Sünnetullah gereği hayretimizi celbeden ne çok hadise gerçekleşiyor zaman içinde, öyle değil mi? O halde bu duygu, tefekkürle pratik kazandığımız bir durum olmalı. Hayret duymuyorsan, yeteri kadar göremiyor olmalısın. Çünkü insan, her bahara ayrı bir hayretle bakmaz mı?
Öznur GÖRÜR KISAR

Gökyüzünü seyretti uzun uzun. Bulutlara baktığında, başı dönen çocuklar gibi hissetti bir an. Gülümsedi. Hani çocukken olurdu, bilen bilir. Gökyüzüne bakışlarımızı sabitleyip aynı zamanda yürümeyi denediğimizde, bizimle birlikte hareket ettiğini düşündüğümüz bulutlara ne çok hayret ederdik. Yanı başımızdakine şaşkınlık ve hayretle seslenirdik: “Bak beni takip ediyor bulutlar. Nereye gitsem benimle geliyorlar. İstersen sen de bak. Gerçekten bak. Gözlerini hiç ayırmadığında oluyor hadi dene.” Çocuk hayreti ve temizliği karşısında bulutlar dile gelse, çocuk kalbini ne denli sevindirdiği ile ilgili neler söylerlerdi, kim bilir?
Aynı çocuk saflığı ve hayreti, bu kez gençlik rüzgârlarıyla birlikte bir baharın güzelliğine, bir gözün can alıcı rengine, bir bakışın büyüsüne hayran kaldı; şaşkınlığını gizleyemedi. Toprağın cömertliğine, gecenin simsiyah gizemine, sevginin olağanüstü gücüne hayret etti. Saka kuşunun rengine, güvercin asaletine, serçenin çevikliğine şaşırdı. Ve elbette, en fazla insanlar şaşırttı onu. “Sevginin dokunduğu insan”, diye iç geçirdi, “nasıl oluyor da hastalıklı taraflarını onaramıyor hâlâ? Elini uzatsa tutabileceği yakınlıkta olup da sevgi onlara nasıl iyi gelmez” diye soruyordu kendisine? Nasıl olur, hayret ?
Söylenildiği gibi, bir müddet sonra olan bitene hayret etmeyi bırakıyor muydu insanoğlu, sahi?
Şaşırmak, hayret etmek çocuklara ve gençlere has bir şeymiş gibi; yaş almanın, hayret duygusundan mahrum bıraktığına inanılıyor kısmen. Derler ki: “Artık hiçbir şey sizi şaşırtmıyorsa, yaş alıyordur insan.” Bunu fark etmek, kimilerine ağır geliyor olmalı, diye düşündü.
Sünnetullah gereği hayretimizi celbeden ne çok hadise gerçekleşiyor zaman içinde, öyle değil mi? O halde bu duygu, tefekkürle pratik kazandığımız bir durum olmalı. Hayret duymuyorsan, yeteri kadar göremiyor olmalısın. Çünkü insan, her bahara ayrı bir hayretle bakmaz mı? Baharın her evresi, her güzelliği onu yeniden hayrete düşürmez mi? Tüm bu düşünceler zihninde salınırken yağmur başlamıştı. İnce, ince ama kararlı, ıslatacak belli. Nasıl derdi büyükler? “Ahmak Islatan Yağmur” Sözüm ona, insan henüz yağmurun şiddetini anlayana dek, nasılsa ıslanmam, bu haliyle diyerek açmazlardı şemsiyelerini; fakat bir bakarlardı ki, çoktan ıslanmış olurlardı. Yahu, bu atalar da her durumu en can alıcı şekilde özetleyecek özlü sözleri nasıl buluvermişler, hayret! Bak işte, yaş almak hayrete engel değil, efendim. Siz de gördünüz, şahitsiniz.
Gözleri çimenlerin arasındaki yoncalara takıldı. Çocukken dört yapraklı yonca aramakla geçerdi bazı günleri, yaşıtlarıyla birlikte. Yoncaların hemen yanı başında Unutma Beni Çiçekleri olurdu genelde. Dünyanın en küçük ama en güzel çiçekleriydi; Unutma Beni Çiçekleri. Sahi, bu isim bir çiçeğe verilebilecek en şahane isim değil mi gerçekten? Unutma Beni Çiçeklerini seyrederken, duman renginde bir güvercin hemen yakınındaki su birikintisine doğru yaklaştı. Nefesini tuttu, çünkü onu ürkütmek istemiyordu. Boynundaki tüylerin rengi, muhteşem bir gerdanlığı varmış gibi hissettiriyordu. Ona ilk kez bakan böyle bir duyguya kapılırdı. Su birikintisi ile arasındaki mesafeyi ölçtü, biçti fakat risk alamadı güvercin. Birkaç kez hamle yapsa da aradaki uzaklık onu ürkütmüş olacak ki su içmekten son anda vazgeçti. Bu esnada hâlâ nefesini tuttuğunu fark etti. Uzansa, ellerinin hemen ucundaki bu ceylan ürkekliğindeki güvercin onu epey heyecanlandırmıştı.
Okuduğu nice kitaptan daha sade, daha anlaşılır fakat çok daha muhteşem bir dili vardı kâinat kitabının. İlmek ilmek işlenen satırlar, baş döndüren hikâyeler. Hangi birine şaşırmayacak, hangi biri hayretini celb etmeyecekti? Sümme haşa! Hepsini ezber edip belliyordu bir bir. Aynı mevsim, başka başka vakitler. Ama hep başka bir anlamakla. Her yıl nasıl değişiyor anlam bu kadar? Nasıl bitmiyor söyleyecekleri baharın?
“Allah’ım; benim sendeki hayretimi artır!” diyordu Allah resulü.
O halde hayret; kâinat seyrüseferinde tefekkürün en leziz lokmasıydı vesselam.