Müslümanın, iklimi ile mevsimlere, çevresine, haritasına ve halitasına, hakikatin rengini veren insan olduğu kanaatindeyim.
İsmail HALİS

Kişisel kanaatim odur ki, nostalji ve romantizm belki de en büyük kayıpların girişini oluşturan duygudur. İnanırım ki nostalji ve romantizm, hem o duyguyu taşıyan insanın, çevrenin, toplumun alacağı yolu ve yolları kapatır hem bir zamanlar var olan gerçekliği dondurur ve yok eder. Ayrıca o gerçekliği geçici bir duygulanıma dönüştürerek buharlaştırır.
Nostalji ya da romantizmin duyguyu aşarak bir olguya, bir zemine ve hatta genel kabul ve kanaate evrilmesi, karşılaşılabilecek büyük krizlerden biridir. Ve bu krizin adı da tam olarak “iklim krizi”dir. Burada sözünü ettiğim “iklim krizi”, BM zirveleri, Greta Thunberg söylevleri, küresel ve yerel şirketler, bankalar, sanatçılar, devasa billboardlardan taşan iklim krizi literatüründen çok daha başka bir krizdir.
Tam da buraya bir soru bırakmak isterim!
“Geriye, gerçekten, ne kaldı?”
İnsicam, bu kıymetli dosyaya katkıda bulunan tüm kalemleri, ezgilerin iklimine davet ederek çok önemli, incelikli ve esaslı bir şey yapmış oluyor. 80’li yıllarla başlayan, 90’lı yıllarda yükselen, 2000’li yıllarda iki anlamıyla da sahneden göreceli olarak çekilerek gönül dünyamıza yani en yüksek sahneye çıkan ezgiler, bize o günlerin Türkiye’sine, dünyasına, ne söylediler, neyi söylediler, nasıl söylediler? Ve nihai olarak, geriye, gerçekten, ne kaldı? Bu soruların cevaplarının herkeste, her muhatapta farklı cevaplar bulması kadar doğal bir şey yoktur. Bendeki yankısı yaklaşık olarak şöyledir:
1993’te bir MGV radyosunda başlayan radyoculuk serüvenim, 2008’e dek aralıksız devam ettikten sonra, bugün bile hala, Adı İçin Yaşamak, Bir Güneş Doğuyor, Ah Şehadet, Doğ Ey Güneş albümlerindeki ezgilerin A1-A2 şeklindeki sıralamalarındaki yerleri, ezberimdedir. Bugünün dijital altyapılarından çok uzak olan ortamlarda, deck (kasetçalar) ve kasetlerle yapılan radyoculuk, sosyal medya platformları kadar bireysel hayatların, siyasetin ve kültürün merkezindeki yapılardı. O yapılar, bin bir yeni imkânla birlikte binlerce yeni kuruma, çatıya dönüştü. Yazının bizi getirdiği bu noktada bir büyüğümün, yıllar evvel bir halkada söylediği sonra sanırım bir yazısında da söz ettiği bir bağlamı paylaşmak isterim. “Bugün canlılığı devam eden tüm kurumlar, güzel, hayırlı, ufuk açıcı, yarınlara yön veren tüm işlerin taşıyıcısı olanlar, 90’lı yılların sohbet halkalarında gerçekten ihlas ve adanmışlıkla gayret edenlerin emekleri ile yaşamaya devam etmiyor mu?”
Ben şahsen genel kanaatin aksine o ezgilerin, marşların, ritimlerin, zamanın ve dünyanın akışıyla doğal olarak değişen nice cephede yankılandığı ve “o büyük şarkıya özenip söylenecek mısralar” bırakmaya devam ettiği kanaatindeyim. Müslümanın, iklimi ile mevsimlere, çevresine, haritasına ve halitasına, hakikatin rengini veren insan olduğu kanaatindeyim.
Ve yine tam da bu bağlamda, 80’li ve 90’lı yıllarda kırk kadar senaryo yazan, ellinin üzerinde şiiri bestelenen, ajanslar kuran, kurulmasına öncülük eden, ilk çocuk dergilerini yayınlayan, birçok derginin ve vakfın kuruluşunda yer alan çok kıymetli Ahmet Mercan’ın, İLEM tarafından gerçekleştirilen “Sesler ve İzler” serisinde kurduğu cümlelerin birçok yönüyle bütün zamanlar için güncelliğini koruyacağını düşünüyorum:
“O dönemde şunu gördüm. Mücadele eden insan ışıldıyor. Maalesef biz o dönemi çok çabuk geçtik. Bu camianın büyük bir kaybı da yaşadıklarımız üzerine bir anlayış geliştirememektir. Tarihe bu yaşadıklarımız için eserler aktarmada yetersiz kaldık.”
Mevzii, muhiti, mahalli, mesafesi, meselesi neresi ve nerede olursa olsun, durmaksızın ışıldayan insanlara binlerce selam ile.
“Saf olduk Allah için, koyulduk bu yola
Birleşti ellerimiz, uzandı çağlara”