömrü boyu okuduğu Râmûz ya da bir kitap değil, insandır.