Aksâ Tufanı Üçüncü Yılını Doldururken

Bugün Filistin’de, dolayısıyla Orta Doğu’da ve dolayısıyla dünyada bir barış olacaksa, bütün bir insanlık olarak huzur içinde yaşayacaksak terörle var olan ve terörle varlığını sürdüren bu cinayet şebekesinin ortadan kaldırılması, sadece Müslümanların değil bütün insanlığın boynuna borçtur.

Mustafa ÖZEL

Prof. Dr., FSMVÜ

Tarih kargaşalarla, karmaşalarla, savaşlarla doludur. Bunlar için her şey bir sebep olabilir. Ama merkezde duran ve asla değişmeyen bir hakikat vardır: Çıkar. İnsan ve toplum için kendi çıkarı söz konusu olduğunda, orada maalesef hak, hukuk, adalet, insaf, merhamet gibi değerler ve kavramlar hemen devre dışı kalır. Artık egemen olan kan, gözyaşı, cinayet, katliam, zulüm, işkence gibi insanlık dışı, insanlık karşıtı kavramlardır. Bütün bu olumsuzlukları ortadan kaldıracak, adaleti, merhameti, hukuku inşa edecek tek bir kurum vardır: Din.

Evet, çözüm sadece dindir. Ancak çözümün “sadece din” oluşu, öncelikle onun “doğru anlaşılması”na bağlıdır. Dinin insan ve toplum hayatında etkin ve baskın olması, yanlış anlaşıldığı takdirde, olağanüstü kötü sonuçlar doğuracağı da kaçınılmazdır.

Din kadar olmasa da insan ve toplum hayatında etkin olan başka bir konu da, tarihtir. İnsanlar ve toplumlar tarihleriyle, kültürleriyle gelenekleriyle var olurlar; bunlarla varlıklarını sürdürürler. Tarih tecrübedir, okuldur, ruhtur. Tarihi dikkate alan hata yapmaz, yanlışa düşmez, geleceğini sağlam temeller üzerine inşa eder.

Biz Müslümanlar her şeyin olduğu gibi zamanın ve mekânın da sahibinin Allah olduğuna inanırız. O’nun dışında ne varsa O’nundur: insan, melek, su, toprak, yıldızlar, galaksiler, zaman, mekan. İnsanı yaratmış, insan orada yaşasın diye mekân ve zamanı da var etmiştir. Peygamberler, kitaplar göndermiştir; varlığından haberdar etmiştir, uluhiyyetini ve vahdaniyyetini bildirmiş, biz kullarından ubudiyyet istemiştir.

Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimiz kadarıyla kendilerine en çok peygamber gönderilen millet, İsrailoğullarıdır, Yakup peygamberin soyundan gelenlerdir. Buna bazı sebepler söylenebilir. Belki tek bir cümle yeterli olabilir onları anlamak için: “Zor bir topluluktur Yahudiler.” Peygamberleri öldürmüşler, peygamberleri yalnız bırakmışlar, Allah’ın kutlu elçilerine ellerinden gelen bütün zorlukları çıkarmışlardır. Kur’an’da onların anlatıldığı ayetlere bakmak, ilgili kıssaları okumak onların ruh halini, davranış psikolojisini anlamamızı kolayca sağlar. Peygamber Efendimize yaptıklarını da hatırlarsak, onların tutum ve davranışlarının, belli bir zaman ve mekânla sınırlı olmadığını daha iyi anlamış oluruz. 

Yahudilerin tarihlerinde belli dönüm noktaları vardır: Hz. Musa’nın onları Mısır’da kölelikten kurtarması, Süleyman’ın Birinci Tapınak diye bilinen mabedi inşa etmesi ve ardından Babil kralı Buhtunnasr’ın burayı yıkıp onları sürgüne göndermesi (sürgün dönemi, dokuz asırdan fazla sürmüştür), İkinci Tapınak’ın inşası ve ardından Bizanslılar tarafından yıkılması ve Yahudilerin Filistin’den dağılıp gitmeleri, Orta Çağ’da Hristiyanların Yahudilere yaptığı zirveye varan zulümler (İspanya sürgünü), emansipasyon (Yahudilere yaşadıkları ülkede diğer vatandaşlara tanınan hakların tanınması) süreci (Avrupa’da Yahudilerin vatandaş olma hakkı kazanmaları), siyonizm düşüncesinin ortaya çıkışı, II. Dünya Savaşı’nda, iddiaya göre, 6 milyona yakın Yahudi’nin Nazi Almanyası tarafından öldürülmesi ve söz konusu savaş bitince 1948’de terör devletinin kurulması.

Bu kısa tarihi bakış bize, az önce söylediğimiz cümleyi tekrar ettiriyor: “Zor bir topluluktur Yahudiler.” Bu sebepten gittikleri her yerde sorun olmuşlar ve sürülmüşlerdir. Az önceki paragrafı terör devletinin 1948’te kurulması cümlesiyle bitirmiştim. Tabii bu kuruluşun, tarihsel bir arka planı var. Bunu emansipasyonla başlatabiliriz. Deyim yerindeyse, Hristiyanlar onları “adam yerine koymaya” başlamışlardır. Burada başta Osmanlı Devleti olmak üzere, tarihte İslam coğrafyasında güllük gülistanlık denebilecek bir ortamda yaşadıklarını belirtelim. “Sorun” çıkarmadıkları sürece, “sorun” olarak görülmemişlerdir.

Siyonizm düşüncesinin ortaya çıkmasıyla (1890, kavramın isim babası Nathan Birnbaum’dur), deyim yerindeyse, onlara rahat batmıştır. Kavramın ortaya geç çıkmasıyla birlikte, 1850 sonrasında Yahudiler arasında Filistin’e dönme tartışmaları başlamıştır. Yahudilerin Filistin’de bir devlet kurma fikri, yuvarlak hesap, 100 yılda gerçekleşmiştir. Bunu şunun için söylüyorum: Aksâ Tufanı’nı anlamak için öncesini, 100 yıl kadar öncesini bilmek ve anlamak gerekiyor. Böyle bir bilgi ve kabiliyetiniz yoksa söylediğiniz her şey havada kalır.

Osmanlı Devleti’nin 9 Aralık 1917’de Kudüs’ten çıkmasıyla birlikte Filistin’de yaşayanlar için kâbus dolu günler başlamıştı. Siyonistlerin Osmanlı’dan, özellikle II. Abdülhamid zamanında Filistin’den toprak satın alma çabaları boşa çıkmıştı. Ancak buna rağmen Avrupa’dan Yahudi göçü bir biçimde gerçekleşmiştir (Aliyah). Osmanlı sonrasında, İngiliz manda idaresi döneminde Yahudiler, siyonistler hem sayısal hem de nüfuz olarak çok artmışlardır. 14 Mayıs 1948’te kurulacak olan terör devletinin bütün alt yapısı, mezkûr manda idaresi zamanında hazırlanmıştır.

Burada bir hususa dikkat çekmek gerekiyor. Yahudilerin ve siyonistlerin Filistin’e göç etmeleriyle birlikte, bunlar arasında, terör devletinin kuruluşuna kadar faaliyetleri devam eden terör örgütleri kurulmuştur. Bunlar arasında zamanla bölünmeler meydana gelmiş, kimisi kimisini ılımlı bulmuş, Filistinlilere yeterince sert davranmamakla suçlamıştır. Osmanlı Devleti daha ayaktayken iki örgüt çıkmakta karşımıza: 1907’de kurulan Bar Giora ve 1909’da kurulan Hashomer. Ukrayna kökenli siyonistlerin kurduğu ilk örgütün kurucuları arasında, terör devletinin kurucusu ve ilk başbakanı David Ben-Gurion ile İzak Ben-Zvi vardır. Bu ve daha sonra kurulacak olan bütün terör örgütleri, terör devletinin üst yöneticilerini oluşturmuşlardır. İngiliz manda idaresi altında örgütlerin çeşitlendiği ve sayısının arttığı görülmektedir. Bu bağlamda ilk önce sayılması gereken, Haganah’tır. Bu, siyonistlerin en büyük silahlı örgütüdür. Terör devletinin ordusu IDF’nin temelini bu örgüt oluşturmuştur. Haganah’tan, yeterince sert olmadığı için ayrılan Irgun ise saldırganlığıyla öne çıkıyordu. En bilinen eylemi, İngilizlerin yönetim karargâhı olan 22 Temmuz 1946’daki King David Oteli saldırısıydı. Bu saldırıda 91 kişi ölmüştü. Lehi, Irgun’dan daha radikal bir gruptu. 9 Nisan 1948’de Kudüs yakınlarındaki Deir Yasin köyüne yapılan ve 100’den fazla Müslümanın öldüğü saldırı, bu iki örgütün Irgun ve Lehi’nin ortak eseriydi. Nekbe (Büyük Felaket), bu katliam sonrasında gerçekleşti. Irgun’un lideri Menaham Begin’in daha sonra başbakan olduğunu da söyleyelim.

Burada dikkati çeken bir nokta var: Terör devletinin, 41 yıllık bir terör geçmişi. Terör üzerine inşa edilen bir yapı, terörle ayakta durmaya çalışıyor. Bunun en temel iki göstergesi var: İlki, bölgede sürekli artan bir siyonist göç ve nüfus artışı; diğeri buna bağlı olarak terörle alan genişletmek, toprak elde etmek, nüfuz alanı oluşturmak. Bu husus 14 Mayıs 1948’de geçerliydi, bugün de geçerli. Bu devleti kuranlar, onu bugüne getirenler silahtan, güçten, kuvvetten, sopadan başka bir şeyden anlamayanlardır. Bugün Filistin’de, dolayısıyla Orta Doğu’da ve dolayısıyla dünyada bir barış olacaksa, bütün bir insanlık olarak huzur içinde yaşayacaksak terörle var olan ve terörle varlığını sürdüren bu cinayet şebekesinin ortadan kaldırılması, sadece Müslümanların değil bütün insanlığın boynuna borçtur.

***

7 Ekim 2023 Cumartesi günü ne oldu? Neden oldu? Gerek var mıydı? Geçen iki yıl içinde Gazzelilerin yaşadıklarına baktığımızda olumlu şeyler söylemek mümkün mü? Gazzelilerin maddi ve manevi kayıplarına değdi mi bu operasyon? Gazzeliler ne kazandı bu harekâttan?

Bence bunlar, tuzak sorular. Sağlıklı düşünmeyi ve dolayısıyla sağlıklı değerlendirme yapmaya mâni olan sorular. “Hariçten gazel okuyan” sorular. Hadiseye “karşıdan bakan” zihinlerin soruları. Herhangi bir olayı -ister toplumsal olsun ister ekonomik isterse kültürel- anlamak için soru sormak elzemdir. Soru sormak, meseleyi anlamanın önemli anahtarlarındandır. Ama bu sorular uygun sorular değil.

Filistin bir bütün olarak yüz yıldır her gün maddi ve manevi baskı altında yaşıyor. Filistinliler onlarca yıldır her gün tacize uğruyor, işyerleri basılıyor, evleri yıkılıyor, tarlaları tarumar ediliyor, yaşadıkları şehirde, köyde, mahallede, sokakta hareket alanları daraltılıyor. İş kurmak, ticaret yapmak, ziraatla uğraşmak gibi sosyo-ekonomik faaliyetler gittikçe kısıtlanıyor. Özellikle Gazze’de birçok insan göçmendir ve BM’in ilgili kuruluşlarının yardımıyla yaşamaktadır. Gazze dışında, Batı Şeria’da bir yerden bir gitmek başlı başına büyük bir sorundur. Kontroller, kontroller, kontroller… Gazze zaten kuşatma altındadır. Bir yere çıkma imkânı yoktur. Batı Şeria’da Ayrım Duvarı diye Çin Seddi gibi ucube bir beton yığını var. Bu duvarın bölgede coğrafi, zirai, sosyal ve psikolojik etkilerini anlatmaya kitap yetmez.

Filistin’de yaşanan zorluklar, baskılar, tutuklamalar, cinayetler anlatmakla bitmez. Daha önemlisi ne biliyor musunuz kıymetli okuyucular, dünyanın bütün bu olan biteni bilmemesi, daha da kötüsü tersinden, yanlış bilmesi. Onca mağdurluğa, onca mahkûmluğa, onca terk edilmişliğe rağmen mağdur, mahkûm ve terk edilmiş olduğunuzun bilinmemesi. Dünya medyası Filistin söz konusu olduğunda açık ara siyonizm yanlısıdır. Topraklarını adım adım, metrekare metrekare her gün işgalcilerin ele geçirdiği bir memleketin insanı ne yapar? Her gün onlarca şehit veren bir şehrin insanı ne eder? Keyfi tutuklamalarla evlatları, babaları süresiz yeri bilinmeyen hapishanelerde çürüyen dedeler, nineler ne yapar? Sokağa çıkan, okula giden çocuğunun HAMAS’çı diye tutuklanması endişesiyle akşama kadar yüreği ya analar ne haldedir?

Bence Gazzeliler iyi ki Aksâ Tufanı Operasyonu’nu başlattı. Yoksa onların bu kadar dirençli, sabırlı, kahraman olduğunu nereden bilecektik? Bütün dünya, 7 Ekim 2023 Cumartesi gününe kadar görülmesi istenmeyen, gösterilmek istenmeyen o felaketi gördü. İşte o görüş, insanlığı ayağa kaldırdı. Müslümanlar başta olmak üzere dünyanın gözünde İsrail miti, her şeye gücü yeten, her türlü başarıya imza atma kabiliyetine sahip olduğu vehmedilen İsrail algısı çöktü. Daha ne olsun!

Yazıyı bitirmeden bir hususa daha temas etmek isterim. Batının insanlığa yaptığı büyük kötülüklerden biri, başarıyı maddi değerlerle, dünyayla sınırlamaktır. Bu düşünce ve bakış açısıyla bakıldığında, tarihte başta peygamberler olmak üzere bütün iyi insanlar kaybetmiştir. Çünkü maddi ve dünyevi bir başarı kazanamamışlardır. Öyleyse sen, kaybedensin. İşte burada bizi avlamaktadır batı ve onun yandaşları. Biz başarıyı ve zaferi, Allah’ın rızasını elde etmekte görmekteyiz. Bu uğurda canımız, malımız, evladımız, anamız babamız feda olabilir. Can da, mal da, evlat da, ana da, baba da, kısacası her şey O’nundur, Allah’ındır. Öldürülen Zekeriya ve Yahya peygamberler kaybetmediler, Hz. Hamza kaybetmedi, Ulubatlı Hasan kaybetmedi. Dolayısıyla İzzeddin Kassâm da kaybetmedi, Yahya Sinvâr da. Adlarını bilmediğimiz binlerce, yüzbinlerce şehîd adayı da kaybetmeyecek. Çünkü şehîdler kaybetmezler, onlar diridirler. Sadece biz bilmeyiz.

Yazının başında, doğru ve sağlam din ve tarih algısından bahsettik. Yahudilerin bozuk, yanlış ve gerçek dışı din ve tarih algıları, onları ve dünyayı bu hale getirdi. Allah katında hakiki din olan İslam’ın mensupları, tarihi ve tarihi tecrübeyi dikkate aldıklarında, dünyayı yeniden yaşanır hale getireceklerdir.

Ne mutlu onlara!

Selam olsun onlara!