Gazze Uğrunda Suskunluk

Aşağıdaki metin, Mahmud Derviş’in, ölümünden yedi yıl sonra yayımlanan Yevmiyyâtü’l-huzni’l-‘âdî (Sıradan Hüzün Günlükleri) adlı kitabının 126-129. sayfalarından çevrilmiştir (Mahmud Derviş Vakfı, Ramallah, 2015).

Metnin yazıldığı tarihi bilmiyoruz. Fakat 9 Ağustos 2008’de aramızdan ayrılışından önceki günlerden, haftalardan, aylardan birinde kaleme alındığını söyleyebiliriz. Şairin sözünü ettiği “dört yıl”, Siyonist çetenin 2005 Ağustos-Eylül aylarında Gazze’den Yahudi yerleşimcileri çekme uygulamasına işaret ediyor olmalı. Yerleşimciler çekildikten sonra Siyonist çete, Gazze’ye daha şiddetli bir pervasızlıkla saldırmaya başladı. Bu pervasızlık 7 Ekim 2023’ten sonra katlanarak arttı ve bütün insanlığı utandıracak bir vahşet sergisine yol açtı. Mahmud Derviş’in 17 yıl önce yaptığı yorumlar, maalesef bugün de geçerli. İnsanlığın acı, acıklı, acıtıcı, apaçık gerçekliği!     

Mahmud DERVİŞ

Çeviren: İbrahim DEMİRCİ

Dört yanını mayınlar sarıyor ve patlıyor. Bu ne ölümdür ne intihar.

Bu, Gazze’nin üslûbudur, yaşamaya lâyık olduğunu duyurmak için.

Dört yıldan beri Gazze’nin eti şarapnel parçaları hâlinde uçuşuyor.

Ne sihirdir bu, ne keramet.

Gazze’nin silahıdır bu: kalıcılığını korumak için, düşmanın kıyıcılığını durdurmak için.

Dört yıldan beri sadece Gazze’de hayalleriyle neşeleniyor düşman, zamanla flörtüne sarılıyor. Çünkü yakınlarının uzağında Gazze, düşmanlarıyla yapışık; çünkü bir adadır Gazze. Ne zaman bir patlama olsa —patlama yetmez ki Gazze’ye— düşmanın suratı parçalanıyor, hayalleri kırılıyor, zamandan hoşnutluğu tersyüz oluyor.

Çünkü başka bir şeydir Gazze’de zaman.

Çünkü nötr bir unsur değildir Gazze’de zaman.

Zaman, insanları orada düşüncenin soğukluğuna sevk etmez de patlamaya ve hakikatle çarpışmaya sevk eder. Orada zaman, çocukları hemencecik yaşlılığa taşır ve yine onları, düşmanla ilk karşılaşmalarında, yetişkin erkeklere çevirir. Gazze’de zaman bir rahatlama değildir; alev almış öğle vaktinin baskınıdır. Gazze’de değerler çeşitlenir… çeşitlenir… çeşitlenir. İşgale uğramış insanın biricik değeri, işgale karşı direnişinin uzunluğundan ibarettir. Bu, oradaki yegâne yarışmadır. Gazze bu soylu ve sağlam değeri tanımanın tiryakisi olmuştur. Gazze bunu ne kitaplardan öğrenmiştir, ne hızlı öğrenim kurslarından, ne yüksek sesli megafonlardan, ne de marşlardan. Bunu sadece tecrübesinden öğrenmiştir Gazze. Reklam ve gösteri/ş içermeyen eyleminden öğrenmiştir.

Gazze, silahlarıyla da, devrimciliğiyle de, dengeciliğiyle de böbürlenmez. Acı etini sunar o, iradesiyle iş görür, kanını döker.

Nutuk çekme becerisi göstermez Gazze. Gazze’nin gırtlağı yoktur. Derisinin gözenekleridir konuşan: damar, kan ve yangınlar olarak.

Düşmanın öldüresiye nefreti bundandır. Suça saplanacak kadar korkması bundan, Gazze’yi denizin içinde, çölün içinde, kanın içinde boğmaya çabalaması da bundan.

Yakınlarının ve dostlarının zaman zaman kıskançlığa ve korkuya varan çıkarımlarla Gazze’yi seviyor olmaları da bundandır. Çünkü Gazze, düşmanları için de dostları için de eşit derecede yabanıl bir ders, yükselen bir örnektir.

Şehirlerin en güzeli değildir Gazze.

Gazze’nin kıyıları öteki Arap şehirlerinin kıyıları kadar mavi değildir.

Onun portakalı, Akdeniz havzasındaki en güzel portakal değildir.

Şehirlerin en zengini değildir Gazze.

(Balık, portakal, kumlar ve rüzgârın terk ettiği çadırlar; kaçak mallar, müşterisine satılan silahlar…)

Şehirlerin en yükseği değildir o. En büyük şehir de değil. Fakat o bir toplumun tarihiyle aynı ağırlığı taşıyor. Çünkü o, düşmanlarının gözünde çirkinlik, yoksulluk, kötülük, terslik bakımından en baskın olanımız. Çünkü o, düşmanın rahatını ve kimyasını bozma kudreti en güçlü olanımız. Çünkü o, onların kâbusu. Çünkü o, mayınlı portakal. Çocuklarında çocukluk yok onun, yaşlılarında ihtiyarlık yok. Arzularından arınmıştır kadınları. İşte bundan dolayı Gazze, en güzelimiz, en temizimiz, en zenginimiz ve sevilmeye en çok lâyık olanımız.

Onun şiirlerini ararken haksızlık ediyoruz. Gazze’nin güzelliğini bozmayınız. Onun içindeki en güzeli, düşmana karşı kasidelerle zafer kazanmaya kalktığımız vakit, şiirin uzağındadır. Kendimize inandık, düşmanın şarkı söylememize izin verdiğini gördüğümüzde sevindik. Sonra bıraktık, zaferi o kazansın. Sonra dudaklarımızda kuruttuk kasideleri. Sonra bir de gördük ki düşman, şehirlerini, kalelerini, caddelerini kurma işini tamamlayıvermiş.

Gazze’yi bir efsaneye dönüştürdüğümüz zaman haksızlık ediyoruz. Çünkü biz, onun direnen, yoksul ve küçük bir şehirden fazla bir şey olmadığını keşfettiğimizde çirkin buluyoruz onu. “Onu bir efsane kılan şey nedir?” diye kendimize sorduğumuz zaman, bütün aynalarımızı kırıp—onurumuz varsa— ağlayacağız. Yahut kendi benliklerimize başkaldırmayı reddedersek, lanetleyeceğiz onu.

Gazze’yi yüceltirsek ona haksızlık ederiz. Zira ona duyduğumuz hayranlık, bizi onu bekleme sınırına sürüklüyor. Oysa Gazze bize gelmeyecek. Gazze bizi özgürleştirmeyecek. Gazze’nin ne atları var ne uçakları… Ne sihirli değneği var Gazze’nin, ne başkentlerde ofisleri.

Kendisini kurtaracak Gazze: bizim sıfatlarımızdan, dilimizden, aynı anda kendi baskıncılarından da. Onunla buluştuğumuz zaman —bir rüya —belki de bizi tanımayacak o. Çünkü ateşin çocuklarındandır Gazze; bizse, beklemenin ve vatan için ağlamanın çocuklarındanız.

Doğrusu, Gazze’nin özel koşulları, özgün devrimci gelenekleri var.

(Çözelim diye değil, çözümleyelim diye söylüyoruz bunu.)

Fakat onun sırrı, bir bilmece değildir: Onun direnişi, ne istediğini —düşmanı kendi giysilerinden uzaklaştırmayı istiyor— bilen bir halkla kaynaşmıştır. Orada direnişin halklarla bağı, derinin kemikle bağıdır; öğretmenin öğrenciyle bağı değil.

Gazze’de direniş bir göreve dönüşmedi.

Gazze’de direniş bir kuruma da dönüşmedi.

Hiç kimsenin vesayetini kabul etmedi; yürüyüşünü falanın imzasına, filanın mührüne bağlamadı.

Çoğu zaman onun adını, resmini, güzel konuşmasını bilmemizi bile umursamadı. Haber başlığı olmayı da, fotojenik olmayı da onaylamadı. Kamera objektifleri için hazırlık yapmadı, yüzüne gülücük macunu sürmedi.

Ne o istiyor bunu… ne de biz istiyoruz.

Gazze’nin yarası bir nutuk kürsüsüne, bir hutbe minberine dönüşmedi. Gazze’nin güzelliklerinden biri de onun hakkında çok konuşmayışımız; kadıncıl şarkılarımız arasında onun düşlerinin dumanını koklamayışımızdır.

Bundan dolayı, Gazze simsarlar için zararla biten bir ticaret oluyor. Bundan dolayı, hiçbir Arap’ın değerini bilmediği ahlaki ve manevi bir hazineye dönüşüyor o.

Seslerimizin Gazze’ye ulaşmıyor olması da Gazze’nin güzelliklerindendir. Onu meşgul edecek bir şey olmuyor böylece. Pençesini düşmanın yüzünden çevirecek bir şey olmuyor böylece.

Ayın doğu yüzünde yahut, keşfedildikten sonra Mars’ın batı yüzünde inşa edilecek Filistin devletinin bir yönetim biçimi yoktur; Millet Meclisi koltuklarının dağıtılma yolu da yoktur. Gazze’yi uğraştıracak bir şey yok. Reddin derdine düşmüş o. Açlığın ve reddin. Susuzluğun ve reddin. Evsizliğin ve reddin. İşkencenin ve reddin. Kuşatmanın ve reddin. Ölümün ve reddin.

Düşmanlar Gazze’ye karşı zafer kazanmıştır. (Coşkun deniz, ufacık bir adaya karşı zafer kazanmıştır.)

Bütün ağaçlarını kesmiştir.

Kemiklerini kırmıştır.

Çocuklarının ve kadınlarının parçalanmış cesetleri arasında tanklarını gezdirmiştir. Onları denizin, kumun ve kanın içine fırlatmıştır.

Amma:

Yalanları tekrarlamayacaksın.

Gazze’ye “Evet” demeyeceksin.

Patlamalar içinde kalmaya devam edeceksin.

Bu ne ölümdür ne intihar. Bu, Gazze’nin üslûbudur, yaşamaya lâyık olduğunu duyurmak için.