Devran Döndü Roller Değişti: Ailede Değişen Roller Üzerine

Geniş/geleneksel aileden çekirdek aileye geçişle birlikte, bir üst kuşağın yani anneanne, babaanne ve dedenin rollerinin değiştiğini görmekteyiz. Geniş ailede tecrübe, bilgelik, denge ve hakem gibi rollerle karşımıza çıkan bu nesil, artık kendi devrini kapatarak eskimiş ve rafa kalkmış; aileye karışmaması gereken, bayramdan bayrama eli öpülen ve harçlık dağıtan bir nesil olarak görülmeye başlanmıştır.

Muhammed Ü. ÖZTABAK

Doç. Dr., . FSMVÜ Eğitim Fakültesi

Aile, biyolojik bağlar yoluyla neslin devamını sağlayan, toplumsallaşmanın ilk adımlarının atıldığı, karşılıklı ilişkilerin belirli kurallara dayandığı, toplumda biriken maddi ve manevi değerlerin kuşaktan kuşağa aktarıldığı, toplumsal ve hukuki boyutları olan bir yapıdır. Aile yapısı; geleneksel/geniş aile, geçiş dönemi ailesi ve modern aile olmak üzere üç ana grupta incelenebilir. Zaman içinde aile yapısı geniş aileden çekirdek aileye, tarımdan sanayiye, geleneksel yapıdan modern düzene ve kırsaldan kentsel yaşama doğru bir evrim geçirmiştir. Türkiye’de aile yapısındaki değişimi etkileyen faktörler arasında nüfusun büyüklüğü, yerleşim yerlerine göre dağılımı, doğurganlık oranı, kadının toplumsal rolü ve toplumun genel zihniyet yapısındaki dönüşüm önemli bir yer tutmaktadır. Bu unsurlar, aile yapısının dönüşümünü tetiklemiş ve tarihsel süreç içinde aile tipi değişikliklerine yol açmıştır.

1980 yılında Türkiye nüfusunun çoğunluğunun kırda yaşadığı, 1990 yılına gelindiğinde kent nüfusunun kır nüfusunu geçtiği, 2010 yılında ise kır nüfusunun kütlesinde önemli azalmalar yaşandığı gözlemlenmiştir. Kent nüfusu istikrarlı bir biçimde artarken, kır nüfusu erimiştir. 2022 yılı itibariyle belde ve köylerde yaşama oranı %6,6’dır. Kırsal nüfusun eğitim oranı daha düşükken, kentte eğitim oranı daha yüksektir. Modern kuşakta kadının eğitim almaması gibi durum nadir görülmekte, hatta yadırganmaktadır. Son yıllarda tüm eğitim kademelerinde okullaşma oranlarının %90’ların üzerine çıktığını ve kız çocuklarında bu oranın üst seviyelerde olduğunu görmekteyiz. Eski dönemde erkeklerin eşlerinin eğitim almasını istemediği görülürken, günümüzde erkeklerin kız çocuklarının okumasına büyük bir destek verdiğine şahit olmaktayız. Tahsil arttıkça rollerdeki değişim daha hızlı olmakta, azaldıkça da daha yavaş olmaktadır. Bu durum, rollerdeki değişimle tahsil arasında negatif bir korelasyonun olduğunu göstermektedir.

Eskiden “Kaç çocuğunuz var?” sorusuna “İki emanetimiz var” şeklinde cevap verilirmiş. Çocuklara sahip olunan varlıklar olarak değil, Allah’ın emanet ettiği varlıklar olarak bakılırmış. Veya bir küçük çocuk vefat edince, ebeveynleri tarafından “O verdi, O aldı” denilirmiş. Emanetçi, kendisine emanet edilen eşyayı kendi istek ve arzularına göre değiştirmeye,  beklentilerine göre şekillendirmeye kalkmaz; aksine o eşyanın bozulmaması, zarar görmemesi, aslının korunması için elinden geleni yapar. Elbet zamanı gelince, gerçek sahibinin eşyasını alacağını bilir. Sahip olma senin içindir, emanetçi olma O’nun içindir. Sahip olma sana aittir, emanetçi olma O’na aittir. Sahip olma tasarruf tam yetkisi verir, emanetçi olma O’nun isteği doğrultusunda tasarruf izni verir. Bu sebeple sahip olma rolü ile emanetçi olma rolü farklı tezahür eder. Sahip olan, çocuğu kendi uzantısı şeklinde görebilir, çocuğu bir proje nesnesi haline getirebilir veya çocuğun projesi haline gelebilir. Emanetçiye düşen ise, fıtratı korumak, donanımına/istidadına göre yetiştirmek, çocuğu sağ salim sahibine teslim etmektir. Bu iki zihniyet yapısının eylemleri de elbette birbirinden farklı olacaktır.

Sahip ve emanetçi kavramlarına benzer bir karşılaştırmaya, Erich Fromm’un Sahip Olmak ya da Olmak isimli kitabında da rastlıyoruz. Yazar, kitabında şunları ifade etmektedir: “Eğer insan yalnızca ‘sahip olduğu’ şeylerden ibaretse, onları yitirdiğinde, kendini de yitirecek, kim olduğunu bilemeyecektir. Böylece yaşamı yanlış kurmanın sonucunda ortaya yenilmiş, moralsiz, yıkık ve acınacak bir insan çıkar. ‘Olmak’ kavramında ise sahip olunan şeylerin kaybedileceğinden doğan endişe ve korku yoktur. Olduğum gibiysem ve kişiliğim ‘olmak’ tarafından belirleniyorsa kimse benden bunu alamaz ve kişiliğimin yıkılması tehlikesi de doğmaz.”

Geniş/geleneksel aileden çekirdek aileye geçişle birlikte, bir üst kuşağın yani anneanne, babaanne ve dedenin rollerinin değiştiğini görmekteyiz. Geniş ailede tecrübe, bilgelik, denge ve hakem gibi rollerle karşımıza çıkan bu nesil, artık kendi devrini kapatarak eskimiş ve rafa kalkmış; aileye karışmaması gereken, bayramdan bayrama eli öpülen ve harçlık dağıtan bir nesil olarak görülmeye başlanmıştır. Son zamanlarda kadının iş hayatında daha fazla yer almasıyla birlikte, üst nesil ikinci anne-babalık dönemi yaşamaya zorlanmaktadır. Çocuklarına ebeveynlik yapan bu nesil, şimdi torunlarına ebeveynlik yapmak durumunda kalmaktadır. Onlar için bir nevi dejavu durumu! Torun baldan tatlıdır ama dede olarak seversen, babalık yaparsan değil. İkinci bahar bir başka bahara kaldı, anlayacağınız. Üst nesildeki rol karışımı! 

Geleneksel ailede, çocuklar genellikle aileye bağlı bir şekilde, geleneksel değerler doğrultusunda büyürlerdi. ‘Sus küçüğün, söz büyüğün’ atasözüne atfen, ebeveynin çocuk üzerinde söz ve tasarruf hakkı bulunmaktaydı. Modern ailede ise çocuklar, bireysel hak ve özgürlüklerini daha fazla keşfetmeye başlayan ve kendi kararlarını verebilen bireyler haline gelmişlerdir. Ebeveynler, çocuklarının bağımsızlıklarını desteklemekte ve onları kendi seçimleriyle, kararlarıyla yetiştirmeye çalışmaktalar.  

Son günlerde İstanbul’da bir camide teravih namazı kılınırken, koşuşturarak ve sesli bir şekilde oynayan çocuklar gündem oldu. Çocukların camide başına buyruk bir şekilde bulunmaları üzerine insanlar, bu durumun uygun olup olmadığını tartışarak ikiye bölündüler. Oysaki buna benzer haberler son yıllarda karşımıza çok çıkmıştı; camide futbol maçı yapan çocuklar, camide oyun alanlarının oluşturulması, camide oyun parkı kurulması gibi olaylar…

Bu yapılanların gerekçesi olarak gösterilen ortak tema ise camiyi sevdirmek?! idi. Oysaki caminin asli fonksiyonunu sevdirmek gerekir; caminin asli fonksiyonunu kaldırarak cami sevdirilemez. Tiyatro salonunda top oynatarak çocuklara tiyatroyu sevdiremezsiniz. Veya sinema salonunda film izletmeden sinemayı tanıtamazsınız. Laboratuvarın içinde deli danalar gibi koşan çocuğu bilimle tanıştıramazsınız. Bir işi sevdirmek için çocukları o işin parçası yapmanız gerekir. Her işi kendi cinsinden olanla tanıtmak, bildirmek ve sevdirmek gerekir. İbadetsiz ibadet sevdirilmez. Bu sebeple atalarımızdan “tekne orucu” diye bir uygulama kalmış. Günün belli saati oruç tutan çocuk alıştırılır, tebrik edilir, ödüllendirilir, teşvik edilir.      

İşte tüm bu yaşananlar ve tartışmalar, çocuk merkezli-veledşahi bir anlayışın ürünü olarak karşımızda duruyor. Namaz saflarında babasının/annesinin, dedesinin yanında veya büyüklerin arasında birlikte namaz kılma anlayışı daha çok pederşahi bir anlayıştı. Tasarımı büyükler yapardı; şimdi ise tasarım neredeyse tamamen çocuğa bırakılmış durumda. Adeta sen iste senin için caminin düzenini bile değiştiririz anlayışı hâkim.

Ebeveynler, hayatlarının merkezine çocuklarını alarak “çocuklarım için yaşıyorum” mottosuyla hayat sürüyorlar. Ne var bunda, diyebilirsiniz. Ne yok ki? Öncelikle siz yoksunuz. Ama sizin “proje çocuğunuz” her daim orada. Siz kendinizi var etmeden, başka biri üzerinden kendinizi var etmek istiyorsunuz. Bu, çok dolaylı bir varoluş; belki de dolandırarak yok oluş. Ben yapamadım, o yapsın.  Ben edemedim, o etsin. Otoritedeki rol değişimi!

Otorite deyince, geleneksel ailede erkek/baba figürü hakimdir. Erkek, evin geçimini sağlayan, maddi sorumlulukları üstlenen, aileyi koruyan ve ailenin dış dünyada temsilcisi olan kişi olarak görülürdü. Modern ailede erkek, sadece aileyi geçindiren kişi olmanın ötesine geçmiş, ev işlerinde ve çocuk bakımında da daha aktif rol alır hale gelmiştir. Modern ailede, kadın ve erkek arasında daha eşit bir rol paylaşımı görülmektedir. Örneğin; akşam yemeğine başlamak için evin erkeğinin beklenmesi veya eve bir eşya alınırken mutlaka onun onayının ve izninin alınması gibi. Modernleşmeyle birlikte erkek/baba otoritesi zayıflamış, söz hakkı olmayan, sesi kısık kadın artık kararlara ortak olduğu görülmüş hatta bazı ailelerde maderşahi/anaerkil olarak görülmektedir.

Geleneksel ailedeki iletişim daha dikeydi; yani erkek (özellikle baba ve büyükbaba) söz sahibiydi ve kararlar genellikle onlar tarafından alınırdı. Çocuklar ve kadınlar genellikle daha pasif bir rol oynar, büyüklerin sözlerini dinlerdi. Modern ailede ise iletişim daha yatay hale gelmiştir. Ailedeki tüm bireyler, karar alma süreçlerine katılmakta ve birbirlerinin fikirlerine saygı göstermektedir. Eş ve çocuklar, aile içindeki meselelerde daha fazla söz hakkına sahiptir. Örneğin; bir tatil planı yapılırken kararı sadece baba değil, tüm aile bireyleri vermektedir.

Geleneksel ailede kadın ev yükünü, erkek iş yükünü yüklenirdi. Ailede kültürel bir rol/iş paylaşımı olurdu. Modern zamanlarla birlikte kadına ekstra iş yükü daha eklenmiş oldu, ancak diğer yüklerinde bir hafifleme yaşanmadı. Kadının evdeki görevlerine profesyonel iş hayatı da eklenmiş oldu. Kadın, bu yükü hafifletmek adına bazı çözümler geliştirdi ve bu çözümlerle birlikte yeni sektörler ortaya çıktı. Örneğin; bebek bakıcılığı, çocuk bakıcılığı, kreşler, oyun grupları, ev yemekleri, ev temizliği, Filipinli dadılar, koçlar… Kadının sıkışmış rolü! Erkek ise geleneksel konumunu koruyarak ağırlıklı iş adamı rolünü sürdürmektedir. Erkeğin ek yükleri çok fazla artmadı, anca değişime tamamen bigâne kalamadı.

Kadının “çocuk da yaparım, kariyer de” söylemi ve bu söyleme dayanan iş ve anneliğin birlikte yürütülmesi eylemi, sosyal olarak kabul edilebilir hale geldi. Bu durum, erkeğin de bu değişime ayak uydurması gerektiği zorunluluğunu ortaya çıktı. Babanın sadece evin geçimini sağlayan ve otorite/korku nesnesi olarak algılanan rolü yumuşadı.  Buna mukabil, babaların ev işleri, alışveriş, çocuk bakımı ve eğitimi gibi konulara katılımları daha fazlalaştı. Modern baba rolü, geleneksel anne rolünün izlerini taşımaya başladı.    

Aileler, çocuklarını daha özgür, daha özgüvenli, söz hakkı olan, eğitimli ve beceri anlamında daha donanımlı yetiştirmek istemektedir. Ancak, bağımsızlaşarak kendi kararlarını almak ve aileden uzaklaşmak isteyen genç birey, ebeveynler için kaygı konusu olmaktadır,  hatta ailede kriz yaratmaktadır. Geleneksellikten modernliğe yönelmiş fakat ne tam anlamıyla geleneksellikten kopabilmiş ne de tam anlamıyla modernleşebilmiş geçiş toplumlarında aile de bir belirsizlik içinde kalmıştır. Roller yeniden tanımlanmaya çalışılsa da iki arada bir derede kalınmakta ve rol karmaşası yaşanmaktadır. Zihinlerdeki idealle sahadaki reel örtüşmemektedir.

Sonuç olarak, aile yapısındaki bu dönüşüm, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde bir denge arayışını ortaya çıkarmakta ve geleneksel değerlerle modern beklentiler arasında sıkışmış bir durum yaratmaktadır.